Rikki ve Dadaşlar
Dünyayı gezmeyi 14 yaşındayken kafasına koyan ABD’li Rikki Roath, şu an 19 yaşına geldi ve 23 ülkeyi geride bıraktı. “Ben Dadaş” diyen Rikki’yi 5 aydır yaşadığı Erzurum’da yakaladık.
“Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar. Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın...” Ataol Behramoğlu’nun ‘en bilinen dizeleri’ni aklına koyan çok insan vardır da bunu hayata geçirebilenlerin sayısı o ya da bu nedenle çok azdır. Rikki Roath onlardan biri.
ABD doğumlu Rikki, 14 yaşındayken, rutin hayattan tatmin olmayıp seyahat etmeyi kafasına koymuş. Ardından ailesiyle helalleşip yollara düşmüş. Halihazırda yola koyulmasının üzerinden 5 yıl geçti. Rikki, 16 Haziran’da 20 yaşına basacak ve şu anda 23 ülke gezdi bile. Ki İkizler burcu olduğunu öğrenmemizle, Susan Miller’a danışıyoruz ve Rikki’nin seyyah ruhunun ilk ipucunu alıyoruz. Konuyu Türkiye’ye şöyle bağlayalım: Rikki, yaklaşık 1 yıldır Türkiye’yi geziyor ve son 5 aydır da Erzurum’da yaşıyor.
Dadaş ve kedisi
Rikki’den bize Erzurum’u gezdirmesini istedik. Önce tanıtayım. Rikki, bir yere geldiğinde orayı değiştiren insanlar kategorisinde. “Ben Dadaş” diyor. Bir sokak kedisi bulmuş evine almış, adını ‘Dadaş Kedi’ koymuş. Rikki, Batı’dan Doğu’ya doğru geziyor. Doğu’yu macera olarak görüyor. Geçen yaz bir Yunan adasında çalışırken önce Fethiye’ye geçmiş, ardından Güneybatı sahilini gezmiş. Daha sonra iş fırsatı doğmuş ve Erzurum’a varmış. Bahsettiği bakışları en yoğun hissettiği yer olan Erzurum’da.
Diyarbakır’da dolma yaptım, Karadeniz sahilini otostopla geçtim ve bir şekilde Erzurum’a vardım. Çok hikâye biriktirdim...
Ondan Erzurum’u tarif etmesini istiyorum. Şunları söylüyor: “Erzurum dağlarla çevrili soğuk bir şehir. Şifalı bitkiler, otlu peynir, yün vs. satılan dükkânlarla dolu dar sokakları olan bir yer. Burada her şey ‘kapalı’ gibi. Kadınlar, vücutlarını tamamen kapatan devasa elbise parçalarıyla örtülü. İnsanların aklı da eski tarz düşünce ve dini gelenekler nedeniyle kapalı.”
Erzurum’un ‘muhafazakârlığı’nı hatırlatıp zorlanıp zorlanmadığını sorunca açık açık anlatıyor: “Kesinlikle zorlayıcı. Kadınlar burada gülünen, bakılan ya da hayvanat bahçesindeki hayvanlarmış gibi muamele gören kişiler. Bazı günler evime kadar takip ediliyormuşum ya da kaçırılacakmışım gibi hissediyorum.”
Gezdiği rotaya bakılırsa ezan sesini ilk Türkiye’de duymuş olmalı. Fikrini soruyorum, “Bence ezan güzel. Esrarengiz ve şehre ilgi çekici bir nitelik katıyor. Gerçekten hoşuma gidiyor” cevabını veriyor.
Tabii akıllara üzerindeki gelinliğiyle otostop çekerek dünyayı dolaşmak isteyen İtalyan Pippa Bacca geliyor. Pippa’nın hikâyesini bilmiyor ama korkmuyor da: “İnsanların bana böyle hikâyeler anlatıp beni korkutmaya çalışmaları beni yordu. Gerçekten. Kötü şeyler her yerde olabilir.”
İstikamet Kırgızistan
Türkiye’ye geldiğinde ilk iki ayda kültürümüze dair hiçbir fikri yokmuş ama şimdi hâkim olduğunu söylüyor. Ülkeye dair favori üç şeyi: Yemek, misafirperverlik ve doğa. En az sevdiği üç şey ise ABD-Türkiye farkının dışavurumu gibi ve çoğu kişiden güzel şekilde özetliyor durumu: İnsanların mutsuzluklarına rağmen para saplantıları, aile bağlarının güçlülüğünün insanların hayatını müdahale edecek kadar kontrol altına alması ve hükümet.
Hükümet demişken Gezi’yi sormadan edemiyorum. Gezi sırasında Fethiye’deymiş ama geçen hafta gittiği İzmir’de polis müdahalesine rastgelmiş.
Seyahate başladığında 14 yaşında olan Rikki’nin eğitim hayatını hepimiz merak ediyor olmalıyız. Dersleri online olarak vermiş ve Kaliforniya’da aşçılık okumuş. “Ailemden para istemeyecek kadar gururluyum” diyor: “Paramı kazanabiliyorum. Gezerken çalışıyorum. Modellik, kafe ve hostellerde aşçılık, barmaidlik, garsonluk, temizlikçilik yaptım. Tarlada çalıştım ve İngilizce öğrettim” diye sıralıyor yaptığı işleri.
Evini gezdiğimde, kitaplarını karıştırmama izin veriyor ve bu kitaplarda ‘seyyah’ ruhunun izlerine rastlıyorum. İpek Yolu ve Hindistan ile ilgili kitapların yanı sıra bir de New York Times’ın seyahat eki var. Manşetinde Orta Asya rotası. Sonraki durağının orası olup olmadığını merak ediyorum. “Önce Kırgızistan, ardından burada adı geçen yeri planlıyorum” diyor.
Seyyahlık sırasında ailesini özlüyormuş elbette. Telefonla konuşmak biraz hafifletiyormuş özlemini. 5 yıldır geziyor. Yorulup yorulmadığı konusunda şöyle diyor: “Eğer çok hızlı seyahat edersem yoruluyorum. Gezerken farklı şeyleri seviyorum. Büyük şehirler, küçük köyler, sahiller, dağlar... Aynı şekilde seyahat şeklimi de değiştiriyorum: Bazen tren, bisiklet, otostop, uçak ya da yürüyüş! Yavaş seyahat daha iyi. Sizi daha az yorar ve orayı daha iyi öğrenmenizi sağlar.”
Türkiye’de yaşadığı gezi deneyimlerine gelelim: “Nemrut Dağı’nda eşeğe bindim, Van Gölü’nde yüzdüm, Olimpos’ta Ramazan Bayramı’nda eğlendim, Likya Yolu’nu yürüdüm, Urfa’da beş parasız kaldım, taşlı çakıllı yollarda bisiklete bindim, Diyarbakır’da dolma yaptım, Karadeniz sahilini otostopla geçtim ve bir şekilde Erzurum’a vardım. Çok hikâye biriktirdim...”
En çok İzmir’i beğenmiş. İstanbul, Mardin ve Urfa’yı da sevmiş. Her turist gibi o da göbek dansına bayılmış. Türk müziği hoşuna gitmiş özellikle bağlama.
Gezdiği en güzel ülke olarak Guyana’yı söyledikten sonra seyahat felsefesini de açıklıyor: “Gezdiğim her ülkede yerel, geleneksel tatları, sanatları ve el işlerini tanımak isterim. Bunlar yavaş yavaş ölüyor o nedenle kaybolmadan önce hepsini görmek istiyorum.”
Ne diyelim, yolu açık olsun.