Paylaş
Kimbilir, başkan adayı abartmış!
Al Gore'un sözünü ettiği kız çocuğu okulda ‘‘on gün’’ değil ‘‘bir gün’’ sırasız kalmış! Yani Al Gore, rakibiyle çıktığı televizyon tartışmasında, eğitim sorunlarını dramatikleştirmeye çalışırken küçük bir palavra sıkmış.
Amerikan basını ‘‘bir gün’’ün ‘‘on gün’’ diye sunulmasına veryansın ediyor. Demokratları destekleyen New York Times bile Al Gore seçilirse bu ‘‘abartı yeteneğinin’’ tehlikeli olabileceğini savunuyor.
‘‘Foyası’’ ortaya çıkan Gore, ikinci televizyon maçına süklüm püklüm çıkıyor ve ‘‘Okul örneğini verirken yaptığım abartı için özür dilerim'' diyor.
Yani Demokrat adayın ‘‘abartma sanatının’’, bir ‘‘mitomani mi’’, ‘‘düpedüz yalancılık mı’’, ‘‘düzenbazlık mı’’, ‘‘çocukluktan kalma desteksiz atma alışkanlığı mı’’ olduğu kampanyanın ortasına düşüyor.
Bu noktada, ortadaki psikolojik ayrıntılardan çok asıl çarpıcı olan, ‘‘bir abartının’’ siyasi iklimi bu denli etkileyebilmesi. Yani ‘‘bir günün’’ ‘‘on gün’’ diye sunulmasına tahammül edemeyen basının ve kamuoyunun tutumu.
En Al Gore'cu yazarlar bile çıkıp ‘‘Bir günün on gün diye sunulmasında ne var kardeşim. Adamın heyecandan dili sürçmüş’’ filan diyemiyorlar. İçlerinden geçirseler de yazamıyorlar. Yani mazeret üretme sektörü faaliyete geçemiyor.
* * *
Amerika, yakın tarihinin en zevksiz seçim kampanyasını yaşıyor. Renksiz ve soluksuz iki adayla. Heyecan ve tempo yönünden keçiboynuzu gibi bir seçim yarışında ortaya çıkan bu ‘‘abartı krizi’’, demokrasilerde ‘‘toplumsal normlar’’ın ne kadar belirleyici olduğunu ortaya koyuyor.
Demokratik toplumların ‘‘abartılı’’ mesajlara bile hoşgörüsü yok.
Türkiye'de ise ‘‘normsuzluk’’ yüzünden neler ‘‘kabulleniliyor’’! Neler yutuluyor!
Dünkü Susurluk'tan bugünkü ‘‘bavulbank partisine’’ kadar. İstikrar adına ve istikrar için yolsuzluklarla beraber yaşama alışkanlığından başlayarak. Hırsızlarla kol kola girmekten onur duyarak. Susurluk'u kapatıp sonra rahatça horlayabilme pişkinliğiyle, adı ‘‘hırsızlık yaptırma işletmesine’’ çıkmış ve bütün pislikleri ortaya dökülmüş bir partiye gidip oy verme ‘‘genişliğiyle’’ vs.
Bu noktaya nasıl gelindi, sorusu çok önemli bu aşamada.
Toplum yeterince olgun mu değil?
Geleneği mi yok?
Yoksa yeterince bilgilendirilmiyor mu?
Bütün bu unsurların payı var elbette. Asıl neden ise, toplumsal normların gelişmesini engelleyen bugünkü ‘‘tezgáhın varlığı’’. Kural koyuculuğu.
Türkiye'de 90'ların başından itibaren sürüp giden bir düzen bu. Talan ve yağmayı koruma altına alma tezgáhı. Bu tezgáhın siyasetteki adı ‘‘istikrar’’. ‘‘İstikrar’’ı da ‘‘muhalefetsizlik’’ sağlıyor. (Özallı yağmacılık yıllarını muhalefet bitirmemiş miydi?)
Bugünkü senaryoya göre, hükümetin karşısında muhalefet olmayacak.
İşveren sendikasız çalışacak.
Medya zaten istikrarın hem parçası, hem de sözcüsü.
Soru sorulmayacak, soranlara kızılacak. Eleştiri yapılmayacak. ‘‘Ahlak’’ diyecek olana ‘‘ahmak’’ denecek. Yolsuzluk yaparken yakalanmış bir hükümeti düşüren muhalefete kızılacak. O da istikrar düzeninde var olabilmek için ‘‘yaptığı haşarılıktan ötürü özür’’ dileyecek. ‘‘Vallahi istikrar için çalışacağım’’ sözü verip muhalefet etmemek üzere sahaya çıkacak.
* * *
Bu ‘‘ideal muhalefetsizlik’’ IMF'ye ve Dünya Bankası'na ‘‘yeni koz’’umuz olarak pazarlanacak. Onlar da yiyecek, yutacak vs...
Bütün bunlar, ‘‘tezgáhın bir avuç sülüğünün refahı için’’ yapılıyor.
‘‘Müreffeh Türkiye’’ marşıyla! Ekonomiyi iyi bilenlerin pazarlamasıyla!
Soru sorulmayan yerde toplumsal norm gelişmez. Sadece pisliğe, uğursuzluğa ve yolsuzluklara bağışıklık kazanılır.
Sahtekárlığa gösterilen ‘‘hoşgörü’’ de bir tür sahtekárlık değil mi?
Paylaş