Anne olmadan önce adı göğüstü. Göğüs dediğimde cinsel organ olduğu kadar, süt verilen vücut dokusunun adıydı. Aslında meme dememek için çabalamanın en kibar yoluydu. Öyle ya, kulak memesi kıvamına gelen un betimlemesi bile müstehcen sayılırken, meme diyerek ortalığı karıştırmanın bir anlamı yoktu.
Doğumdan sonra emzirme senfonisi başladığında göğüs kavramı oldu “meme”. Çünkü tıptaki ismi bu. Meme kanseri, meme dokusu, meme büyütme/küçültme operasyonu vesaire. Artık bilimsel konuşuyordum:
- Meme ucunun çatlağı
- Meme tutuş pozisyonu
- Sağ meme sol meme gibi hiç de erotik olmayan cümleler dilime pelesenk olmuştu.
1-Sabırlı biri değilseniz özel eğitimci olmayın. Kendinize başka bir iş bulun. Bugüne değin alan dışından herkese özel eğitimde çalışma izni verildi. Bu tıp okumadan cerrah olmaya benzer. Kısa süreli, ezbere dayalı formasyon eğitimleri, özel eğitim anlayışı kazandırma konusunda yetersiz kalıyor.
2-Özel eğitim rant kapısı değildir.
Süt gelmiyor mu, yeterli mi, bebeğim beslenmiyor mu derken herşey yoluna girdi ve tam 20 ay emzirdim. Emzirme döneminde tanıştığım, tavsiyelerini uyguladığım Hamile Eğitmeni ve Emzirme Danışmanı sevgili Esra Ertuğrul’ un tavsiyeleri annelerin işine yarayabilir:
EĞLENCELİ GERÇEKLER
90’lı yılların sonlarına doğruydu. Fakültede psikoloji, sosyoloji ve felsefe ağırlıklı derslerle dolu bir yıldı. Varoluşçu felsefe dersi harikuladeydi. Aynı zamanda Uzak Doğu ve tasavvuf bilginlerinin kitaplarını okumaya başlayınca iki tane kanadım olmuştu. İki zıt yöne doğru açılan 2 kanat, ve kanatlarımı çırparak yerin –bazen- anlamsız çekiminden uzaklaşıyordum. Çoğu zaman ise dengemi korumama yardım ediyordu.
2000’li yıllarında başında hayatımızın hızlı bir şekilde dijitalleşmesiyle birlikte yaşam biçimimizde değişti. Hiçbir şeye yetişemez olduk.
Herşey o kadar hızlı ki, 2 saat Twitter’ a girmeyince ülkede ve dünyada olup bitenleri kaçırıyorum. Sabah aline aldığım gazeteye bakarken arşivi tarıyormuşum gibi bir hisse kapılmıyor değilim. Hatta “bu haberi dün akşam okudum” diyorum. Oysa sadece 12 saat geçmiş ama haber eskimiş bile.
Prof. Dr. Yankı Yazgan’ ın 2 gün önceki tweetinde: “Hayatımızı biraz olsun yavaşlatırsak beynimiz daha etkin çalışır. Otomatik, düşünmeden hareketlerimizi daha iyi denetleyebiliriz.” demişti. Hem çılgıncasına koşturuyoruz hem de çocuklarımıza kaliteli zaman geçirmenin telaşındayız.
Habere ilişkin okur yorumlardan bir tanesi konuyu çok güzel özetlemişti: “Engelli birey gördüğümüzde uzaylı görmüş gibi oluyoruz, aslında biz engellilere nasıl yaklaşacağımızı bilemiyoruz” diyordu.
Bizim buralarda engelli veya özürlü sözcüğü genellikle tekerlekli sandalye kullananları çağrıştırır. Geçen hafta tanık olduğum bir olay bu algımızla ilgili örnek oluşturdu. Otobüse binip orta kapıya yakın bir yere oturmuştum. Bir sonraki durakta ortopedik engelli bir beyefendi koltuk değnekleri aracılığıyla otobüse bindi. İlk sıra engelli ve hamilelere tahsis edilir, bilirsiniz. Orada oturan teyze ve yanındaki küçük çocuğa “hep engellilerin yerine oturuyorsunuz, kalkın” diyerek sesini yükseltti. Teyzenin yanıtıyla otobüs halkı olarak hep birlikte kısa süreli bir şok geçirdik. “Biliyorum evladım, sakin ol, bağırmana gerek yok. Benim bir gözüm görme engelli, torunum da zihinsel engelli.” Beyefendi özür dileyerek gönlünü almak istedi, konu tatlıya bağlandı ve kapandı. Biz de kıssadan hissemizi aldık.
Bilenlerin bilmeyenlere anlatsın!
Nasıl yaklaşacağını bilmek istiyor ve pozitif iletişim kurmak isterseniz şunlara dikkat edebilirsiniz:
Bu yıl otizmli çocuklarla çalışmaya başladım. Tamamına yakını “ağır” tanılı. Ağır kelimesini okuyunca yüreğinizin çarptığını hisseder gibiyim. Fakat her birini ayrı ayrı incelediğinizde karşımıza korkulacak türden kabus değil, çok “farklı” dünyalar olduğunu ifade edebilirim. Çocuklar evrenseldir. Otizmde de sevgi sözcüklerinin, güler yüzün, şakalaşmanın etkisi “müthiş”.
Sınıfta çeşitli beceri ve bilgiler çalışmaya çalışırken, dışarıda kaygıları ve beklentileri olan anneler ders boyu deyim yerindeyse “volta atıyor”. Farklı gelişen çocukların anneleri, sınıf kapısını aralandığında yüzlerindeki endişeyi dağıtacak ılık bir rüzgara ihtiyaç duyar. Sınıfın psikolojik atmosferi güneşli olunca, kapıda bekleyen annenin yüzüne mutlu bir dersin esintisinin değmemesi mümkün mü?
En hızlı haliyle bile, özel eğitim adım adım ilerler.
O güne değin, tek yanıt o dönemin favori oyuncakları olurdu. Ekskavatör, vinç, kamyon… Daha sonra dinozorlar girdi hayatımıza, Stegosaurus, Bracihosaurus, T-Rex, Ankylosaur, Diplodocus… Bana göre kaba saba şeyler ve isteklerini oyuncak günlerinde gerçekleştirmeye çalıştım. Daha önce bir yazımda bahsetmiştim, bütçemin çoğu eğitim, oyuncak, kitap, etkinlik vb gibi şeylere gidiyor. Giysi ve benzeri kalemlere çok fazla yer ayırmıyorum.
Ata, 4. Doğum günü için benden kıyafet alış verişine çıkmamızı isteyince gerçekten şaşırdım. Evdekilerden memnun değildi demek ki. Neleri tercih edeceğini merak ettiğim bu alış verişten eve çeşitli kıyafetlerle döndük. Tişörtlerden bahsetmeme gerek var mı, bilemiyorum? Çünkü hepsi dinozorlu!
Dinozorsuz kıyafetlerimiz ise ya çizgili ya da kareli. Gömlekler ise yine her zamanki gibi buz mavisi veya gri… Bu seçimler aslında çok fazla renkli seçenekleri olmayan erkek çocuk modasının bir yansıması gibi geliyor bana. Olabildiğince renkli giysiler seçmesinden yanaydım. Örneğin yeşil bir pantalonu, turuncu bir hırkayı beğendirmeye çalıştım, itiraf ediyorum.
Fikirdenk.com’ un evsahipliği yaptığı ve Unnado’ nun sponsorluğunda gerçekleşen toplantıya İnternet Anneleri ekibi teknik destek verdi. Böylelikle farklı şehirlerdeki pek çok ebeveyn semineri online dinleme şansı yakalamış oldu.
Seminerde paylaşılanları Dorikus blogunun yazarı Sena Baran’ ın notlarından derleyerek aktarıyorum:
- Cinsel eğitime ne zaman başlanmalı? Cinsel eğitime başlamanın illa bir yaşı var mı derseniz, tuvalet eğitimini başlangıç noktası kabul edebiliriz. Bedenini tanımaya, bezi çıkarıp cinsel organını görmeye başlayan çocuklar için 18. aydan sonra hazırlık yapma zamanı gelmiş demektir. Hatta 5-6 aylık bebekler bile alt değişimi sırasında cinsel bölgelerine dokunma sırasında bilinçaltı için bir kayıt yaratıyor.
- Cinsel konularda baskı nelere yol açar? Bilinç kazandığı ve konuşmaya başladığı dönemlerde bedenine ait espriler; ayıp, pis, kaka, günah, yasak gibi tepkilerle onları baskı altına almamalıyız. Eğer anne baba olarak cinselliğe ait endişelerimiz, korkularımız varsa bebeklik döneminden itibaren duygu dedektörü olan çocuklarımızı kaygılandıracak bir tavır içine girmememiz gerekiyor. Çünkü bunu fark eden çocuk “bu konuda önemli/ kritik/ endişe verici bir durum var ” düşüncesine sahip olabilir.