Paylaş
Çöp tepeleri, kilitlenmiş ulaşım, aksayan günlük hayat.
Grev, elbette işçinin en temel hakkı. Ama artık şu soruyu sormanın zamanı gelmedi mi?
Bugünün sendikacılığı, sadece rakam pazarlığıyla sınırlı mı kalmalı?
29 Mayıs’tan bu yana İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı 23 bin çalışan iş bırakmış durumda.
Toplu sözleşme görüşmeleri tıkandı; en sonunda ve bayram öncesinde bir uzlaşma zemini yakalandı.
Görünen o ki uzun bir süre iki taraf da aynı masada ama aynı dili konuşamadılar.
Grev kararının temelinde eski başkan Tunç Soyer döneminde, seçimlere günler kala imzalanan bir sözleşme vardı.
5 bin 800 işçiye yüzde 67 zam verilmişti.
Sendikalar bu sözleşmeyi ileri sürerek geri adım atmayacaklarını söylediler.
Ama bu kriz, sadece belediyenin değil; sendikaların da sorumluluğunda olmalıydı.
Bugünün sendikası sadece bugünü mü konuşur?
Evet; ben de bu sorunun cevabını merak ediyorum.
Dünya değişiyor.
Çalışma hayatı dijitalleşiyor.
Teknoloji iş yapış biçimlerini dönüştürüyor.
Esneklik, sürdürülebilirlik, dijital haklar, geleceğe uyum gibi konuları daha fazla konuşuyoruz.
Avrupa’da sendikalar artık yalnızca “daha fazla ücret” talep etmiyor.
İşverenle birlikte düşünüyor, geleceği planlıyor.
Bizde acaba böyle mi?
Hala tek kart var masada; “Ya verirsiniz ya da greve gideriz.”
Bu tavır, kısa vadede güçlü görünür ama uzun vadede sendikal hareketi zayıflatır.
Çünkü haklılık bile, eğer kamu vicdanını kaybederse etkisini yitirir.
Bir şehri durdurmak kolay.
Ama o şehirde okula yetişmek zorunda olan çocuklar var.
Kronik hastasıyla hastaneye gitmeye çalışan insanlar var.
Hizmet bekleyen yaşlılar, aksayan toplu taşıma, çöple kapanan sokaklar var.
İşte bu yüzden sendikalar artık yeni bir rol tanımına ihtiyaç duymalı.
Sadece ücreti değil, sistemi konuşmalılar.
Kamu hizmetinin sürekliliğini de düşünmeliler.
Elbette işçinin emeği kıymetlidir.
Ama toplumun düzeni de kıymetli değil midir?
Birini savunurken, ötekini yıkmak çözüm olamaz.
Grev, işçinin meşru hakkıdır.
Ama bu hak akıllı müzakereyle, şeffaf bilgiyle, gerçek rakamlarla kullanıldığında anlam kazanır.
Uzlaşmak sadece işverenin değil, sendikanın da görevidir.
Çünkü bugün değil, gelecek için konuşan sendikalar ayakta kalacak.
Yoksa şehir nefes alamaz.
Tıpkı İzmir’de yaşananlar gibi.
Yapay zeka bile olsan bu bordroyu çözemez
Şehir çöple boğuşurken, sosyal medyada bir başka savaş vardı. Adına bordro savaşları diyebilirsiniz.
Belediye ayrı rakam söylemişti, sendika başka.
Başkan Cemil Tugay, “Size 100 bin lira üzerinde birçok bordro gösterebilirim” diyordu.
Sendika itiraz ediyordu; “Onlar brütü gösteriyor, biz neti.”
Derken önüme bir maaş örneği geldi.
İtiraf edeyim, anlamak için birkaç kez okumam gerekti.
İşin içine kesintiler, primler, teşvikler, devreden avanslar, çalışılan gün sayısı, ücretsiz izinler, eksik mesailer var. Birçok kişinin bordrosu böyle değildir. Benim değil örneğin...
Yani yapay zeka olsanız bile içinden çıkamazsınız.
Gönderilen örnekte, ilgili çalışan o ay sadece 20 gün çalışmış.
Avans kullanmış.
Ücretsiz izin almış.
Yol ve erzak yardımından kesinti yapılmış.
Üstüne bir de tam çalışmadığı için prim hak edememiş.
Yani maaşın düşük görünmesinin nedeni sisteme değil, kişisel tercihlere bağlı; öyle anlıyorum.
Eğer 26 gün tam çalışsaydı, bu kişinin toplam giydirilmiş ücreti 67.461 TL olacakmış.
Ama 20 gün çalışınca işler değişmiş.
Hak edilen maaş 50 bin liranın altında kalmış.
Aslında hiç kimse gerçek maaşın ne olduğunu tam olarak konuşmuyor.
Çünkü maaş dediğimiz şey, artık sadece çıplak bir sayı değil.
Yani değilmiş.
Giyim yardımı, yol desteği, işe devam teşviki, iş güçlüğü primi, erzak parası da var.
Bir belediye çalışanının gelir tablosu, neredeyse küçük bir işletmenin bilançosu kadar karmaşık.
İçine sadece “kaç para aldım” değil, “ne zaman izin aldım, hangi haktan feragat ettim, kaç gün çalıştım” gibi onlarca değişken giriyor.
Yani bugün bir işçi “Ben 48 bin lira alıyorum” diyorsa, o maaşın neden 48 olduğunu anlamak için birkaç sayfa açıklama gerekiyor.
Ve bu durum, kamuoyunun kafasını karıştırıyor.
Sorunun cevabı artık rakamlarla değil, rakamların neyi temsil ettiğini anlamakla ilgili.
Sendika “eşit işe eşit ücret” dedi.
Belediye “Bu talepler bütçeyi aşar” diye yanıt verdi.
Her iki taraf da haklı olabilir.
Ama ben bu bordrolardan anlıyorum ki; netlik yok...
Belediye “giydirilmiş ücret” diyor.
Sendika “net maaş” diyor.
Vatandaş ise sadece şunu sordu.
“Bu çöpler neden toplanmadı?”
Gerçeklikten uzaklaşmayalım
Geleceğe de bakalım
Özetliyorum.
Sendikalara karşı değilim.
Zaten olamam.
Ama bugün değil; onlarca yıldır sendikaların sadece ücret üzerinden strateji geliştirmelerine karşıyım.
Bugün dünyada sendikalar farklı konuları konuşuyor.
Daha çok geleceği konuşuyor.
O yüzden elbette işi yönetmek, yürütmek kadar devam ettirmek, istikrar sağlamak da önemli.
Ben her konuda sürdürülebilirliğin yakalanmış olmasına önem veriyorum.
Masaya oturanlar, mikrofon başına geçip konuşanlar bütün bu ayrıntılara dikkat etmeliler.
Bir şehri durdurmak, yavaşlatmak kolaydır.
Zor olan bunları yani tezleri savunurken, geleceği planlarken gerçekçi olmaktır.
Gerçeklikten uzaklaştığınızda da sonuç almak zor olacaktır.
Bayram öncesi bitti iyi oldu
İşçiyle belediye, sendikayla yönetim, sokaktaki vatandaşla grevdeki emekçi; herkes kendi penceresinden haklı.
Ama kimse aynı odada değildi.
Oysa bayram, bizim en iyi bildiğimiz şeydir. Bir araya gelmektir.
Dargınlıkları bırakmaktır. Oturup konuşmaktır. Uzlaşmaktır. Grev artık sadece bir iş uyuşmazlığı değil.
Sosyal hayatı, şehir düzenini, kamu vicdanını etkileyen büyük bir sorun. Ve bu krizin ne kadar sürdüğü değil, nasıl bittiği hatırlanacak.
İzmir’in çocukları bu bayramda temiz sokaklarda oynamalıydı.
Yaşlısı, hastası, çalışanı rahat nefes almalıydı.
Bu şehir, bayramı birbirine kızarak değil, birbirini anlayarak karşılamalıydı. Grev bitti iyi oldu.
Uzlaşmak, zayıflık değil akıldır.
Paylaş