GeriSeyahat Gerçek olamayacak denli tuhaf ve güzel: Mont Saint-Michel
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Gerçek olamayacak denli tuhaf ve güzel: Mont Saint-Michel

Gerçek olamayacak denli tuhaf ve güzel: Mont Saint-Michel

20 yıllık hayalimi gerçekleştirip nihayet Mont Saint-Michel’e geldim. Katedrale çıktığımda yerle gök arasında bir yerde asılı kalmış gibiydim. Önümde ta Manş’a uzanan, bazı yerlerinde hareketli kumların insan yuttuğu ıslak bir çöl uzanıyordu.

Çok eskiden yabancı bir gezi dergisinde, o yerin belleğimde çarpıcı izler bırakan resmini gördüğümden beri, hep oraya gitmek istedim. Denizin ortasında yükselen sivri bir kayalığın üzerine gökten sallandırılmış gibi duran imgelem ötesi bir kütleden söz ediyorum. Yani Mont Saint-Michel’den. Aradan 20 yıla yakın zaman geçti ve nihayet yolumu o tarafa çevirebildim. Sonunda ulaşılabilen her amaç için asla geç değildir.

Paris’ten hızlı trenle (TGV) iki saatte Rennes kentine geldik. Buradan bir araba kiralayıp, Normandiya’yla Bretonya’yı görünmez bir kordonla ayıran Mont Saint-Michel Körfezi’ne doğru yola koyulduk. Yaklaşık 70 kilometre boyunca sonbaharın renkleriyle yıkanmış harika bir doğanın içinde direksiyon salladıktan sonra, uçsuz bucaksız Normandiya kumsallarının ufkunda onu gördüm. Aynı anda,“Tam, Guy de Maupassant’ın dediği gibi!” diye düşündüm: “Uzaklarda, ayağını bastığın yerin ötelerinde, sarp duvarların üzerinde yükselen bir mabet; düşünsel bir şato; insan aklını zorlayan imgelerin biçimlendirdiği gizemli bir saray; gerçek olamayacak denli tuhaf ve güzel...”

Mont Saint-Michel, çevresi yarım mil uzunluğunda, deniz seviyesinden itibaren 90 metre yüksekliğindeki sivri bir kaya kütlesinin üzerine oturtulmuş bir yapılar kompleksi. Başmelek Mikael’e adanmış görkemli bir katedralle değişik zamanlarda eklenmiş manastır yapılarından oluşuyor. Katedralin kaya tabanından yüksekliğiyse 80 metreye ulaşıyor. Bütünüyle olağanüstü ve nefes kesici bir görüntü. Yılın her ayı iki kez Manş’ın dev gelgitleri etrafını sararak, bir ada haline getiriyor Mont’u. Aslında artık tam olarak adalaşamıyor. 1877’de karaya 1600 metre uzunluğunda bir dolgu yolla bağlanmış. Katedralin güneydoğu yamacında küçük bir ortaçağ köyü yer alıyor. Grand Rue (Büyük Sokak) dedikleri 72 metre uzunluğunda, daracık bir yokuşun iki yanında hediyelik eşya dükkânları ve lokantalar sıralanmış. Bu yolun solunda Saint Michel şapeli var. Başmelek’in altın bir yontusu, kırmızı mumların aydınlattığı sunağın üzerinde şeytanı simgeleyen ejderhaya öldürücü darbesini vururken betimlenmiş. Yüzölçümü 1000 metrekareyi bulmayan bu yere yılda bir milyonun üzerinde turist geliyor.

ÇOCUK HACILAR DA VAR

Gerçek olamayacak denli tuhaf ve güzel: Mont Saint-Michel

Köyün en eski, en güzel oteli La Mére Poulard

Köyün en eski, en güzel oteli La Mére Poulard. Ortaçağdan kalma taş binası, gourmet lokantasıyla seçkin müşterilerine 110 yıldır hizmet veriyor. Kuruluşun yöneticisi Joris Le Breton, otelin duvarlarına asılı 3 bin 500’den fazla resmin arasından Hemingway’i, İngiltere Kralı Edward VII’yi, Japon İmparatoru’nu, Rita Hayworth’u ve neredeyse hepsi tanıdıkmış gibi gelen yüzlerce çehreyi işaret ediyor. Otelin altın kitabında hepsinin imzaları ve izlenimleri yazılı. Odun alevinde, çok uzun saplı devasa tavalarda yaptıkları alevli omlet (Omelettes flambeés) dünyada bir tane! Formülü 100 yıldır sır olarak tutuluyor. Ayrıca gelgitin tuzlu meralarından ot yiyen kuzuların etiyle yarattıkları gurme lezzetler damaklarda unutulmaz tatlar bırakıyor.

Gerçek olamayacak denli tuhaf ve güzel: Mont Saint-Michel

Porte du Roi (Kral Kapısı)

Mont’un tarihçesi 709 yılına uzanıyor. O zamandan itibaren yaklaşık 800 yıl boyunca özgün binaya ekler yapılıyor ve 1500’lerin sonuna doğru nihai şeklini alıyor. Yapılar, olağanüstü konumları nedeniyle, birçok kez felaketlere uğramış. Üzerine yıldırım düşmemiş tek bir kulesi, yangın veya gelgitin şiddetinden hasar görmemiş hiçbir bölümü yok gibi. Ancak, sürekli yenilenerek bugüne dek gelebilmiş. Ortaçağlarda inançlı Hıristiyanlar kafileler halinde buraya uzak yerlerden yıllarca yürüyerek gelir, hacı olurmuş. Özellikle, ‘Pastoureaux’ denen çocuk hacıların öyküleri oldukça dramatik.
Adaya Porte du Roi’dan (Kral Kapısı) girince duvarda büyük ahşap bir pano üzerine yazılmış ‘Les Grandes Marées’ yazısı dikkat çekici. Denizin yükseleceği saatleri bildiriyor. Ona göre arabanı güvenli bir uzaklığa kaçırıyor, kumsalda dolaşırken dikkatli oluyorsun. Zira kabaran deniz aniden dört nala kalkmış bir kısrak gibi, önünde hiç bitmeyecekmiş gibi uzanan kumsalları katedip, Mont’un duvarlarını dövmeye başlıyor.

GEÇMİŞ YOK, GELECEK YOK

Gerçek olamayacak denli tuhaf ve güzel: Mont Saint-Michel

Katedrale, sonsuza dek uzanıyor sandığın dik merdivenlerden tırmanıyorsun. Adeta gökyüzüne tırmanır gibi... Fransızlar bu yola boşuna Grand Degré, (Büyük Paye) dememişler. Hayatta çile çekerek, cennete ulaşabilmeyi simgeliyor. “Miles yaşasaydı da, ‘Cennete Yedi Basamak’ adlı ezgisini, trompetine bir de bu merdivenleri tırmandıktan sonra üfleseydi” diye düşünüyorsun.

Sonunda, ciğerlerinin isyanı ağzına acı bir tat saçarak yayılırken tepeye ulaşıyorsun. Katedralin olağanüstü etkileyici Romanesk Naos’unda (ibadethane) uzun süre soluklanıyor ve farkına varmadan derin bir meditasyona dalıyorsun. Yaklaşık 45 metre yüksekteki vitrayların içinden süzülerek sunağın üstüne düşen ışık demeti, iç dünyanın derinliklerine bir taşkın gibi yayılıyor. Geçmiş ve gelecek bilincinden kopuyor. Bedenin hafifliyor. Naos’un oval kubbesinden üzerine çağlayan ışıklar, döküldükleri yerde coşkun bir nehir oluşturuyor. Bu ışık nehri seni kucaklayarak, yaşamın deltasından denize kavuşacağın noktaya doğru taşıyor. Geçmişinle hesaplaşmak, gelecek kaygılarıyla günü zehir etmek, seni ışıksı hızıyla sürükleyen akıntının çok gerisinde kalıyor.

Ama keşke o çan çalmasaydı... Vitraylardan süzülen ışıklardan gözlerini ayırmadan, adımların seni isteksizce bir kapıya sürüklüyor. Eşiği geçer geçmez temiz havanın ciğerlerine çarptığı kolon adlı bir bahçeye çıkıyorsun. Granada’nın Alhambra’sına birbiri ardından çakan flaşlarla gidip geliyor belleğin, bu hiç ummadığın benzerlik karşısında.

Bahçede uzun süre soluklandıktan sonra dar bir taş merdivenle alt kata iniyorsun. Şövalyeler Salonu, üç sıra masif gotik kolonun taşıdığı görkemli bir hacim. Koya bakan taraftaki iki büyük nişi, Başmelek Mikael kastının taht bölümü sanıyorsun. Ancak, biraz yaklaştığında nişlerin içindeki siyah is bunların devasa boyutlarda şömineler olduğunu söylüyor sana.

Yine hiç ummadığın bir yerden başka bir merdivenle Konuklar Salonu’na çıkıyorsun. Ortaçağda, katedralin rahipleri dış dünyayla ilişkilerini bu salonda ağırladıkları konukları vasıtasıyla yürütürlermiş. Yürüyüşünü sürdürüyorsun. Aniden karşına ruhun tekamül sürecini simgeleyen büyük ahşap çark çıkıyor. Adımların yapının manyetizmine kapılmış gidiyor. Çevrimini tamamlamamış silindirik kemerlerin birbiri içine geçtiği koridorları, şapelleri hipnoz altındaymışçasına kat ediyor ve aniden bir terasa çıkıyorsun. Şimdi, yerle gök arasında bir yerde asılı kaldın. Önünde ta Manş’a değin uzanan, bazı yerlerinde hareketli kumların insan yuttuğu ıslak bir çöl uzanıyor.

RÜZGAR DEĞİL SENİ SALLAYAN

Gerçek olamayacak denli tuhaf ve güzel: Mont Saint-Michel

500 metre yükseklikten aşağıya bakıyorsun. İçine garip bir korku yayan gri kumsalların üzerine katedralin gölgesi düşüyor. İmgeler taşkın haline gelip, bilincini kuşatıyor. Kuzey rüzgârları kaygılarını bilinmeyen uzaklıklara doğru savururken, sallandığını hissediyorsun. Aslında, rüzgâr değil seni sallayan. Beş saatten beri bu gotik yapılar kompleksinin sarp labirentlerinde oradan oraya seğirttiğini anımsıyorsun. Bacakların artık gövdeni taşıyamıyor. Önünde gökyüzüne saplanmış kılıçlar gibi duran kulelerin doruklarına doğru kaldırıyorsun başını. Orada, en görkemli kulenin tepesinde Başmelek, beş metre yüksekliğindeki altın kütlesiyle, kılıcını Yaradan’a isyan eden şeytana doğru savururken haykırıyor: Mi-Ka-El..! (Tanrı’ya kim karşı gelebilir?)

NASIL GİDİLİR

Paris’ten Rennes veya Caen’e trenle gidip, Pontorson’a aktarma yapmak gerekiyor. Oradan da yerel otobüslerle Mont Saint-Michel’e geçmek mümkün. Aslında Rennes’den araba kiralamak hem daha ucuza geliyor hem de çevredeki birbirinden güzel köyleri gezebilmek için büyük avantaj sağlıyor.

NEREDE KALINIR

- La Mere Poulard - 02 33601401
- Hotel Saint Pierre - 02 33601403
- Hotel Croix Blanche - 02 33601404
- Mont’a yaklaşık 3 km. mesafede bulunan Beavoir’da bir sürü yeni ve ucuz otel ve kamping alanı var.

False