Paylaş
EĞER bütün bu olup bitenler doğalsa! Sıradan olaylarsa! Önemsizse, vakit kaybıysa! Toplum bu kadar ‘‘yalana ve talana dayanıklı’’ hale geldiyse!
En korkunç olanı da bu zaten!
Basındaki yozlaşmanın ‘‘seminer’’ konusu haline geldiği bir ülkede ‘‘hangi demokratikleşme paketinden, hangi Kopenhag kriterinden’’ söz edilebilir?
O kriterleri topluma mal edecek olan kurum hastaysa! Yozlaşmışlığını genleriyle izah edip bir kader gibi sunuyorsa!
Bunca kepazelikten sonra akıl almaz bir gayretle ‘‘eskiden de böyle işler yapılıyordu’’ denebiliyor.
Eskiden de yapılıyormuş, ancak sonuç ne oldu? Türkiye ne kadar zaman kaybetti? Yapabileceği hamlelerin önü nasıl ve neden kesildi?
* * *
Avrupa entegrasyonunda yer almaya hazırlanan bir toplum, ‘‘basın dün de yozdu, bugün de aynı yozluk devam’’ ediyor teslimiyetçiliğiyle yarınlarını şekillendiremez.
AB entegrasyonu sadece bir dış politika tercihi değil, bu ülkenin önündeki tek toplum projesi. Bu uzun yolculuk ise başta basın olmak üzere bütün kurumların ileri değerleri benimseyip uğruna fedakárca mücadele vermesiyle mümkün.
Gazetecilik öncelikle ‘‘bağımsız’’ olmayı gerektiren bir itibar mesleğidir.
Ve de o bağımsızlığı koruyabilmek için ‘‘her şeyi sıfırlayabilme’’ cesareti.
Son günlerde ortaya saçılan kepazelikler gene ‘‘gazeteci gibi’’ gazetecilerin çabasıyla ortaya çıktı.
Demokrasilerin güzelliği ve gücü de bu işte.
Oysa faiz indi-çıktı yazılarıyla borsanın kalp atışlarını yorumlayan ‘‘teknisyen yazarlar’’a göre, sanki Egebank olayı Türkiye'de yaşanmadı.
Bavulbank rezaleti bir şakaydı. Çünkü yeterince teknik değildi.
Gazeteciler bu konuları kurcalarken en çok bilgi sahibi olması gereken kesimlerden ses seda çıkmadı. Başta Bankalar Birliği. Bu kadar üyesi batmış bir kurumun sessizliği anlaşılabilir miydi? Bu sessizliği sorgulamak gene gazetecilere kaldı.
Gelişmeler karşısında siyasi otorite sus pus oldu. Bağımsız hareket etme alışkanlığı olmayan bürokrasiden zaten kimse bir reaksiyon beklemiyordu. Reaksiyon da gelmedi.
* * *
İlginç değil mi, istikrar programına en fazla destek verenler, banka skandallarında en çok sessiz kalanlar oluyor.
Her gün yeni bir skandalın ortaya çıktığı böyle bir bankacılık sektörünün ekonomiye maliyetinin ne olduğu nedense sorulmuyor? Oysa bugün için hayati olan soru bu değil mi?
Bankalarla irtibatlı ‘‘yazarlığın’’ kelepçeleri bunlar.
Banka personeli mi, gazeteci mi? Karar vermek gerekiyor. Gazetecilerin ‘‘haber personeli’’ olmadıklarını çok iyi kavramak koşuluyla.
Paylaş