Tarihi film karelerinden fırlamış gibi: Unicorn evcilleştiren kralların ülkesinde...
Yeşilin binbir tonu ve muhteşem doğasıyla, karanlık ve kasvetli gotik binalarıyla, her daim değişken havasıyla, hayalet hikâyeleriyle, şövalyeleri, büyücüleri, cadıları, tek boynuzlu atlarıyla, entrikalı taht savaşlarıyla akla gelen İskoçya’dayız. Gölleri ve ormanlarıyla çok geniş bu coğrafyayı gezmeye başkent Edinburgh’dan başlayalım.
İskoçya’nın ünlü başkenti Edinburgh’ya kültürel düzeyi sebebiyle “Kuzey’in Atina’sı” diyorlar. Eski ve yeni şehir adında iki bölgesi olan Edinburgh, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde. Edinburgh’yı anlatmaya başlamadan İskoçya’yı kısaca hatırlayalım.
Birleşik Krallık’ın parçası olan İskoçya dünya sahnesine İngilizlerle çıkmadı elbette. Yapılan kazılarda MÖ 2000’lere, demir çağına kadar uzanan kalıntılar bulunan ülkenin adı Antik Yunan ve Roma dönemlerinde geçiyor. Ancak resmi tarihi ortaçağla başlıyor.Mitolojide evcilleşmeyen tek boynuzlu at ‘unicorn’lar İskoç armasında zincirli.
İskoçya’nın güçlü bir krallık olduğu dönemde, 1500’lerin sonunda, İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth ardında vâris bırakmadan ölünce, İskoç kralı 6. Charles, tahta en yakın akraba olması sebebiyle İngiltere’nin de kralı oluyor. 1603 yılında artık o İskoçya için 6. Charles, İngiltere için 1. Charles... İskoçya ile birlikte, İngiltere’yi, İngiliz tacı altındaki İrlanda’yı ve Galler’i tek merkezden yönetmeye başlıyor ‘Taçların Birliği’ adıyla. Ve türlü süreçlerin ardından ‘Birleşik Krallık’ adlı bir devlet ortaya çıkıyor. Bu krallığın bir parçası olan İskoçya, adanın en kuzey ucunda. Bizler çocukların sevimli oyuncak hayvanı olarak bilsek de Kelt mitolojisinden gelen ‘unicorn’ yani tek boynuzlu at, ülkenin armasında resmi sembol olarak kullanılıyor. Mitolojide asla evcilleştirilemeyen vahşi bir at olan unicorn, İskoç armalarında boynu zincirli resmediliyor. Böylece İskoç krallarının en vahşi atları bile evcilleştirecek kadar güçlü oldukları vurgulanıyor.
Turistik başkent
Ortaçağ ve Georgian dönemlerinden mimarisi, 12’nci yüzyıldan kalma kalesi, pub’ları, müzeleri, görkemli binaları ve ağustos ayında düzenlenen Fringe Festivali (performans sanatları alanında dünyanın en büyük festivali) ile tanınan şehir, her sene yüz binlerce turiste ev sahipliği yapıyor.
Edinburgh’da bütün önemli yerler yürüyüş mesafesinde. Yürürken önünüze sık sık kilt denen özel eteğiyle 1700’lerden kalan gaydasını çalanlar çıkacak. Genelde yakışıklı bu beylerle bol bol fotoğraf çekmeyi unutmayın.
Her ne kadar İskoçlar tarihi hatalarla dolu o filmi pek sevmese de, İskoçya denince pek çok kişinin aklına ilk gelen ‘Braveheart’ filmi ve kiltli Mel Gibson oluyor. İngilizlere karşı isyan bayrağını kaldıran ve İskoçya’nın bağımsızlığı için mücadele eden İskoç vatansever William Wallace’ın lakabı ‘Cesur Yürek’. Kilt ilk zamanlar dağlık arazide yaşayan erkeklerin soğuktan korunmak için vücutlarına sardıkları büyük bir battaniyeymiş. 18’inci yüzyılda savaşırken, çalışırken yarattığı kullanım zorluğu sebebiyle boyları kısalmış. Günümüzde geleneksel kıyafet olarak özel günlerde giyilen kilt eteklerin çeşit çeşik renkleri ve desenleri klanları temsil ediyor.
Gezimize Edinburgh’nın en tepesindeki noktadan, yani kaleden başlayıp önce manzaranın tadını çıkaralım. 1571’e kadar kraliyet ailesi tarafından kullanılan, volkanik kayalar üzerine inşa edilmiş, muhteşem günbatımlarına sahne olan kale ve içindeki İskoç kraliyet mücevherleri nefes kesici. Özellikle Robert the Bruce döneminde, 1540’larda yapılan taç muhteşem...
Kale olur da hayalet hikâyesi olmaz mı! Söylenenlere göre gecenin bir vakti davullar çalıyor ve eski zindandan zincir sesleri geliyormuş. Şehirdeki 44 kalede de benzer şeyler yaşandığı söyleniyor.
Kaleden inip hediyelik eşya satan mağazalar ve restoranlarla dolu Royal Mile Caddesi’nde ilerlediğinizdeyse 1120’de yapılmış St. Giles Katedrali’ni göreceksiniz. Sonra da İskoç tarihine damgasını vuran,
9 aylıkken İskoçya kraliçesi olan Kraliçe Mary ile özdeşleşmiş, 1498’de yaptırılan Holyrood Sarayı çıkacak karşınıza. Halen kraliyet ailesinin yazlık ikametgâhı olarak kullanılan binanın belli bölümleri ziyarete açık.
İskoçya ile özdeşleşen, halkın çok sevdiği milli romancı, edebiyat eleştirmeni, oyun yazarı ve tarihçi Walter Scott’un devasa anıtı da kentin gösterişli yapılarından biri.
Doğal golf sahaları
Yol üzerindeki İskoçya Milli Galerisi, Avrupalı ve İskoç sanatçıların eserlerinin sergilendiği çok güzel bir müze. Gauguin, Degas, Titian, Monet, Van Gogh, Botticelli ve Rembrandt’ın tablolarının yanı sıra Ramsay, Raeburn, Wilkie ve William Mac Taggart’ın İskoç sanatını yansıtan eserleri ziyaretçileri büyülüyor. 1859’da açılan müzedeki geçici sergiler de ilgi görüyor.
Şehrin en güzel manzaralarından birine sahip olan Calton Tepesi’ndeyse savaş kahramanı Nelson’a adanan anıt, rasathane ve milli anıt var. Tepenin incecik, sonsuz yeşil çayırları tam bir doğal golf sahası. Golf demişken... İskoçya, bazı ülkeler itiraz etse de golfün doğduğu yer kabul ediliyor. 15’inci yüzyılda çiftçilerin oynadığı bir oyunken zamanla yayılmış. Doğanın bu spor için çok uygun olması, hızla yayılmasında büyük etken.
En yumuşak ve kaliteli su
Edinburgh’daki Princes Caddesi, şehrin en hareketli yerlerinden biri. Çok sayıda mağaza alışveriş meraklıları için bir cennet. İskoçya’dan malt viski, tartan dedikleri ünlü İskoç kumaşı ve İskoç yününden yapılmış kazaklar, atkılar, eldivenler alabilirsiniz. Malt viskilerinin ünüyse İskoçya’nın yüksek dağlarında granit kayalardan süzülen kaynak sularından geliyor. Derelerinde dünyanın en yumuşak ve kaliteli suyu akıyor. Bu derelerin civarında kurulmuş 100’ün üstünde viski damıtım evi var.
İskoçya’ya girişte Türklerden İngiltere vizesi isteniyor. Son bir alışveriş notuyla bitirelim; minimum
30 sterlinlik alışveriş karşılığında vergi iadesi alabiliyorsunuz.Haggis
İyi bir yemek için öneriler
Atrium akşam yemeği için iyi seçeneklerden. The New York Times tarafından Edinburgh’nın en iyi restoranı olarak tanımlanmış.
Blue ise bu bol ödüllü restoranın kardeş kuruluşu. Tavsiyem organik biftek. Deneyin, pişman olmayacaksınız.
Martin Wishart Restaurant, Michelin yıldızlı ve ülkenin en iyilerinden kabul ediliyor.
Edinburgh Kalesi’nin yakınındaki Witchery, tarihi ve ilginç dekoruyla ilgi çekiyor. Sakatattan yapılmış bir sucuğa benzeyen ‘haggis’ isimli yerel yemeği deneyebilirsiniz.