Ateş Yalazan

Ehlivukuf ve siyasi endişeler

22 Aralık 2008
BÜYÜKŞEHİR Belediye Başkanı Melih Gökçek’in sık sık şikayet ettiği bilirkişi kurumunu Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu düzenliyor. 1927 tarihini taşıyan kanunun üçüncü kısmının başlığı "Ehlivukuf." Yani bilirkişi. Kanun, bilirkişinin tarifini "Mahkeme, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir" biçiminde yapıyor.

Başkan Gökçek, hemen hemen bütün konuşmalarında, kaybettiği davalardan bilirkişileri sorumlu tutuyor. Başkan özellikle ODTÜ’lü bilirkişilerden şikayet ediyor.

Gökçek bunu yaparken, mahkeme kararlarına saygısı olduğunu özellikle vurguluyor ve bilirkişi ile mahkeme hakimlerini ayrı ayrı değerlendirdiğini söylemek istiyor. Oysa; yasada bu konudaki hükümler çok açık.

Bilirkişileri belirlemede son söz mahkemenin hakiminde.

Yani aslında Gökçek’in eleştirdiği bilirkişileri tayin eden de Gökçek’in eleştirmek istemediği mahkemenin hakimi.

Ayrıca yasaya göre mahkeme bilirkişi raporuna uymak zorunda değil. Ama eğer hakim, bilirkişi raporuna uyuyorsa bu durum raporu da mahkeme kararının bir parçası haline getiriyor.

Ayrıca bir bilirkişi raporunun tartışılması zemini de televizyon programları değil şüphesiz. Eğer bilirkişi raporu sorgulanacaksa bunun zemini de yine mahkemedir, zamanı yargılama aşamasıdır.

Ayrıca aynı yasa bilirkişilerin raporlarının "maddi olgu ve fiili gerçeklerle bağdaşmadığı yönünde kuvvetli belirtiler ve şüphelerin olması durumunda Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu hükümleri uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının Cumhuriyet savcılığına gönderilmesini" de düzenliyor. Yani eğer bilirkişilerin raporlarıyla ilgili bir sorun varsa savcılar soruşturma açabiliyor.

HUKUKA UYGUN ADIMLAR

Gökçek zaman zaman da, çalışmalarıyla ilgili alınan yürütmeyi durdurma kararları nedeniyle hizmetlerin engellendiğini söylüyor ve bu konularda pankartlar, ilanlar astırıyor. Halbuki durum gayet net.

Eğer mahkeme bir uygulamayla ilgili yürütmeyi durdurma veya iptal kararı veriyorsa, bu, o uygulamanın hukuka uygun olmadığı anlamına geliyor.

Böyle bir karar karşısında ise bir belediye başkanına düşen, hatada ısrar etmek değil, hukuka uygun projeler üretmek olmalı. Ama Gökçek böyle yapmıyor.

Aslında yukarıdaki iki örnek çok net bir başkan tipolojisini ortaya koyuyor. Gökçek, hiç hata yapmadığını düşünüyor. Ve bu düşüncesi nedeniyle de kendisini eleştirenlere hemen saldırıyor. Gökçek’e göre, onu eleştiren herkes büyük bir komplonun parçaları.

GÖKÇEK’İN SİYASİ ENDİŞELERİ

Gökçek dünkü açıklamasında da Kılıçdaroğlu ile arasındaki düelloyu yöneten Uğur Dündar’a saldırıyor.

"Malvarlığı konusuna girmeyelim" dediğini aktaran Dündar için şöyle diyor Gökçek:

"Uğur Dündar da ne zaman arzu ediyorsa kendisi de benim gibi bir kamu hizmeti yaptığına göre, kendi servet beyanı ile benim servet beyanımı müştereken gazetecilerin huzurunda açıklayalım."

Yani Gökçek’le ilgili bir eleştiride bulunursanız, herhangi bir cümle söylerseniz hemen sizi de aynı şeyle suçluyor, itham ediyor. Dündar bu mesleğin duayen isimlerinden biri.

Gökçek’in kendisine sarf ettiği bir cümleyi kamuoyuna açıkladı diye neden onun malvarlığı tartışma konusu olsun?

Söz konusu olan Dündar’ın değil Gökçek’in malvarlığı. Bu konuya girmeyelim deyip, konuyu gündeme taşıyan da Gökçek.

Şimdi, Gökçek, Kılıçdaroğlu’nu bıraktı, Dündar’ı açık oturuma çağırıyor. O açık oturumu yöneten kişi de muhtemelen Gökçek tarafından "yanlı" ilan edilip yeni bir açık oturuma davet edilecek. Bu böyle sürer gider herhalde.

Kılıçdaroğlu ile tartışmasında sergilediği tavır ve profil de aslında Gökçek’in bazı siyasi endişeler taşıdığını ortaya koyuyor.

Gökçek’in psikolojisini acaba bu endişeler mi yönlendiriyor?
Yazının Devamını Oku

Keşke Aysel Gürel sevgilim olsaydı

8 Aralık 2008
HATİCE Peköz, ilkokul mezunu, yazarlık sevdasında bir köylü kadını. Hatay’ın Dörtyol ilçesinde çiftçilik yapıyor.

50 yaşında.

Bugüne kadar sekiz roman, 500’ün üzerinde şiir kaleme almış.

Şimdi daha rahat yazabilmek için "danasını" satıp "bilgisayar" almış.

Çocukluktan beri yazdığını, bunu bilen eşinin de kendisini sürekli desteklediğini söylüyor.

Zaten, danayı satıp bilgisayar alma fikri de eşinin.

OKUMAK İÇİN KÖYDEN KAÇTILAR

Elazığ’ın Karakoçan ilçesine bağlı köylerden okumak için ilçeye gelen 34 kız kaymakamlığın yardımlarıyla tuttukları evde kalıyorlar. Kızlar burada eğitimlerini sürdürüyor.

Dilan, Zozan, Yaprak bu kızlardan üçü.

Tunceli’nin Mazgirt ilçesine bağlı Akdüven Köyü’nden iki kız kardeş Karakoçan’daki bu uygulamayı öğrenince evlerinden kaçıp gelmişler. Kaymakam Cengiz Ünsal anlatıyor:

"Bir gün İlçe Emniyet Müdürümüz geldi. ’İki kız kardeş kayıp, aileleri geldi. Buraya kaçmış olma ihtimallerinin bulunduğunu söylüyorlar. Çünkü komşu köylerde kalan kızlardan, geçen yıl YİBO’da okuyan arkadaşları varmış’ dedi. Bunun üzerine evlerimizdeki kızlarımıza sordurduk. Bu kızların, bizim öğrencilerimizin yanına geldiklerini ve okumak istediklerini söylediklerini öğrendik."

Şimdi o iki kız kardeş de diğerleriyle birlikte kalıyor, okullarına gidiyorlar.

BU HAFTA UNUTURUZ

Turgut Özakman hatırlatmıştı bir kaç hafta önce.

Sıdıka Avar’ı...

Hani o Elazığ’ın, Tunceli’nin köylerini at, katır sırtında gezen, kamyonlarla günlerce yol yaparak o köylere, o köylerdeki küçük kız çocuklarına ulaşan öğretmenliğin gurur abidesini. Köylerden topladığı kız çocuklarını yatılı okullarda okuttu Avar.

Avar’ın, kuruluşuna tanıklık ettiği genç cumhuriyetin geleceği için çocuklar yetiştirmek üzere bütün bir hayatını, ailesini göz ardı ederek yaptığı hizmetleri kim hatırlıyor bugün?

Geçen hafta Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verilmesinin 74.yıldönümüydü.

Tüm Türkiye’de konuşmalarla, laflarla, sözlerle hatırlandı.

Korkmayın, bu haftaya unuturuz.

Seçimlere doğru yine yüzde 25-30 hedefleri konulur, belediye meclisleri için ama sonra gerçekleşmez.

Biliyor musunuz Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi’nde kaç kadın var?

Dört.

Meclis’teki toplam üye sayısı ise 131.

131 kişiden sadece dördü.

Ama hedef ne?

Yüzde 30.

TÜM KADINLAR BAŞARABİLİR

Türkiye’nin gelmiş geçmiş en deli dolu, en çılgın kadınlarından biri geçen yıl hayatını kaybetti.

Kadınlığını hayatının son nefesine kadar savundu, onun için savaştı.

Aysel Gürel, son nefesini vermeye hazırlandığı günlerde kızı Mehtap Ar’ın kulağına eğilip söylemiş:

"Tüm kadınlara söyleyin, bilsinler ki, ben 80 yaşıma kadar çalıştım ve dimdik ayaktayım. Çalışmak ve ayakta kalmak güç ama ben başardım. Tüm kadınlar da başarabilir."

Kızı Müjde Ar, televizyon programında anlattı. Son anlarında bile ayakları titrerken, titreyen bacaklarının üzerine kağıt koyup şarkı sözleri yazıyordu.

Son anına kadar çalıştı.

Ve bu ülkenin kadınlarına da aynısını söyledi.

"Ben 80 yaşıma kadar çalıştım ve dimdik ayaktayım."

Çocukları küçükken, adalet için, peyniri cetvelle ölçüp öyle kesermiş. Kızları Müjde ve Mehtap ile kendisine. Kendisinin yemediği üçüncü parçayı ertesi gün yine üçe böler cetvelle, dağıtırmış.

Kızlarını da kendisini de kendi başına yetiştirdi Aysel Gürel.

Yaşama gözlerini yummadan az önce hastane yatağında kutladığı son yaş gününün görüntülerini izledik televizyonda.

Onlarca insan onu alkışlarken, önüne doğumgünü pastası getiriliyor, serum hortumları sarkan kollarıyla o da karşısındakileri alkışlıyordu. Zor kalkan kollarını, çevresindekileri hastalığıyla üzmemek için havada birleştiriyordu.

Öldükten sonra hayatını bir kez daha dinleyince içimden "Keşke Aysel Gürel sevgilim olsaydı" demiştim.

Kendi ayakları üzerinde duran, kadınlığı için savaşan, çocuklarını yetiştiren, son anlarında bile çevresindekileri üzmemeyi düşünen ve ölürken bile bu ülkenin kadınlarına seslenen bir sevgili.

Hatice, Zozan, Sıdıka, Dilan veya Aysel...

Korkmayın, nasıl olsa hepsinin isimlerini unutacağız.

Bugüne kadar olduğu gibi.
Yazının Devamını Oku

Maltepe’ye anıt heykel dikelim

1 Aralık 2008
HABER İzmir’den. 1862 yılında kurulan hava gazı fabrikasıyla ilgili. Fabrika 1994 yılında kapanmış. Bir süre otobüs garajı olarak kullanılmış.

Şimdi ise kültür ve sanat merkezine dönüştürüldü.

Restore edilen tesiste, kafeterya, sanat atölyeleri, okuma salonu, hediyelik eşya satış birimi, sergi salonu bulunuyor.

Bir de açık hava sineması.

İzmirliler, çimlere oturarak seyredeceklermiş filmleri. Bir de 200 yıllık zeytin ağaçları dikilmiş.

Önce imrendim. Sonra da Anadolu Ajansı’nın bu haberi beni geçmişe götürdü.

Ankara’da, Maltepe’deki havagazı fabrikasına.

1980’lerin sonuna doğru kapanmıştı fabrika. O dönemde kültür ve sanat merkezi olarak yeniden düzenlenmesi düşünülüyordu.

Sonra ne mi oldu?

Hatırlıyor musunuz?

Yıkıldı.

Yerine, başka herhangi bir alana da yapılabilecek Maltepe Pazarı inşa edildi.

Cumhuriyetin ilk sanayi yapılarından biri, endüstri müzesi veya kültür merkezi olabilecekken yıkıldı.

MALTEPE PAZARI

GEÇİCİYDİ

Oysa fabrika 1991 yılında "sit alanı" olarak koruma altına alınmıştı.

Ama Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in ısrarlı girişimleri ve dönemin Kültür (!) ve Turizm Bakanı Atilla Koç’un yardımıyla koruma kararı 2000’li yıllarda kaldırıldı.

Hatırlatalım, Koç, bakanlığından önce Gökçek’in genel sekreterlik görevini yürütüyordu.

Bunun ardından Temmuz 2007’de Gökçek, Belediye Meclisi’nde fabrikanın alanına Maltepe Pazarı’nın "geçici" olarak yerleştirileceğini şu sözlerle anlatıyordu:

"EGO’da gaz depoları yıkıldı. Şu an temizleniyor. Esnafa yeni yer yapılana kadar eski havagazı fabrikasının tahsis edilmesine ve esnaftan işgaliye parası alınmasını öneriyorum. Ancak esnaf tahsis edilen alanı kendisi kullanacak ve başkasına kiraya veremeyecek. Yeni yer yapıldığı anda da burayı boşaltacak."

80 ÖNCESİNE

DÖNMEK KORKUSU

Gökçek hemen hemen katıldığı bütün programlarda bazı kesimleri ideolojik davranmakla suçluyor.

Bu ideolojik kelimesi bana hep "80 öncesine mi dönmek istiyorsunuz?" sorusunu hatırlatır.

Ortaokuldayken, yaşlı bir edebiyat hocamız yanlışlıkla sınıfa giren okul fotoğrafçısını kovduktan sonra bizlere dönmüş, "Sınıfa giren ya anarşist olsaydı" diyerek bir başka öcüyle daha tanıştırmıştı bizi.

Şimdi Gökçek kendisi gibi düşünmeyen herkesi "ideolojik" davranmakla suçluyor.

Oysa...

Bu ülkede çağdaş bir sosyal yaşam, bağımsız bir sanat anlayışı, özgür düşüncenin önünü açmak için 80 yıl önce atılan adımlar ideolojik değil miydi?

Evet sanatın yanında yer almak çoğu zaman ideolojik bir tavırdır.

Tıpkı şimdi Gökçek’in bunlara karşı attığı adımların, sanata, kent tarihine, kent bilincine yönelik tavrının kendi "ideolojisine" uygun olması gibi.

ODTÜ Mimarlık Bölümü’nden Araştırma Görevlisi Bilge İmamoğlu, Havagazı Fabrikası’nı konu edindiği yazısında Başkent’in kaybolan değerlerini anlatırken, "Tehdit altında olanın nostalji duygusu değil, toplumsal bellek üzerinden tarihin kendisi olduğunu fark etmek gereklidir" diyor.

UNUTULMAYACAK

O SÖZLER

İşte bu bilinçli kaybediş ideolojik değil mi?

Gökçek geçen hafta bir programında sitem etmiş.

"Ben bir ara bir ifade kullandım. ’Tükürürüm böyle heykelin içine’ dedim. 15 yıldır bana hep soruyorsunuz, 15 yıldır beri unutmadınız" diyor başkan.

Hep deriz, balık hafızalı bir toplumuz diye.

Ama arada unutmadığımız şeyler de oluyor.

Başkan kızıyor ama işte biz bunların unutulmamasıyla övünüyoruz.

Şimdi benim teklifim şu:

Eski havagazı fabrikasının bulunduğu alandaki Maltepe Pazarı yıkılsın. Bu alan bir parka dönüştürülsün ve bir anıt dikilsin.

Bir ülkenin kültürel değerlerinin, tarihinin nasıl yok edildiğinin hazin öyküsü anlatılsın.

Şüphesiz, bu anlatılırken, buna katkı sunanlar da unutulmasın.
Yazının Devamını Oku

Genlerimizdeki evrensel suçlar

24 Kasım 2008
AKADEMİK Kedi İhsan’ın sahiplendirilme sürecini anlatırken söz etmiştim "Sahip Çıkalım" grubundan. Facebook’taki bu gruptan İpek Ruacan’ın mesajı, atladığım bir haberi hatırlatıyordu.

"Irak’ın başkenti Bağdat’ta, sürüler halinde dolaşan sokak köpeklerinin öldürüleceği açıklandı."

Bağdat Eyalet Meclisi Çevre Sorunları Masası Başkanı Anam Hamid konuşuyor.

Irak İçişleri Bakanlığı bir nişancı, iki asker emeklisi ve bir koruma polisinden oluşan üç ekip kurmuş. Bu katliam ekibi şehrin batısından öldüre öldüre doğusuna geçecekler. Ya silahla vuracaklar ya da zehirli et verecekler.

Şu anda Bağdat’ta binlerce hayvan öldürüleceğinden, katledileceğinden habersiz bekliyor.

Irak size uzak bir memleket ismi gibi gelebilir.

Ama bu katliamlarda isim bazen Bağdat oluyor, bazen Ankara Kutludüğün, kimisinde de çağdaş Avrupa medeniyetinin beşiği Atina.

Unuttunuz mu? Atina’da 2008 Olimpiyatları öncesinde onbinlerce sokak köpeği katledilmişti.

İnsanlığın kimi suçları evrensel.

İster Uzak Asya’da olsun, ister en eski medeniyet beşiği Mezopotamya’da, isterse çağdaş dünya düzeninin ilk tohumlarının atıldığı Altın Çağ yaşamış Yunan yarımadasında.

Bizler aynı suçları genlerinde taşıyan yaratıklarız.

Ve nerede olursak olalım, onbinlerce canlının yaşamını söküp almakta hiçbir utanç duymuyoruz.

Çünkü biz insanoğlu aynı evrensel suçların gen mirasçılarıyız.

Aslında bu katliamlar sadece insanoğlunun zalimliğini anlatmıyor. Aynı zamanda ne kadar kolaycı olduğunu da gösteriyor.

Başa çıkamıyorsan, öldür.

Bir program geliştirip, hayvanların üremesini kontrol altına alarak ve onları sahiplendirerek gidilecek yol, zor olan.

Bütün bu zalimlikler içinde Facebook’ta bir grup hayvansever canla başla evsiz kedi ve köpekleri sahiplendirmeye çalışıyor.

Grubun amacı, şöyle anlatılıyor:

"Sahip Çıkalım, bütün bu kurumların bugüne kadar Türkiye’deki yardıma muhtaç hayvanlar konusunda feci bir biçimde başarısız olduğu inancı ile kurulmuştur. Türkiye’deki hayvan koruma sistemi tek kelime işlemiyor. Sahip Çıkalım, Türkiye’deki yeni bir kuşak hayvansever arasında yeni köprüler kurarak - her seferinde bir hayvan ve her seferinde bir kişi ile- bu eski sistemi geride bırakıyor. Sahip Çıkalım Ankara, özel olarak Ankara ilindeki yardıma muhtaç hayvanlar için kurulmuştur."

Bu hayvanseverler, sahiplendirirken bir dizi kurallar da koyuyorlar.

Örneğin;

En az bir hayvanınız olmalı. Bahçeli evde oturuyorsanız, alacağınız hayvana bahçede değil, evin içinde bakacaksınız. Hayvanın yaşam koşullarını gösteren bir fotoğraf albümü yapıp, diğer kişilerle paylaşacaksınız.

Ve grubun çalışmalarındaki en önemli noktalardan birisi:

"Belirli bir cinste ya da belirli bazı özelliklerde hayvan sahiplenmek isteyen kişilere yardımcı olmamaktadır. Bu ve benzeri nitelikteki taleplere cevap verilmemektedir."

Bağdat’ta katledilen köpekler size uzak gelebilir.

Peki ya Ankara’da yardım bekleyenler?

İsteyenler http://letsadopt.wordpress.com adresinden bilgi alabilirler.

Pimento’nun hazin öyküsü

SAHİP Çıkalım grubu sahip arayan kedi ve köpeklerin fotoğraflarıyla birlikte hikayelerini de yayınlıyor.
/images/100/0x0/55ead1bbf018fbb8f898b76b
Mesela Sasha, dünyalar güzeli bir kangal.

Kimisinin hazin öyküleri var.

Örneğin Pimento.

Pimento Zekeriyaköy’de yabancı bir aile ile birlikte yaşıyordu.

Ailenin iki ferdini yaşamdan söküp götüren trajik bir olay Pimento’nun da yaşamını değiştirdi.

Karadeniz sahillerine giden ailenin küçük oğlu dalgalara kapıldı, baba oğlunu kurtarmak için sulara daldı ancak akıntı çok güçlü dalgalar çok yüksekti ve o da boğuldu.

Sahilde anne ile çaresizce kaldı Pimento. Anne daha sonra evine, Brezilya’ya döndü. Giderken de Pimento’yu bir aile dostuna emanet etti.

Ama Pimento bir süre sonra kaçtı, eski evine koştu. Günlerce bekledi. Aç, susuz. Bu bekleyiş bir komşunun Sarıyer Belediyesi’ne şikayet etmesiyle son buldu. Belediye Pimento’yu yakalayıp kısırlaştırdı ve ormana attı.

Bir ay sonra Pimento yeniden evine döndü. Zayıftı, susuz ve aç kalmıştı. Sahiplerini bekledi. Tekrar belediye geldi. Bu defa ormana atılmak yerine, çelik bir kabloyla bir direğe bağlandı.

Pimento yeniden kaçtı. Bu aşamada Sahip Çıkalım’daki bazı hayvanseverler müdahale edip Pimento’yu aldılar. Pimento için şöyle yazıyor:

"Pimento şimdi bizimle ve ne ilginçtir ki kaçmak için herhangi bir çaba göstermiyor. Bir yıldan fazla zamandır ilk defa ona sevgi ve ilgi gösteren insanların yanında, güvende."

Şimdi yeni bir sahip arıyor Pimento. Tıpkı sol ön ayağı olmayan mavi gözlü Carla gibi.

Ya da üç aylıkken Ümitköy’de sokağa atılan Martin gibi. Sandro, Cookie, Lucky, Johnny ve diğerleri gibi.

Tıpkı sahip bekleyen kediler, Benjamin, Sir Loras, Miyu, Rascal gibi.
Yazının Devamını Oku

BOTAŞ yetkililerine samimi bir uyarı

17 Kasım 2008
BÜYÜKŞEHİR Belediyesi’nin BOTAŞ’a olan borcu yıllardır tartışma konusu. İş, Başbakan’ın, Bakanın, Belediye Başkanı Melih Gökçek’i uyarma noktasına bile geldi. Başbakan, "Biz BOTAŞ’a olan borcunuzun ödenmesi için yasa bile değiştirdik. Faizleri sildik, oranları düşürdük, borcun ödenmesi için her türlü kolaylığı sağladık. Buna rağmen borç ödenmemiş. Sen bizi hep savunma yapmak zorunda bırakıyorsun. Bu borcunu ne olursa olsun öde. Bu sıkıntıyı ortadan kaldır" dedi Gökçek’e.

Düşünün kendi partisinin belediye başkanını uyarmak zorunda kaldı Başbakan Tayyip Erdoğan.

Çünkü gerçekten de Erdoğan’ın dediği gibi AKP’yi zor durumda bırakıyordu Gökçek’in borcu. BOTAŞ yetkilileri de iki cami arasında beynamaz kalıyorlar.

Sanki borç bizim, alacaklı olan yabancı bir devlet. Bir kamu görevlisi olarak Gökçek’in kendi belediyesinin olduğu kadar devletin kurumunun da çıkarlarını gözetmesi gerekiyor. Nihayetinde hepsi bizlerin vergisiyle yönetiliyor.

Gökçek’in yıllar içindeki açıklamalarının kronolojisini Yazıişleri Koordinatörümüz Yaşar Sökmensüer yazdı, izini sürdü borçların.

Bu konuda yıllardır rakamlar havada uçuşuyor. Gökçek, her ağzını açtığında borç miktarı da değişiyor.

Gökçek bu tutumunu geçen hafta parmak ısırtacak bir açıklamayla zirveye taşıdı.

BOTAŞ’a olan borcun 400 milyon YTL olduğunu söyledikten sonra aldı eline kağıdı kalemi Gökçek, bakkal defterine, "iki deterjan, bir ekmek, bir paket bulgur, iki paket makarna" yazar gibi alt alta rakamları sıraladı. Gökçek, hesabını yaptıktan sonra tecrübeli bir hareketle rakamların altına düz bir eşittir çizgisi çekti ve ekledi:

"Bunu da koyunca geriye kala kala 100 milyon dolar kaldı. Bütün gürültü, patırtı, yaygara geri kalan 100 milyon dolar için."

Bu açıklamayı duyduğumda dudağımda bir tebessüm belirdi.

"İş bu noktaya geldiyse" diye düşündüm, Enerji Bakanlığı ve BOTAŞ yetkililerine "Aman dikkat edin" diyerek şu uyarıyı yapmak kaçınılmaz hale geldi:

"Gökçek, bir gün tutar da BOTAŞ’ın kapısına dayanıp, ’Ne borcu, sizin bana borcunuz var, verin paramı’ derse şaşırmayın. Bütçenizi de ona göre ayarlayın."

Bu da metro hesabı

HAZIR söz Melih Gökçek’ten açılmışken dün bir televizyon kanalında izledim.

Gökçek, metroyla ilgili de tıpkı doğalgaz konusunda olduğu gibi açıklamalarını sürdürüyordu.

Bay Başkan, yeni dönemde toplam 44 kilometrelik Sincan, Çayyolu ve Keçiören metrolarını bitirdikten sonra Ankara’nın ulaşım planlaması açısından her yıl "en az beş kilometre" yeni metro yapılması gerektiğini söylüyordu.

Yine aynı hain tebessüm esir aldı beni.

Gökçek’in yaptığı gibi aldım elime kağıdı kalemi, bir kaç rakamı alt alta sıraladım.

Gökçek 15 yıldır görevde. Önce 15 yazdım.

Her yıl beş kilometre metro yapılması gerektiğini söylüyor. Hemen altına beş diye ekledim.

Çektim eşittir çizgisini, çarptım iki rakamı. Etti mi sana 75 kilometre.

Peki 15 yılda Ankara’da hizmete açılan metronun kilometre karşılığı ne?

Koca bir sıfır.

Ah hain tebessüm, şen şakrak bir pazar bugün.

Dikkat diskoda şiir okuyorlar

OKAN Bayülgen’in yeni programı Disco Kralı vardı cumartesi gecesi Kanal D’de.

Bayülgen, tecrübeli bir yapımcı, tiyatro kökenli ve gösteri adamı.

Ama yeni programı, daha öncekilere çok ciddi fark atıyor.

Bu haftaki programında konuklar Fatih Ürek, Nez ve Doğan Canku’ydu. Üç benzemezin yanında duayen gazeteci Hakkı Devrim ile tiyatro üstadı Erol Günaydın da sabit olarak yerini almıştı.

Bayülgen bütün konuklarını, beni şaşırtan pozitif bir evsahipliğiyle ağırlamayı, aynı potada birleştirip renkli bir program yapmayı başardı.

Ama bunların yanında en mutlu eden tarafı programın, genç şairlere yer vermesiydi.

Bu konu uzun zamandır değinmek istediğim bir konuydu. Bayülgen’in programı vesile oldu.

Eskiden şiir kitapları en fazla 500, bilemedin 1000 adet basılırdı. Artık o bile zor.

Genç şairler yetişiyorsa bile artık kendilerini ifade edebilecekleri mecralar yok denecek kadar azaldı.

İşte böyle bir ortamda Bayülgen, gecenin bir saatinde genç şairleri programına çıkartmayı ve konuklarıyla birlikte tüm Türkiye’ye dinletmeyi başardı.

Bizlere de umut dolu bir tebrik düştü.

Ama bir noktayı da es geçmemek lazım. Magazin basınından en çok çeken isimlerden biri olarak Bayülgen, magazin gazetecilerini eleştirdiği küçük skeçlerden oluşan bölümler hazırlamış. Değineceğim konu bu değil.

Keşke gazetecileri bu kadar eleştiren Bayülgen son bir ayda yaşananları da programına taşısaydı.

Örneğin Başbakan’ın azarladığı, hemen ardından akreditasyonları iptal edilen gazetecileri, otel korumaları tarafından kolu parçalanan foto muhabirlerini de skeçlerine alsaydı.

Belki bir gün o da olur.

Ama bunların hiçbiri Disko Kralı’nın başarısını gölgelemiyor.
Yazının Devamını Oku

Hafızamıza döşenen yollar kavşaklar

10 Kasım 2008
KENTLERİMİZİN hafıza mekanlarına karşı ne kadar özensiz, duyarsız olduğumuz bilinmeyen bir gerçek değil. Genç cumhuriyetin miras bıraktığı bir çok yapıyı, kültürel mirası koruyamıyoruz.

Arkadaşım Esin Seitters anlatmıştı.

Yıllar önce, ABD’de yaşarken başına gelmiş bir olay.

Yer, Michigan’da Traverse City. Michigan Gölü’nün hemen üstünde bir şehir. Genellikle orta ve üst tabakanın yaşadığı bu kentin merkezinde 100-150 yıllık Victoria tarzı iki üç katlı binalar bulunuyor.

Esin’in oturduğu 6.Cadde’deki ev de aynı tarzda bir Victoria evi.

Ev çok güzel ancak binada Esin’in içine bir türlü sinmeyen bir sorun var; evin rengi.

Binanın dış cephesi pembe. Yapıldığı günden bu yana...

Esin bir türlü evin rengiyle uzlaşamıyor. Ve sonunda boyatmaya karar veriyor.

İşte bu noktada mahalle sakinleri Esin’in kapısını aşındırmaya başlıyorlar.

Kimisi, "Lütfen, bu bina yıllardır bu renk, değiştirmeyin" diyor, bir diğeri, "Biz bütün tariflerimizi bu pembe ev üzerinden yapıyoruz."

"Pembe evden sonraki üçüncü apartman" diyorlar örneğin.

Ya da "Pembe Ev’den sağa dön."

Esin bu istekler üzerine evi boyatmıyor ve sevmediği halde kentin hafıza mekanına sahip çıkıyor.

Hatta Esin’den sonra eve taşınan New York’lu bir çift de evin rengini değiştirmiyor.

Gerçekten de kentlerin hafıza mekanları ancak koşulsuz sahip çıkarak korunabiliyor.

Ve bu mekanların illa ki yüz yıllık olması gerekmiyor. Bir adres tarifinde bile kullanılıyor olmaları yeterli.

Ankara’ya bir bakın. Kaç tane hafıza mekanı kaldı?

Alın işte Bulvar Palas... Milka, Kızılay binaları. Hiçbiri bugüne ulaşamadı.

Başkent’te bırakın evin dışını boyamaktan vazgeçmeyi, binanın kendisini yıkıyorlar.

Bizde kente sahip çıkanların karşısında yer alan ODTÜ’nün içine yol döşemeye çalışanı mı istersiniz, on yıllardır kimlik haline gelmiş sokakların isimlerini değiştirenleri mi?

Yoksa hafızalarımızdaki anıların altından üstünden kavşaklar geçirenleri mi?

AKADEMİK KEDİ İHSAN

TÜM Türkiye Hülya Avşar’ın başlattığı kedi tartışmasıyla çalkalanırken gazetelere de bu konuda bir çok yorum ve haber yansıdı.

Asil kedilerin fantastik dünyası yeniden biz fanilerin gözleri önüne serildi. Kedilerin bir çok özelliğini yeniden hatırladık.

Kedi yazıları arasında internetten bir mail ulaştı.

Yazı, "Akademik kedi İhsan"ı anlatıyordu.

Bilkent Üniversitesi merkez kampüsteki kütüphaneye gece "korsan giriş" yapmaya çalışan İhsan, güvenlik görevlilerince enselenmişti. İhsan henüz 4.5 aylıktı. Kütüphaneye girmeye çalıştığı için kediye "Akademik Kedi İhsan" adı verildi. Hayvanseverler İhsan’ın "okuma arzusunu" hemen hissetmişler, İhsan’ın bakımını yaptıktan sonra "akademik faaliyetlerine devam edebilmesi için" geçici olarak bir öğretim üyesinin yanına vermişlerdi.

Sahiplendirilmeyi bekleyen İhsan ile ilgili olarak olarak bir hayvansevere kavuştuğu bilgisi ulaştı. Üstelik yine bir akademisyenin yanına.

Ancak İhsan’ın sahiplendirilmiş olması, diğer hayvanların da mutlu sona ulaştığı anlamına gelmiyor. İhsan’ın durumunu ve sahip bekleyen diğer hayvanlar hakkında bilgi almak için http://letsadopt.wordpress.com/ sitesine göz atabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku

Trajedi ve farstan sonra sırada ne var

27 Ekim 2008
YEREL seçimin nabzı şimdiden Başkent’te atmaya başladı. Ankara Hürriyet olarak biz de bu nabzı iyi tutmak için hızlı bir çalışma temposuna girdik.

Partilerin aday belirleme çalışmaları, git gide ısınan siyasi kulislerdeki hareketlilik ve kent siyasetinin sağ ve sol eksenlerini mümkün olduğunca sayfalarımıza yansıtmaya çalışıyoruz.

Siyasi hararetin her geçen gün biraz daha artacağını tahmin etmek güç olmaz.

Sağdaki hareketlilik şu an için solun gerisinde kalmış durumda.

AKP’nin, Melih Gökçek, Turgut Altınok ya da üçüncü bir ismin adaylığı ile ilgili vereceği karar, sıcaklığı sağ ve sol merkezlerden, kent seçiminin merkezine taşıyacak.

Solda Murat Karayalçın’ın adaylığının bu kesimde bir heyecan yarattığı kulislere yansıyor. Ancak her yerel seçimde olduğu gibi solda birlik konusu da Mart 2009 seçimlerinin ana gündem maddesi.

Solda birlik tartışmalarının tarihinde, soldaki bölünmeden en çok fayda sağlayan isimlerin başında şüphesiz Melih Gökçek geliyor.

Hafızaları tazeleyim.

SOL BÖLÜNMENİN BAŞKENT TARİHİ

Gökçek, 1994’te, tam bir sürpriz yapmış, SHP-CHP-DSP üçlüsünün gereksiz yarışı ve ANAP adayı Rüştü Yüce’nin sosyaldemokrat oylardan çalmasıyla aradan sıyrılmıştı. Gökçek, 6 bin 471 oy farkla Başkent’in belediye başkanlığını kazanmıştı. Oysa, sol yarışta iki ve üçüncü sırada kalan CHP ve DSP’nin oylarının toplamı 141 bin 822’ydi. Yani Gökçek’e seçim kazandıran oyun çok çok üzerindeydi bütünleşemeyen sol oy. Hatta sırf CHP’nin 30 binin üzerindeki oyu bile Gökçek’in seçimi kazanmasını engelleyebiliyordu.

1999 yılına gelindiğinde CHP Karayalçın’ı, DSP ise Çankaya Belediye Başkanı Doğan Taşdelen’i aday gösterdi.

Taşdelen, adaylık yarışından çekilmeyince sol oylar yine bölündü, 169 bin 490 oy alan Taşdelen, CHP’yi 29 bin 412 oyla geçen Gökçek’e belediye başkanlığını altın tepside sundu.

O dönemde her iki aday da birbirini sol oyları bölmekle suçlamıştı.

Taşdelen’in o dönemdeki bir demeci bugünden bakınca bir mizah makalesinin başlığı gibiydi:

"Sol oyları bölerseniz aradan Gökçek sıyrılır."

Taşdelen aylarca tüm çevrelerin kendisine söylediği ancak onun duymak istemediği bu tahminde haklı çıkmış, ancak "bir bölenin" kendisi olduğu gerçeğini kabullenememişti.

2004 yılına gelindiğinde ise solda birlik tartışmalarına gerek bile kalmadı.

Çünkü artık Gökçek arayı fazlasıyla açmıştı.

SHP’den aday olan Karayalçın’ın karşısına bu sefer CHP Lideri Baykal, Yılmaz Ateş’i çıkarttı. Ancak her iki ismin de aldığı oy oranı yüzde 34’e zar zor ulaşıyor, Gökçek’in yüzde 54’lük oyunun çok gerisinde kalıyordu.

Şimdi gelinen noktada yine solda birlik konusu tartışılıyor.

Ancak son seçimler ışığında solda birliğin tek başına ipi önde gögüslemeye yetip yetmeyeceği konusunda karamsar bir tablo bulunuyor. Yine de seçimde son dönemece girildiğinde nasıl kılıçlar çekilir, ne tip dosyalar ortalığa saçılır bunu şimdiden kestirmek çok güç. Ama bu ihtimaller seçim aritmetiğinde değişikliklere neden olabilir.

SOL BİRLİĞİN PROLOGU

Solda birliğin bu dönemki tartışması, Karayalçın’ın bağımsız mı yoksa CHP adına mı yarışa gireceği konusu.

Bu konuda yine taraflar görüş belirtiyorlar.

Hangisinin daha faydalı olacağını tayin etmenin, demagojiden daha iyi yolları var.

Bilimsel bazı çalışmalar bu konuya ışık tutabilir. Yeter ki niyet gerçekten doğru hareket tarzını bulmak olsun.

Ankara’daki sol birlik tartışmalarının odağındaki isim son günlerde DSP Lideri Zeki Sezer.

Ankara Hürriyet’in özel röportajında Sezer’in konuyla ilgili çarpıcı açıklamalarını bugün okuyacaksınız.

Sezer’in dikkat çeken bir kaç mesajı var.

"Bizim derdimiz Murat Bey’in kazanması" diyor ve ekliyor:

"Hem Türkiye’yi hem özelde Ankara’yı AKP’den, Melih Gökçek’ten kurtarmak istiyoruz. Bir siyasi parti olarak üzerimize düşeni, görevimizi yapmak durumundayız."

Ancak bence bu seçimlere en çok ışık tutacak açılımın sağlandığı cümle başka.

Sezer şöyle diyor o cümlede:

"Bir şey yanlış aksettiriliyor. Sanki Karayalçın’ın adaylığı için bizden destek istenmiş de biz karşı durmuşuz gibi bir hava yaratılıyor. Bizden bir destek istenmedi. Karayalçın ve Baykal anlaşmışlar, Karayalçın CHP’nin adayı oluyor ve seçime gidiyorlar. Bizden bir destek talebi kesinlikle yok."

Sezer’in sözleri, bilmem kaçıncı solda birlik tartışmalarının yeni prologu niteliğinde. Herkes bu sözleri dikkatlice okumalı. Bu prolog 30 Mart sabahı için solun ya yeni bir pişmanlıklar manzumesinin ya da zafar türküsünün başına eklenecek.

Sıkça kullanılan bir söz vardır.

"Tarih tekerrürden ibarettir" diye.

Bu cümlenin çokça bilinmeyen devamı ise şöyledir:

"Ama ilkinde trajedi, ikincisinde farstır."

Fars, diğer bir deyişle, güldürü.

Sol, daha önceki birlik tartışmalarındaki tekerrürlerde trajediyi de, farsı da yaşadı.

Asıl soru şu:

Trajedi ve farstan sonra, şimdi sırada ne var?

GELECEK HAFTA:

SAĞDA DURUM NE?
Yazının Devamını Oku

Dosyalar hangi sümenin altında

20 Ekim 2008
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın yaklaşan yerel seçimlere ilişkin sözlerini önceki gün Hürriyet’te Turan Yılmaz’ın haberinde okudunuz. Yılmaz’ın haberine göre partisinin il başkanları toplantısının basına kapalı bölümünde Erdoğan, mevcut belediye başkanlarından bazıları ile yollarını ayıracaklarını belirtiyor ve ekliyor:

"Yolsuzluğa bulaşan, ismi skandallarla anılan arkadaşlarla yola devam etmeyeceğiz."

Erdoğan’ın bu sözlerini yolsuzluklara karşı bir duruş olarak okumak mümkün.

Ancak Başbakan’ın bu sözleri, hemen ardından şu soruları sormayı da zorunlu kılıyor:

Yolsuzluğa bulaşan, ismi skandallarla anılan belediye başkanlarına yönelik tek yaptırım yeniden aday gösterilmemek mi olacak? Bu belediye başkanları hakkındaki iddialarla ilgili soruşturma açılmayacak mı? Varsa yolsuzluk ve usulsüzlüklerin üzerine hukuki yönden gidilmeyecek mi?

Bizler bu yolsuzlukların içeriğini, derinliğini öğrenemeyecek miyiz?

Ankara’nın yerel kulislerinde de bazı AKP’li belediye başkanlarının tekrar aday gösterilmeyeceği çok yoğun olarak dillendiriliyor.

Bu başkanların aday gösterilmemesi durumunda Erdoğan’ın bu sözleri aklımıza gelmeyecek mi?

Ve aday gösterilmeyen, kamu kaynaklarıyla ilgili usulsüz işlem yapan belediye başkanları varsa bunlar hukuk önünde hesap vermeyecek mi?

YAPANIN YANINA KAR MI KALACAK?

Başbakan’ın bu sözleri sadece partisinin içinde görüntüyü kurtaran bir "temizlik" harekatı olarak kalmamalı. Yolsuzluklarla mücadele sözüyle iktidara gelmiş ve ikinci döneminin ortasına yaklaşan bir parti yoğun suçlamaları sadece yeniden aday göstermeyerek gizleyemez.

AKP’ye düşen, bu iddiaları yargıya taşımak, iyi niyetli bir bakışla söylemek gerekirse, iddia muhataplarının aklanmasının yolunu açmaktır. Yoksa bu kişileri siyasi arenadan çekmek, sadece ve sadece "yapanın yanına kar kalır" düşüncesini perçinlemekten başka anlam taşımayacak.

Eski Belpa Genel Müdürü Yalçın Beyaz’ın suçduyurusunu kamuoyunun önüne taşıyan gazeteci Nurettin Kurt bu haberi nedeniyle ceza aldı.

Peki ya iddiaların muhatapları?

Beyaz hakkındaki soruşturma sekiz aydır sürüyor. Sonucunu tüm kamuoyu gibi bizler de merakla bekliyoruz.

FOTOĞRAFIN TÜMÜNÜ GÖREBİLECEK MİYİZ?

İddialara göre bunlar tüm fotoğrafın sadece küçük bir kısmı.

Yani klişe ifadeyle, buz dağının sadece görünen bölümü.

Eğer AKP iktidarı, yolsuzluklara karşı duruşunda bugüne kadar verdiği sınavlardaki gibi bütünlemeye kalmaz da iddiaların üstüne giderse, belki bizler o buz dağının su altında kalan kısmının fotoğrafına ulaşırız.

Başbakan’ın sözlerinin ardından yazıyı bitirmeden önce son bir soru:

Madem haklarında yolsuzluk iddiaları bulunan belediye başkanları var...

Madem isimleri skandallarla anılan kent yöneticileri bulunuyor...

Ve madem yerel yönetimler denetim açısından İçişleri Bakanlığı’na ve dolayısıyla AKP hükümetine bağlı...

Şimdiye kadar bu iddialarla ilgili herhangi bir adım atıldı mı?

Herhangi bir belediye başkanı ile ilgili soruşturma açıldı mı?

Bizim bildiğimiz böyle soruşturmalar yok.

Yoksa var da bazı makamlarda sümenlerin altında mı duruyor?
Yazının Devamını Oku