En son, bundan bir kaç gün önce bilim insanlarının klonladıkları insan hücresinden kök hücre elde etmeli ve bunu tedavi amaçlı kullanılabileceğini okuduğumda ayağa kalkıp alkışlamak istedim. Tıp eğer kök hücre ve hücre teknolojileri üzerinde sağ duyu ve sağlıkla ilerse binbir derde deva bir yol açılmış olacak. Belki kanser=ölüm olmaktan çıkacak.
Yaradanın en güzel hediyelerinden biri olan kök hücre nedir?
Kök hücre, mitoz bölünmeyle özelleşmiş hücre tiplerine farklılaşabilen ve daha fazla kök hücre üretmek için kendini yenileme yeteneğine sahip olan, bütün çok hücreli canlıların doku ve organlarını oluşturan ana hücre tüpleridir.Vikipedia
Mucize!
Hamileliğimin 7. ayında "yapılacaklar listesi" hazırlamıştım. Hastane çantasından, eve alınacak strilizatöre kadar herşeyi kapsıyordu. Bu listeye bir de kordon kanını saklatacağımız bankayı araştırma konusu dahildi. Sıkı bir araştırmaya girdik. Sonunda hatırı sayılır verilere ulaştık.
Türkiye' de Kordon Kanı Bankacılığı Nasıl İşliyor?
Bir ara şarkıcı olacağım dediğim bir kısım var. Ergenlik civarı niyet ettim ancak bana göre olmadığını anlamam kısa sürdü. O gün bugündür, mutfakta yemek yaparken, evi çöp götürüyorsa, temizliğin üzerimde yarattığı gerginliği atmak için söylüyorum. Yani bir çeşit ev işi motivasyon aracı oldu benim için.
Repertuar geniş;
Soğan doğrarken "çile bülbülüm", ütü yaparken "hatasız kul olmaz", yerleri silerken"Gül döktüm yollarına", Ata'nın dağınıklığını toplarken " ben nerde yanlış yaptım", yemek yaparken "aşk kırıntılarıyla doymaktansaaaa" ... şeklinde gidiyor. Geçen gün kışlıkları kaldırıyordum ki bir baktım We Will Rock You dilime dolanmış, canla başla yıkanan kışlıkları naftalinleyip, dolaba yerleştiriyorum.
Gerçek şu ki; anne olduktan sonra klasik Türk annesinin çeşitli özellikleri belirmeye başladı. Okul ve kariyer odaklı yetiştirilmiş bir kadının ev işleri yaparken Allah'tan yardım ister gibi, hislerine tercüman şarkılar seçmesi bir çeşit kimlik karmaşası.
"Çocuk da yaparım kariyer de" cümlesinin görünmeyen ve çalışan anneyi en çok yoran şey ev işleri bence. Yardımcılar, büyük anneler olmasa pek çok konuda bitmiş durumdayız bence.
Yapılan bir araştırmaya göre Türkiye' de okul çağındaki çocukların %43'ü fiziksel şiddet görüyor. Yani 10 çocuktan 4'ü düzenli olarak hırpalanıyor. Yine okul çağındaki bu çocukların ebeveynlerinin %52'si evde hergüne kavga ediyor. Kavganın nedenleri ise para ve çocukların sorumluluğu olarak saptanmış. Demek ki ebeveynler çözemedikleri sorunlarını çocuklarına yansıtıyor. Anneler geçim sıkıntısı ve çocuğun bakımı gibi büyük sorumluluklardan yoruldukça çocuğuna vuruyor. Babalar eşine fiziksel şiddet uyguladığı gibi çocuklarına da benzer yaklaşım sergileyebiliyorlar.
Aile içi iletişim kaosa dönünce faturayı çocuklar ödüyor. Hem de küçücük bedenleriyle...
Çocukların şiddet gösteren ebeveynlerin çocuklarla olan diyaloğunun iyi tarafı var mı?Sadece %2'si babamla dertleşirim diyor. %23'ü ise dertleşmem için annelerini tercih ediyor. Geriye kalan %75'lik gibi çok büyük bür bölüm ne yapıyor? İşte asıl sorun bu...
Çocuğun şiddet gördüğü nasıl anlaşılır?
- Oyun ve okul çağındaki bir çocuksa arkadaşlarına şiddet uygular.- Yerinde duramayacak davadan hareketli hatta taşkın tavırları vardır.- Toplumsal kurallara, okul ve oyun kurallarına uymayı reddeder.- Çok içine kapanık, durgun ve de çökkün bir ruh hali sergileyebilir.- Özgüveni çok düşüktür.- Sürekli tedirgindir.- Tırnak yeme, parmak emme, alt ıslatma gibi davranışlar eşlik edebilir.- El hareketlerinden hemen irkilme tepkisi verir.
Bazen uçmak ister, bazen de denizin üstünde yürümek… Hepsini yapabileceğine inanır. Biz ebeveynler ise daha ilk adımı attığında “aman dur çarparsın, oraya çıkma düşersin, in aşağıya bak kötü olacak ama…” larla çocukların coşkulu arzularını kuşatırız.
Herkes iyi niyetli bana kalırsa. Ebeveynler koruma iç güdüsüyle, çocuklar ise yaşama içgüdüsünün verdiği coşkuyla hareket ediyor. Çoşkun bir ruh ile yaşama, öğrenme , keşfetme isteklerini korku, endişe ve stresimizle karşılıyoruz. Haliyle çatışma çıkıyor. Ciyak ciyak bağıran çocuklar, avaz avaz bağıran ebeveynler. Olmuyor mu bunlar? Her evde oluyor.
Peki, dışarıdan bakıldığında deterjan alınması için tutturan çocuğun asıl isteği ne olabilir? Uzmanlar araştırmışlar. Çocuklar ne ister sorusuna 6 temel yanıt bulmuşlar.
1.Dokunulma: Bir bebek ve çocuk gördüğümüzde hemen kucaklamak veya başını okşamak isteriz. Çünkü bu içten gelen bir duygu olduğu için hemen kolarımızı açar, gülümser, tiz bir sesle konuşmaya çalışırız. Bir araştırmaya göre yaşama iç güdümüz için günde en az 4 kucaklaşmaya ihtiyacımız var. Çocukların duygusal gelişimin sağlıklı olması için en az 8, gelişiminin her yönüyle sağlıklı olması için günde en az 12 kez kucaklaşmak gerekliymiş. Bu durumda “Aman kucağa alışmasın” diyenleri duymamak en iyisi galiba.
Beynimi zonklatan (yemek konusunda itiraz ettiğinde yaşadığım gerilimi tarif edecek başka kelimene yazık ki yok) bu itirazı yumuşak bir şekilde nasıl aşacağımı düşündüm. Suratım gerim gerim gerilmeden, saçlarım bin volt elektrik yemiş gibi olmadan önce bir şey yapmalıydım.
Aklıma lokantaya girmeden önce yolda gördüğümüz devasa T-Rex posteri geldi. İyice incelemişti. “Ata dişlerini gösterir misin” dedim. “Iııı” sesiyle dudaklarını gerip gösterdi. “Tıpkı bir T-Rex gibisin, o posterdeki gibi… Aman tanrım! T-Rexler köfte yemeye bayılır, sen de ağzını kocaman açıp ham diye yutabilirsin istersen” dedim.
Bu benzeşim hoşuna gitmişti. Kendini dinozor gibi görmeye öyle kaptırmıştı ki, elindeki çatalı bıçağı bırakıp elleriyle köftelerini yemeye başladı. Roaar, haamm, nam nam nam… Arada dişlerinin ne kadar keskin olduğunu hatırlatıyor, kalan köfteleri de yedirmeye çalışıyordum. Sonunda köfte, meze ve ayran bitti.
4 yaş çocuğuna özgü sebepsiz, kaba saba itirazlarından bir tanesini daha aşmıştım. Kendi iç motivasyonunu oluşturmuş, yemek yeme sorumluluğunu zorlanmadan yerine geçirmişti, Oh!
Doğal doğumu çok istemiştim keşke o dönem doula kavramıyla tanışmış olsaydım, kesinlikle herşey daha farklı olurdu. 24-26 Nisan 2013 tarihlerinde İstanbul’ da 1. Doğal Doğum Kongresi yapıldı. Sloganı “doğal doğum her kadının hakkı” olan bu kongrede çok sayıda doğal doğum destekçisi hekim, psikolog, ebe, hemşire ve doula konuşmacı olarak yer aldı.
Doula nedir?
“Doula” kelimesi eski Yunancada “destek veren kadın” anlamına gelir. Günümüzde ise, doğumdan önce, doğumda ve loğusalıkta, anneye ve ailesine fiziksel, duygusal ve bilgisel destek veren eğitimli ve tecrübeli kadını anlatmak için kullanılıyor. Aslında halk arasında gayet iyi bilinen ve kabul görmüş bir inanışa göre, birikimleriyle doğum sırasında anneye yol gösterip korkularıyla baş etmesine yardımcı olan destekçi bir kişinin varlığı anneyi rahatlatmaktadır. Bu destekçi kişi yeri geldiğinde annenin eşi, bir aile yakını ya da arkadaşı olabilmektedir. Doula’nın farkı ise bu işi eğitimini alarak daha tanımlı ve profesyonel uygulamalara dayandırarak yapmasıdır.
Araştırmalar, doğumlarında destek alan kadınların doğumlarının daha kısa ve kolay olduğunu, sezaryen, forseps, vakum ve epizyotomi oranlarının azaldığını, ağrı kesicilere ihtiyacın azaldığını, bebeklerin daha sağlıklı ve kolayca emdiklerini ve doğum sonrasında ailelerin daha kolay bir geçiş dönemi yaşadıklarını gösteriyor. Tüm bunlarla birlikte ayrıca doğum tecrübesinin daha pozitif bir anı olarak algılandığı gözlenmiş ve annenin kendi bedenini daha güçlü ve dayanıklı olarak gördüğü tespit edilmiştir.
“Engelli çocuklar diğer akranlarına göre daha fazla taciz ve tecavüze uğrayabiliyor. Öğrencilerinizi çok iyi gözlemleyin. Ayrıca organ mafyasının ve sadistik pedofillerin kurban listesinin çoğunluğunu zihinsel engelli çocuklar oluşturur. Bu çocuklar genelde kaçırılır, tecavüze uğrar, organları çalınır, ölüme terkedilir, özellikle erkek zihinsel engelli çocukların cinsiyeti değiştirilip fuhuş çetelerine verilir. Bunu unutmayın ve çocuklarınıza anlayacağı dilde kendini savunmayı, bir şey olursa anlatması gerektiğini öğretin”
Sayısız öğrencim oldu. Tacize ve tecavüze uğrayan çocuklarla karşılaşmadım değil… Bir çoğunu hemen ayırdedebilmişken, bir çoğunun acılarını anlamak epey zamanımı aldı. Ruhlarındaki tamiri güç yaraları onarmak için çok çabaladıysam da, bir arpa boyu yol alamadığımı biliyorum.
Hangi çocuk babasının veya abisinin tecavüzünü kolayca unutabilir ki?
Gülay Göktürk 2002’ deki köşe yazısında aynen şöyle dedi ve bunlar yeniden gündeme geldi: “Ben, arzunun bu lanetlenişini haklı bulmuyorum. Yani, insanların çocuklara zarar vermedikleri sürece “sübyancı olma hakkını savunuyorum.”
Yani adamın biri bir çocuğu “temiz” duygularla okşayacak, öpecek ve onun bedenini incitmeden(!) kendi arzuları için kullanacak ve bu özgürlük olacak, öyle mi? Yanlış mı anlıyorum.
Bunları o zaman okuduğumda çok kızdığımı hatırlıyorum. Yeniden okuduğumda yüreğim yerinden fırlayacak gibi oldu. Ellerim titredi, suratım kıpkırmızı oldu. Aklıma çocuklarım, öğrencilerim, bir parça onarabilmek için didindiğim o masum bakışlar ve kendi çocuğum geldi.
Hangi çılgın benim minicik yavrumu arzulayacakmış : PARÇALARIM!
Sadece benim çocuğumu değil, hiçbir çocuğu arzulayıp kılına dahi dokunursa yukarı kullandığım kelimeyi bir kez daha kullanırım, hatta hiç çekinmem! Ben de sübyancıların çocuklarımız için çok büyük bir tehlike olduğunu ve hatta mümkünse çok ağır cezalar almalarını istiyorum.
Şili
Tijen Arttıran Çetin: Şilili anneler çocuğunu gittiği heryere götürüyor. Evde bırakmıyorlar. Çok nadiren büyük anne desteği görüyorlar ve bu normal bir durum. Metroda, otobüste, sokakta çok rahat emziriyorlar. Kimse de dönüp bakmıyor. Ayrıca devlet doğum yapan her anneye emzirme eğitimi veriyor. Çocuk 5 yaşına gelinceye değin süt yardımı yapıyor. Doğal doğum oranı çok yüksek. Yerli kültürün bir etkisi olsa gerek. Burada annelerin çok azı çocukları için akademik kaygı taşıyor. Liseyi bitirince üniversite okuyamama gibi bir sorun yok çünkü. Alternatif eğitim modelleri çok yaygın.
Güney Afrika
Akasya Asiltürkmen: Yanında kaldığım kadının on yasında bir kızı var. Hava oldukça soğuk olduğu halde çıplak ayakla dolaşıyor ve hasta filan da olmuyor. Ben bakarken uzaktan cocuğa içim cız ediyor ve anneannemin sesini duyuyorum adeta " evladım ayağına terliğini giy! " diye bağırıyor peşimden. Rahatlar, çok hem de. Çocuk yemekten önce Mısır gevreği yiyor ama her şeyi de seviyor. Elinden meyve düşmüyor. Sağlıklı. Daha iki yasında buz gibi suyla tanışıyor burada çocuklar ve köpekbalıkları içinde üç yasında sörfe başlıyor. Hepsinin dengesi mükemmel. İki tekerlekli bisikletle başlıyorlar direk. Ayağı çıplak kızın adı Arille ve şimdiden üç dil konuşuyor cadı. Annesi kontrolcü bir anne üstelik buradakilere göre. İşte böyle ??
İsveç
Şengal Güneş: Çoğu İsveçli kadın, oldukça fit oluyorlar hamilelik öncesinde. Yani kücük yastan itibaren mutlaka bir spor ile ilgilendikleri için, genelde hamileliklerinde de spora devam ederler. Çoğu anne son 1-2 aya kadar çalışır. Son ana kadar çalışanlar bile var. Erkenden izne ayrılmazlar. Doğumdan sonra anne sütü her ne kadar verilse de, Türkiye’ den daha hızlı bir şekilde mamaya geçilir. "Välling" adi verilen mamalar, süt ve undan üretilir ve çok yaygındır. Yaklaşık 5-6 yaşına kadar bu mamayı içen çocuklara rastlayabiliriz. Çocukların çoğu küçük yastan itibaren yazılmamış bir sosyal "kural" olan "Jante" kuralı ile yetiştirilir. Slogan "kendini bir şey sanma" dir. Bu sebeple okullarda, işyerlerinde, toplumun genel kesimi bu yazılmamış kuralı uygular ve bunun dışına çıkanlardan haz etmezler. Yani prestijiz olmak, sıradan olmak, "normal" olmaktır hedef.
İngiltere
Tijen Arttıran Çetin: Şilili anneler çocuğunu gittiği heryere götürüyor. Evde bırakmıyorlar. Çok nadiren büyük anne desteği görüyorlar ve bu normal bir durum. Metroda, otobüste, sokakta çok rahat emziriyorlar. Kimse de dönüp bakmıyor. Ayrıca devlet doğum yapan her anneye emzirme eğitimi veriyor. Çocuk 5 yaşına gelinceye değin süt yardımı yapıyor. Doğal doğum oranı çok yüksek. Yerli kültürün bir etkisi olsa gerek. Burada annelerin çok azı çocukları için akademik kaygı taşıyor. Liseyi bitirince üniversite okuyamama gibi bir sorun yok çünkü. Alternatif eğitim modelleri çok yaygın.
Güney Afrika