Ankara... Ankara...

ANKARA’dan İstanbul’a kalkan uçaklar, hava trafiğindeki yoğunluk nedeniyle sürekli rötarda. Yanımda oğlum var, 23 Nisan’ı Ankara’da geçirdik.

Gece vakti nihayet uçağa binince sıkıntıdan patlayan oğlum, yanında oturan beyefendinin ipod’una olan ilgisini belli ediyor. Ahbaplık etmeye başlıyorlar. Koltuk komşusu, bizimkinin 23 Nisan tatilini Ankara’da geçirdiğini duyunca memnun oluyor. Bunu da "Şimdi çocuklar Eurodisney’i gezip görüyorlar ama Ankara’yı tanımıyorlar" diye açıklıyor.

Bizimki ise geçen yıl dedesiyle Anıtkabir’i ziyaret etti, diye hava atıyor. Bu sefer ise Ankara’da annesinin çocukluk arkadaşları, onların çocukları ve köpekleri ile tanışma seferinden dönüyor. Annesi ona Ankara’yı tanıtıyor. Daha doğrusu sadece belirli yerleri gösterip diğerleri sanki yokmuş gibi davranıyor. Korna sesleri ve trafik keşmekeşi içinde bir Kuğulu Park. Papazın Bağı bile yok artık. Zamana direnen birkaç Gaziosmanpaşa evi görünce arkeolojik kazıda Afrodit heykeli bulmuş gibi sevinmeyi dokuz yaşında çocuğa anlatabilir misin ki?

Yeni açılan mahallelerdeki sakil apartmanların, bozkırdaki tuhaf lüks sitelerin, ufacık çocuğun estetik duygusunu etkilemesinden endişe ediyor. Oran’ın, Balgat’ın yeşil bahçeli, kümesli, tekirli ve karabaşlı gecekonduları daha insaniydi diye düşünüyor. Ankara giderek Sovyetler Birliği’nden ayrılan Türki cumhuriyetler başkentlerinin 1990’lı yıllardaki haline benziyor.

Nihayet dönüş yolundayız. Meclis’in önünden itibaren gönüllü turist rehberi moduna geçebilirim. Bak oğlum burası Türkiye Büyük Millet Meclisi, burası da Büyük Ankara Oteli, eskiden düğünler burada yapılırdı, Samanyolu çalardı. Kızılay Meydanı’ndayız şimdi, sağdaki Türkiye’nin ilk gökdeleni. Açıldığında olay olmuştu. Şu sol tarafta kuyruk beklerken acayip eğlendiğimiz Skoda dolmuşlar dizilirdi, rengárenk çiçekçiler vardı.

Şu köşedeki şipşirin Kızılay binasını da yıktılar. Alışverişimizi bu caddeden yapardık, meşale amblemli okul üniformalarını, bebe yakalı gömlekleri buradaki dükkánlardan alırdık. Okunmuş Archie çizgi romanlarını şimdi önünden geçtiğimiz Kocabeyoğlu Pasajı’nın alt katından toplardık.

Burası Orduevi, şurası Radyoevi, Hansel ve Gratel operetini bu binada seyretmiştik, ağaçların arkasından Gençlik Parkı’nın dönme dolabını gördün mü ne güzel. Ziraat Bankası, Etnografya Müzesi, bak işte burası çok önemli bir yer, şu küçücük binayı görüyor musun, Atatürk ilk Meclis’i işte burada açmıştı.

Oğlumun ilgi grafiğinin, ilk Meclis’in önünden geçerken en yüksek noktaya çıktığını fark edince memnun oluyorum.

* * *

Sonra suskunluk başlıyor. Sol tarafta dedenin Rüzgárlı Sokak anıları da olmasa Başkent Ulus’ta bitiyor. Şimdi artık herhangi bir Afrika şehrinde çarşının içinden geçiyor olabiliriz.

Ankara’nın içi neyse dışı da o. Cumhuriyet değerlerindeki yozlaşma, kendini Ankara’nın estetik kirliliğinde ele veriyor.

Ya da ben öyle hissediyorum.
Yazarın Tüm Yazıları