Zeynep Atikkan: Acıklı yıldönümü (3)

Zeynep ATİKKAN
Haberin Devamı

Uyuma Türkiye

Birisi Bodrum'daki yattan demokrasi üfleyip Ankara'ya gelince ‘hukuksuzluk’ için ‘itidalli siyasetçiyi’ oynamakta. Oysa bugün attırtmaya çalıştığı memurlar kendisinin iktidar olduğu dönemlerde işe alınmadı mı? Zaten başka türlüsü de mümkün değil. Son yılların en başarısız ama en vazgeçilmez siyasetçisiydi; ya assolist ya figüran olarak hep sahnede kaldı. Geçen gün ‘Ankara look’una bürünmüş Gölcük'ten gelen yerel yöneticilerle konuşuyordu ‘Devlet herşeyi yaptı. Daha da yapacak falan, filan’.

Koalisyonun yamak partisinin bir yılda ne yaptığı ortada, siyasi kültüre sadece avantacılıkla geçecek olan bir devşirme grubunun kendi açıklarını kapatma telaşından başka bir icraat yok ortada. ‘Herşey yapılmış olsaydı’ o partinin finansörü, şaklabanı, yatçısı, yalakası ve avantacısı müteahhitlerin, kahverengi deri koltuklu, kapıda düşük egosunu okşayan Mercedes'i ve de gariban sekreterli büroları hálá çalışır mıydı? Bir avantacı müteahhit partisinin, otuz bin kişinin hayatından sorumlu olan iş bitirici müteahhit takımından hesap sorabileceğini aklınız kesiyor mu?

Diğerleri ise solculuk ve milliyetçilik adına ve de en kıyağından ‘istikrar’ adına basındaki ‘itidal’ sözcülerinin desteğiyle işte böyle bir düzenin bekçiliğini yapmaktadalar.

Bir ülkenin başına 17 Ağustos faciasından daha büyük ne gelebilir? Bu boyutta bir acı vicdanları sızlatmadıysa, bütün bu köhneliğin ve düzenbazlığın üstüne bir yıldırım gibi düşmediyse? Bundan daha beter, bundan daha acı, daha uyarıcı ne olabilir?

Koalisyonun yamağı müteahhit partisinin en tepesinden üfürülen ‘devlet herşeyi yaptı ve yapacak’ sözleri Ankara mahreçli. Acaba Gölcük, Düzce, Bolu, İzmit ve Adapazarı'nda halkın karşında bunları söyleyebilirler mi?

‘Deprem değil yanlış yere yapılmış kötü bina öldürüyor’ sloganı doğruysa eğer bu facianın sorumlularını hiçbir zaman bilmeyecek miyiz? Yani Meclis'te birbirini aklayan ve de aklananları bağrına basarak bir kez aklayanların yolumdan mı gideceğiz?

Çocuğunu, kardeşini, annesini babasını ve sevdiklerini yitiren yüzlerce insan mahkeme harcını yatıramadığı için dava bile açamadı. Kanun hükmündeki hukuksuzluğu dayatmaya çalışanlar bu acılı insanlara bu kadar basit bir kolaylığı bile sağlamadılar. O Soğuk Savaş üsluplu yönetim biçimleriyle, herşeyi kaparatak, tartışmadan kaçarak, şeffaflıktan ürkerek.

Ve sonrası? İki mahellede uçuşan kelebek ve böcekle kendilerine paye verditmeye çalışıyolar bugün.

Oysa deprem bölgesinin gerçeği çok özel!

Öncelikle önümüzdeki kışın kasveti basmış. Türk mucizesinin dünyadaki halkla ilişkiler müdürlüğünü yapan Dünya Bankası Başkanı ne derse desin bölgedeki işsizlik aklı başındaki her iktisatçıyı panikletecek boyutta. Bir yıl sonra bölgede gördüğüm umutsuzluğun tanımını ben yapamıyorum.

Adapazarı'nın kendi haline bırakılmışlığında ‘devletin herşeyi yaptığını’ yakalamak mümkün meselá. Yok olmuş sokaklarda mavi plastik hortumlarla halk kendi suyunu kendisi temin ediyor. Orta hasarlı boşaltılmış apartmanın hemen dibindeki çadırlarda yaşayanlar var. Terkedilmiş ağır, orta hasarlı koca apartmanlar lağım ve pis su gölcüklerinin kıyısındalar artık. Mizah mıdır yoksa bir tür cinnet mi ‘dikkat balık avlanmaz’ levhası çakılmış bu lağım göllerinin içine!

Zaten Adapazarı kalmamış ortada. Adapazarlılar 1967 depreminden sonra takviye edilen binaların 1999'da çöktüğünü söylüyorlar. Demek ki sorun çok büyük çok vahim! O zaman Düzce ve Adapazarı için ne düşünülüyor? Bu noktada henüz bir karar alınamamış olması doğal ama bunu da açıkça söylemek gerekmez mi?

Modern yönetim öncelikle ‘şeffaflık’ demektir. Tartışmak demektir.

Kelebek ve böcek uçurarak bir felaketin bilançosu çıkartılamaz. Bizim de şanssızlığımız tipik bir Soğuk Savaş hükümetinden ‘şeffaflık’ beklemek işte!

Herşeye rağmen gene de ‘Uyuma Türkiye’!

Yazarın Tüm Yazıları