Aylin Anne

Meme

14 Ekim 2013
Bugünlerde memeden yana çok dertliyim.

Anne olmadan önce adı göğüstü. Göğüs dediğimde cinsel organ olduğu kadar, süt verilen vücut dokusunun adıydı. Aslında meme dememek için çabalamanın en kibar yoluydu. Öyle ya, kulak memesi kıvamına gelen un betimlemesi bile müstehcen sayılırken, meme diyerek ortalığı karıştırmanın bir anlamı yoktu.


Doğumdan sonra emzirme senfonisi başladığında göğüs kavramı oldu “meme”. Çünkü tıptaki ismi bu. Meme kanseri, meme dokusu, meme büyütme/küçültme operasyonu vesaire. Artık bilimsel konuşuyordum:


- Meme ucunun çatlağı
- Meme tutuş pozisyonu
- Sağ meme sol meme gibi hiç de erotik olmayan cümleler dilime pelesenk olmuştu.


Yazının Devamını Oku

Sabırlı biri değilseniz özel çocuklardan uzak durun

8 Ekim 2013
Konya’ da yaşanan dayak skandalının tek bir açıklaması var; herkes özel eğitimci olamaz.Sorun neydi, dayak yiyen bu genç ne yapmıştı da tekme tokat dayak yemişti, bilemiyorum. Olumsuz davranışların değişmesi için özel eğitim yöntemleri varken, dayağın tercih edilmesi, gencin öğretmenlerinin bu işin uzmanı olmadığının bir göstergesi.

1-Sabırlı biri değilseniz özel eğitimci olmayın. Kendinize başka bir iş bulun. Bugüne değin alan dışından herkese özel eğitimde çalışma izni verildi. Bu tıp okumadan cerrah olmaya benzer. Kısa süreli, ezbere dayalı formasyon eğitimleri, özel eğitim anlayışı kazandırma konusunda yetersiz kalıyor.




2-Özel eğitim rant kapısı değildir.

Yazının Devamını Oku

Emziren annelere tavsiyeler

4 Ekim 2013
Anne olduktan sonra “yine olsa yine aynı şeyi yaparım” dediğim şeylerin başında emzirme maceram gelir herhalde.

Süt gelmiyor mu, yeterli mi, bebeğim beslenmiyor mu derken herşey yoluna girdi ve tam 20 ay emzirdim. Emzirme döneminde tanıştığım, tavsiyelerini uyguladığım Hamile Eğitmeni ve Emzirme Danışmanı sevgili Esra Ertuğrul’ un tavsiyeleri annelerin işine yarayabilir:



EĞLENCELİ GERÇEKLER


Yazının Devamını Oku

Ebeveynler anı yaşayabilir mi?

1 Ekim 2013
1 gün 365 gün boyunca hiç şaşmadan 24 saat iken, anne olduktan sonra anlamsız derecede kısalır, yetmez olur. Çocuğunuz yoksa 24 saate onlarca aktivite dahi sığdırsanız dahi “off sıkıldım” dediğiniz anları yaşamanız mümkündür.

90’lı yılların sonlarına doğruydu. Fakültede psikoloji, sosyoloji ve felsefe ağırlıklı derslerle dolu bir yıldı. Varoluşçu felsefe dersi harikuladeydi. Aynı zamanda Uzak Doğu ve tasavvuf bilginlerinin kitaplarını okumaya başlayınca iki tane kanadım olmuştu. İki zıt yöne doğru açılan 2 kanat, ve kanatlarımı çırparak yerin –bazen- anlamsız çekiminden uzaklaşıyordum. Çoğu zaman ise dengemi korumama yardım ediyordu.

2000’li yıllarında başında hayatımızın hızlı bir şekilde dijitalleşmesiyle birlikte yaşam biçimimizde değişti. Hiçbir şeye yetişemez olduk.


Herşey o kadar hızlı ki, 2 saat Twitter’ a girmeyince ülkede ve dünyada olup bitenleri kaçırıyorum. Sabah aline aldığım gazeteye bakarken arşivi tarıyormuşum gibi bir hisse kapılmıyor değilim. Hatta “bu haberi dün akşam okudum” diyorum. Oysa sadece 12 saat geçmiş ama haber eskimiş bile.


Prof. Dr. Yankı Yazgan’ ın 2 gün önceki tweetinde: “Hayatımızı biraz olsun yavaşlatırsak beynimiz daha etkin çalışır. Otomatik, düşünmeden hareketlerimizi daha iyi denetleyebiliriz.” demişti. Hem çılgıncasına koşturuyoruz hem de çocuklarımıza kaliteli zaman geçirmenin telaşındayız.


Yazının Devamını Oku

Engelli bireylerle pozitif iletişim nasıl kurulur?

30 Eylül 2013
Çerkezköy'de bir Özel Eğitim Merkezi'nin açılışında konuşan Sayın Ziyaeddin Akbulut, hükümetinin engelliler için çıkardığı yasaları hatırlatarak, "2005'te çıkardığımız yasa ile biz engellileri insan yerine koyduk, adam yerine koyduk" demiş. Engellilerle ilgili sözde duygusal konuşmalar, ancak özde acıma duygusu ve ayrımcılık, görünür olarak ise para yardımı kampanyalarıyla sınırlı kaldığımızı görmek zor değil.

Habere ilişkin okur yorumlardan bir tanesi konuyu çok güzel özetlemişti: “Engelli birey gördüğümüzde uzaylı görmüş gibi oluyoruz, aslında biz engellilere nasıl yaklaşacağımızı bilemiyoruz” diyordu.


Bizim buralarda engelli veya özürlü sözcüğü genellikle tekerlekli sandalye kullananları çağrıştırır. Geçen hafta tanık olduğum bir olay bu algımızla ilgili örnek oluşturdu. Otobüse binip orta kapıya yakın bir yere oturmuştum. Bir sonraki durakta ortopedik engelli bir beyefendi koltuk değnekleri aracılığıyla otobüse bindi. İlk sıra engelli ve hamilelere tahsis edilir, bilirsiniz. Orada oturan teyze ve yanındaki küçük çocuğa “hep engellilerin yerine oturuyorsunuz, kalkın” diyerek sesini yükseltti. Teyzenin yanıtıyla otobüs halkı olarak hep birlikte kısa süreli bir şok geçirdik. “Biliyorum evladım, sakin ol, bağırmana gerek yok. Benim bir gözüm görme engelli, torunum da zihinsel engelli.” Beyefendi özür dileyerek gönlünü almak istedi, konu tatlıya bağlandı ve kapandı. Biz de kıssadan hissemizi aldık.


Bilenlerin bilmeyenlere anlatsın!


Nasıl yaklaşacağını bilmek istiyor ve pozitif iletişim kurmak isterseniz şunlara dikkat edebilirsiniz:


Yazının Devamını Oku

Çocukları rahat bıraksak ne olur?

27 Eylül 2013
Yaklaşık 4 yıldır blog yazarlığı yapıyorum. Yemek, uyku, sağlık, beslenme, anne olmak, gelişim psikolojisi, öğrenme ve özel eğitim… Bu 4 yılda uzmanlığımın el verdiği, aklımın yettiği ölçüde, bilgilerimi, annelik serüvenimi paylaşmaya çalışıyorum. Ancak son günlerde geriye dönüp baktığımda çok farklı bir yöne doğru ilerlediğimi görüyorum.

Bu yıl otizmli çocuklarla çalışmaya başladım. Tamamına yakını “ağır” tanılı. Ağır kelimesini okuyunca yüreğinizin çarptığını hisseder gibiyim. Fakat her birini ayrı ayrı incelediğinizde karşımıza korkulacak türden kabus değil, çok “farklı” dünyalar olduğunu ifade edebilirim. Çocuklar evrenseldir. Otizmde de sevgi sözcüklerinin, güler yüzün, şakalaşmanın etkisi “müthiş”.

Sınıfta çeşitli beceri ve bilgiler çalışmaya çalışırken, dışarıda kaygıları ve beklentileri olan anneler ders boyu deyim yerindeyse “volta atıyor”. Farklı gelişen çocukların anneleri, sınıf kapısını aralandığında yüzlerindeki endişeyi dağıtacak ılık bir rüzgara ihtiyaç duyar. Sınıfın psikolojik atmosferi güneşli olunca, kapıda bekleyen annenin yüzüne mutlu bir dersin esintisinin değmemesi mümkün mü?

En hızlı haliyle bile, özel eğitim adım adım ilerler.

Yazının Devamını Oku

4 yaş çocuğunun kıyafet seçimi

24 Eylül 2013
Ata 4. Yaşını bitirip 5 yaşına girdiği doğum günü öncesiydi. “Sana bir süprizim olacak, ama almamı istediğin bir şey varsa bana söyler misin” dedim. Gelen yanıtla şok oldum.

O güne değin, tek yanıt o dönemin favori oyuncakları olurdu. Ekskavatör, vinç, kamyon… Daha sonra dinozorlar girdi hayatımıza, Stegosaurus, Bracihosaurus, T-Rex, Ankylosaur, Diplodocus… Bana göre kaba saba şeyler ve isteklerini oyuncak günlerinde gerçekleştirmeye çalıştım. Daha önce bir yazımda bahsetmiştim, bütçemin çoğu eğitim, oyuncak, kitap, etkinlik vb gibi şeylere gidiyor. Giysi ve benzeri kalemlere çok fazla yer ayırmıyorum.

Ata, 4. Doğum günü için benden kıyafet alış verişine çıkmamızı isteyince gerçekten şaşırdım. Evdekilerden memnun değildi demek ki. Neleri tercih edeceğini merak ettiğim bu alış verişten eve çeşitli kıyafetlerle döndük. Tişörtlerden bahsetmeme gerek var mı, bilemiyorum? Çünkü hepsi dinozorlu!


Dinozorsuz kıyafetlerimiz ise ya çizgili ya da kareli. Gömlekler ise yine her zamanki gibi buz mavisi veya gri… Bu seçimler aslında çok fazla renkli seçenekleri olmayan erkek çocuk modasının bir yansıması gibi geliyor bana. Olabildiğince renkli giysiler seçmesinden yanaydım. Örneğin yeşil bir pantalonu, turuncu bir hırkayı beğendirmeye çalıştım, itiraf ediyorum.

Yazının Devamını Oku

Cinsel istismara Hayır!

23 Eylül 2013
Geçtiğimiz Pazar günü Çocuk İstismarına Karşı Bilinçlendirme semineri gerçekleştirildi. Uzman Psikolog Pınar Mermer, Avukat Seray Uysal ve Avukat Ebru Arayan’ ın katılımıyla düzenlenen seminerde cinsel eğitim ve cinsel istismar konuları hakkında önemli bilgi paylaşımlarında bulunuldu.

Fikirdenk.com’ un evsahipliği yaptığı ve Unnado’ nun sponsorluğunda gerçekleşen toplantıya İnternet Anneleri ekibi teknik destek verdi. Böylelikle farklı şehirlerdeki pek çok ebeveyn semineri online dinleme şansı yakalamış oldu.


Seminerde paylaşılanları Dorikus blogunun yazarı Sena Baran’ ın notlarından derleyerek aktarıyorum:


- Cinsel eğitime ne zaman başlanmalı? Cinsel eğitime başlamanın illa bir yaşı var mı derseniz, tuvalet eğitimini başlangıç noktası kabul edebiliriz. Bedenini tanımaya, bezi çıkarıp cinsel organını görmeye başlayan çocuklar için 18. aydan sonra hazırlık yapma zamanı gelmiş demektir. Hatta 5-6 aylık bebekler bile alt değişimi sırasında cinsel bölgelerine dokunma sırasında bilinçaltı için bir kayıt yaratıyor.


- Cinsel konularda baskı nelere yol açar? Bilinç kazandığı ve konuşmaya başladığı dönemlerde bedenine ait espriler; ayıp, pis, kaka, günah, yasak gibi tepkilerle onları baskı altına almamalıyız. Eğer anne baba olarak cinselliğe ait endişelerimiz, korkularımız varsa bebeklik döneminden itibaren duygu dedektörü olan çocuklarımızı kaygılandıracak bir tavır içine girmememiz gerekiyor. Çünkü bunu fark eden çocuk “bu konuda önemli/ kritik/ endişe verici bir durum var ” düşüncesine sahip olabilir.


Yazının Devamını Oku