Biri toplumsal gündem ikincisi ise çocuğa ait gündem. İlkinden habersiz yaşanabilir ama ikinci olarak bahsettiğim gündem herzaman heryerde bir numaradır. Tıpkı bizim evde olduğu gibi.
Takip edenler bilirler, arada sırada Ata’ nın yemek seçme ve bazı tatları reddetme huyundan dert yanarım.
Yemek savaşlarından çok önce vazgeçmiştim. Belki de benim anlamsız ısrarım ve onun anlamsız itirazından dolayı bunun çatışarak ilerlemeyeceği çok ortadaydı. Oldukça yorucu bu mücadeleyi bırakmadım elbette, sık sık taktik değiştirdim ama son yöntem gerçekten çok işe yaradı.
Hem doysun hem de dengeli beslensin isterken, sadece belirli yemekler yemesine bir son vermeden önce ters köşe yaptım; bir çocuk psikoloğuna danıştığım. Hiçbir psikolojik alt nedeninin olmadığını söylemesinden sonra çocuk doktoruna danışmıştım. Çinko, demir, magnezyum ve omega içerikli bir beslenme tablosu önermiş ve minik bir takviye yazmıştı. Ayrıca tat alıştırma programıyla birlikte yüzümü sonuçlar oldu.
Doğumdan sonra eve geldiğimde şöyle bir baktım, minik, pembe yanaklı bir bebek yanı başımda uyuyordu. O kadar küçüktü ki; hiç büyümeyecek hep öyle minik kalacakmış gibi düşünmüştüm. Öyle değilmiş. Şimdi 4 yaşını bitirip 5 yaşına girmiş, kendi kendine yemek yiyen, oyun oynayan hatta tuvalet gibi önemli ihtiyaçlarını yardımsız gidermeye çalışan minik bir adam var yanı başımda.
Çok çabuk büyüyeceğini, bol bol sarılıp öpmemi öğütleyenleri dinlediğim için mutluyum. Naçizane, yeni annelere ben de tavsiye ederim. “Çocuklar belirli bir yaştan sonra kucağa gelmiyor ve öptürmüyorlar” demişlerdi, haklıymışlar. Biraz sarılsam, “aah, çok fazla sıkma anne” diyebiliyor. Eskisi kadar kucakta durmuyor. Neyse ki öpülmeye itirazı yok, hem öpmeye kıyamıyorum hem de doyamıyorum.
Öpücük deyince aklıma geldi. Bir akşam üzeri birlikte çizgi film izlerken kanepede yorgunluktan uyuyakalmışım, “benim Pamuk Prenses gibi uyuyan annem” diyerek yanağıma kondurduğu öpücükle uyandım. Aman Allahım! Uyandım ama birden mutluluktan uçmaya başladım. Sevgisini en kibar şekilde ifade etmeyi tercih eden, romantik bir erkek yetişiyor galiba… Çok mutluyum.
Aşk budur!
Sıramı beklerken, oğluma çok yakışacağını düşündüğüm gömleği ve üzerindeki kravatı okşuyordum. Pantolon da oldukça hoştu. Minik bir kediyi severmiş gibiydim. Sonuçta tatlı oğlumu son derece hoş görmek beni mutlu edecekti. Artık 4 yaşında genç bir delikanlı olan Ata kendi giysilerini kendisi seçiyor. Fakat özel günler için kıyafet almam gerektiğinde tercihlerime uyum sağladığından dolayı içim rahat bir şekilde yapmakta olduğum alışverişin tadını çıkarıyordum.
Kasiyer hanım, pırıl pırıl bir gülümsemeyle “hoşgeldiniz” dediğinde, keyfimin renklerinin bozulacağını hiç tahmin etmemiştim.
Sohbet etmeye başladık. Elimdeki ürünleri çok severek aldığımı ve Ata’ ya çok yakışacağını tahmin ettiğimi anlattım. Çocuğuma ait bütçemin en önemli harcamalarının eğitim, kitap, oyuncak ve etkinliklerle ilgili olduğunu, giyim konusunda lüks tüketimden kaçındığımı ekledim. Çabuk büyümeleri ve giysilerin küçülmelerinden dolayı değil, kişilik ve yeteneklerinin gelişmesini biraz fazla önemsediğim için böyle olduğunu söylerken o sırada kravatın barkodunu okuttu. Neredeyse 3 haneli bir rakam olan kravatın etiket fiyatını duyunca “bir yanlışlık olmasın” demiş bulundum. Kasadaki hanımefendi “olur mu, çok şık bir ürün seçtiniz, harika bir kravat, çocuğunuz için değmez mi” dediğinde daha da garip oldum.
Ancak acıktım kelimesini duymak neredeyse imkansızsa bu, ebeveynlere yol gösterme yerine çıkmaza sürüklenmelerine neden olan bir nevroza dönüşüyor.
Yemiycem, büyümicem!
Oğlum ek gıdalara geçtikten sonra bir anne olarak hemen hemen her öğünde diz boyu stres yaşadığımı paylaşmak isterim. Gerçi hoş, biz anneler tabağındakini bitirse de “acaba doydu mu” endişesine kapılırız. İçgüdüsel olarak yeterli ve dengeli beslenmeleri konusunda özel bir hassasiyetimiz var. İşte bu baskın içgüdü ve çocukların gelişim özelliklerine bağlı olarak gösterdikleri yemek yemeye itirazlar -özellikle sosyal medyadan takip ettiğim annelerin paylaşımlarına baktığımda- çoğumuzun ortak derdi.
Bebekken ağzını sıkı sıkı kapatıp yemeyi reddeden oğlum, şimdi 4 yaşında ve kendi cümleleriyle itiraz ediyor; “yemiycem, büyümicem”. Karmaşık hislerimle “peki evladım, yemezsen yeme” dedikten 2 saniye sonra panik, gerginlik ve çocuğum aç kalacak, büyümeyecek, hasta olacak, bu kış zor geçecek gibi bir milyon tane endişeyle “hop, bir dakika, bu yemek yenecek bu tabak bitecek” sloganını atarken buluyordum kendimi. Çoğu zaman ise sakin, ferah, kendinden emin anne profilinde davranarak “acıkınca yer” tesellisiyle avunuyorum.
Akşama doğru dayanamayıp haberlere göz atınca, "tam da gününü bulmuşum" demeden edemedim. Suriye' de gaz saldısırıyla öldürülen çocuklara ait fotoğrafları görünce sayısız gam ve kederime bir yenisi daha eklendi. Tepkimi dile getirsem ne yazar, ne değişir? Ben kimim ki, iki satılık bir yazıyla binlerce yıldır üzerimize miras kalan kardeş kavgasını durdurabileyim?
Yazıya başlamadan önce bütün bunları düşünmedim değil. Ancak, söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.
O masum küçücük bedenlerin arasına konan o küçücük buzlar kor ateş gibi düştü. Hangi câni henüz daha yürüyemeyen, konuşamayan, oyun oynamaktan başka hiçbir işi olmayan yavruları öldürür? Hangi dava çocukları yok edecek kadar haklı olabilir?
Tek kurşunlar canından olan Esma... O masumiyetine ne demeli? Sizin bulabildiğiniz kelimeler varsa lütfen paylaşın benimle. Zira benim bulduğum kelimeler dilimi acıtıyor.
Diğer adıyla annelik hüznü. Bebeğiyle yalnız kalan taze annenin durumunu anlamak ve ona yardımcı olmak isteyenler için gelsin.
Kate Middleton' ın bebek hüznü yaşıdığına dair haberlerde yer alan "ağlama" bölümünü, doğum yapıp da anlamayan kadın olmaz diye tahmin ediyorum. Şartlar farklı olsa da duyguların evrensel olduğu kanaatindeyim.
Doğum sonrası kendi halime bakıyorum da, evde minik bir bebekle tek başımaydım. Hem de çok uzun bir süre. Yakınlarımdan uzak oluşum, koskoca şehirde bebeğimle gidebileceğim kimsenin olmaması, üstelik "seni anlıyorum" mesajının eksikliği... Sütün yeterli olması için çabalarken "sütün yetmiyor" diyenler... Çok zordu.
Annelik ateşten gömlekse, yeni doğum yapan annenin üzerime körükle gitmeyin; hanımlar, beyler.
-Doğumdan sonra her anne çeşitli duygusal karmaşalar, hüzün hatta depresyon yaşar. Kimi anne kolay atlatır, kimi anne ise psikolojik yardım alarak atlatmaya çalışır.
-Postpartum,
Anne olduktan sonra baygınlık geçirme noktasına gelerek dinlediğim o sohbetlerin tam ortasına düşünce eski günlere bakıp kendime gülmeden edemiyorum doğrusu. Kıdemli anne annem, yeni anne olarak bendeniz ve anne olmayı düşünen kuzenimle çay sohbetindeyken konu döndü, dolaştı anneliğe geldi. Anne olmadan önceki hayat ile anne olduktan sonra değişen belli başlı şeyleri konuşurken epey güldük.
- Hafta: kavram olarak anne olmadan önce sadece 7 günü ifade ediyorken, hamilelikle birlikte zaman kavramı değişir. Gebelik ve doğumdan sonra bebek için haftalık gelişim kavramı damgasını vurur.
- Uyku: Anne olmadan önce kesintisiz uyunan bir uykunun üzerine “yarım saat daha uyuyayım, sonra kalkarım” denir. Doğumdan sonra gecede 30 defa uyanınca uykusuz annenin tarih boyunca uyuduğu her günü yad edilir, derin derin iç çekilir.
- Kahve:
Hani bir reklam vardı; minik kız “benim annem hem aşçı, hem doktor, hem kuaför…” diye sayıyordu. Gerçekten durum bundan çok farklı değil. Anne olduktan sonra bir şekilde kadın kendini aşıyor. Hele ki çalışıyorsa organizasyon kelimesinin canlı haline dönüşüyor. Üstelik birden fazla çocuğu varsa, elleri öpülesi…
Üç çocuklu avukat bir arkadaşım var. 3 çocuğunun eğitimi, bürodaki işlerin yönetimi ve organizasyonu, evdeki yardımcılarının görev ve sorumluluklarının takibi gibi önemli işlerinin yanı sıra akşam eve döndüğünde yemek, kek, börek ve pasta pişiriyor. Üstelik hobilerine ve kendine zaman ayırıyor. Onu dinlerken ben yoruluyorum fakat kendisi civa gibi, maşallah. Boşuna dememişler “Allah dağına göre kar verir” diye… Onun yerinde ben olsam ya işler aksardı ya da çocuk aç kalırdı.
Tabi kendimi yabana atmayayım. Parkta bir anne arkadaşımla karşılaşmıştığımda bana “bu kadar işi ne ara yetişiyorsun” sorusunu sormuştu. Bu soruyu duyana dek ben de farkında değildim sanırım, çünkü birden durup düşündüm. Ev işleri, çocuğun bakımı, yemek, blog ve yazı yazmaya zaman ayırmaya çalışırken 24 saati gümbür gümbür yaşıyormuşum meğer. Yardımcım da yok. Üstelik bitki bakımı, scrapbooking, albüm tasarımı, fotoğraf düzenleme gibi hobilerime 5 dakika bile olsa zaman bulabiliyorum sanırım.