Füsun HATTAT
Berlin’de kız kıza hızlı bir 72 saat
Havayolları ve arabaları dışında Almanya’yı çok sevdiğim söylenemez. İş dışında tatil için tercih etmiyorum. Merak etmiyorum. Berlin dışında. Daha yeni gitme fırsatı bulduğum şehirde iki kız arkadaş, her şeyden biraz; şehir turu, sanat, gece hayatı, alışveriş derken hızlı bir 72 saat geçirdik. Almanya hakkında duygularım çok fazla değişmedi. Tatile gitmem ama her daim “Bekle beni Berlin”, ansızın bir gece çıkıp gelebilirim.
İlk gün şehre vardıktan sonra öğleden sonrayı alışverişe ayırdık. Olan oldu tabii… Sabah erken uçak yolculuğundan sonra uykusuz, birden kendini alışverişe atar, bulduğun her mağazaya girer, giyer dener çıkarsan, yorgunluktan dağılır, telefonunu çantanın içinden çaldırırsın.
Neyse olan oldu, alışverişe devam edelim.1,5 km’lik kısaca Ku’damm caddesinin bir ucu ana cadde mağazaları, diğer ucu lüks mağazalar. 200 metrede bir dört ayrı H&M mağazası başka bir yerde görmedim. Yine aynı yerde ‘Kadewe Büyük Departman Mağazası’, 1920’lerde yapılmış. Bina eski, etkileyici, içinde birçok dünya markası var ama ürün yelpazesi çok dar.
Dolayısıyla, hiç oyalanmadık, teras katına yemeğe çıktık. Yine çok etkileyici, cam bir kubbe altında güzelim bir mekân, ancak self servis restoran yapmışlar. Ortalık karışık ama yemekler müthiş. Plastik tepsimizde karides ıstakoz şampanya üçlüsü... Ne tezat!
Bize tavsiyede bulunan herkes ağız birliği etmişti: “Akşam yemeğe Grill Royal’e gidin.” Gittik, lezzetli bir ızgara bonfile, patates kızartması yedik. Ama salon ve atmosfer verdiğimiz ödediğimiz hesaba değmiyordu.
Her zaman yeni bir şehri yürüyerek gezerim. Ama Berlin büyük, zaman dar, gök delindi, sabahtan akşama yağmur yağıyor. Ertesi sabah atladık Hop on Hop off gezi turu otobüsüne. Bütün gün isteğimiz yerde indik, gezip fotoğraf çekip yemek molası verdik, otobüse geri bindik. Tam turist olduk.
Sony Center, içinde Legoland, imax sinema, iş merkezi, otel, mağaza cafeler ve ortasında fıskiyeli havuzuyla müthiş bir cam çelik konstrüksiyon bir yapı. 1989’da yıkılan Berlin Duvarı’nın ardından II. Dünya Savaşı’ndan beri terkedilmiş duvar çevresi alanlarının tekrardan düzenlenme projesi kapsamında, 2000 yılında tamamlanmış. Havuzun kenarına oturup dakikalarca cam tavanları seyrettim.
Check Point Charlie, Soğuk Savaş sırasında Batılı Müttefikler’in Doğu Berlin ile Batı Berlin arasındaki geçiş kontrol noktasına verdikleri isim. Bugün ise tam bir turist çekim noktası. Biz de kendileriyle para ödeyerek fotoğraf çekilen sözde Amerikan askerlerinin kenara geçin uyarılarına kulak asmayarak, en havalı pozlarımızı verdik. Sanırsınız film platosundayız.
Otobüs turuyla dolaşırken uzaktan gördüğümüz Hauptbahnhof Merkez Tren İstasyonu’nu yakından gezmek için ertesi gün yolumuzu o istikamete çevirdik. Ne diyeyim, tren istasyonlarına karşı özel bir merakım var ama burası sadece bir tren istasyonu değil aynı zamanda koca bir alışveriş merkezi. 2006 yılında açılan istasyonun alt, üst, orta her katından trenler geçiyor. Müthiş bir teknoloji. Yalnız ciddi bir eksiği var.
Postdamerplatz’da savaş sonrası yapılan post modern büyükelçilik binaları Berlin’de gördüğüm en güzel yapılardı, mutlaka görün.
İkinci akşam, yemeğe Borchardt’a gittik. Yüksek mermer kolonlar arasında art-nouveau mozaik zemin kaplı salonu çok şık. Bugüne kadar Barack Obama’dan Mick Jagger’a kadar ünlü konukların tatmış olduğu Alman-Fransız ağırlıklı menüsünden klasikleri tercih ettik. Viyana şnitzeli şehrin en iyisi olarak nam salmış.
Barı saat 10 ‘da bile masalarını bekleyenlerle dolup taşıyordu. Yemekten sonra, Radisson Blu Oteli’nin arkasında teslimat kamyonlarının girip çıktığı üzerinde devasa bir avizenin bulunduğu avlu içindeki depoda konuşlanan Crackers’a uğradık. Kalabalık upuzun bir bar, düşük tavan, açık mutfak, loft benzeri bir alan.
Buradan sonra belli günlerde Borchardt’ın bulunduğu binanın üst katında düzenlenen özel ev partisini görmek için restoran müdürünün verdiği anahtar yerine geçen kart elimizde, o tarafa geri döndük. Fazla kalabalık yoktu. İçerisi kütüphane, oturma odası, bilardo odasıyla normal bir ev gibi döşenmişti.
Konuşmaya engel olmayacak yükseklikte müzik, loş ışık, her odaya girişinizde süzen bakışlar… Durmadık çıktık. Berlin’in son yıllarda en hip (Kendine özgü mekân) canlı müzik mekânlarından biri olan Bar Tausend’e gittik. İçerisi cam, metal ve aynalarla kaplı, müzik ise harika…
Bana göre Berlin’de en büyük sürpriz burası oldu! Çoğunlukla klasik otelleri tercih ederim. Hip oteller bana dışardan havalı içerden içi boş gelir. Ancak, Batı Berlin’de Tiegarten Parkı bitişiğinde bir orman kadar vahşi tasarımı ile ‘25 Hours Bikini Hotel’ beklentilerimizin çok üzerindeydi. Yemyeşil manzaralı odamızın açık tasarımlı banyosunda, su tüketimine dikkat çeken sabunlar üzerindeki minik notlar vardı. Otel, asansördeki botanik video enstalasyonları, Kiosk’ta satılan harika kitaplar gibi ince detaylarla doluydu. Çırpılmış yumurtanın hastasıyım. Açık büfe kahvaltıda hazır bekleyen ama kıvamı bu kadar tamam olan çırpılmış yumurtayı başka bir yerde yemedim.
Otelin teras katındaki Monkey Bar ve Neni Restaurant ise ayrı bir olay. Kaldığımız otellerin bar ve restoranlarında pek vakit geçirmeyi sevmeyiz. Şehrin en popüler barı otelinizdeyse durum farklı tabii! Girişte terasa çıkan asansörün önünde sabah akşam azalmayan kuyruğu geçip, elimizdeki oda kartı sayesinde diğer asansörden beklemeden çıkmak çok keyifliydi. Sonuçta bütün hafta sonu dönüp dolaşıp kendimizi Monkey Bar ve Neni’de sürekli humus ve falafel yerken bulduk. Şiddetle tavsiye olunur.
Berlin’in sanki aslında bütünü bir çağdaş sanat müzesi gibi. Son sabah, ilk iş soluğu East Side Gallery’de aldık. Kreuzberg tarafında Spree Nehri’ne paralel, 1316 metrelik Berlin Duvarı’nın parçası uluslararası özgürlük anıtına dönüşmüş. Duvar boyunca 105 adet grafiti 1990 yılında tüm dünyadan sanatçılar tarafından resmedilmiş. Rengârenk açık hava sergisini yağmur altında yürüyerek büyük keyifle seyrettim.