İstanbul Dünya Mirası Listesi’nden çıkarılıp, Tehlikede Olan Dünya Mirası Listesi’ne alınma riskiyle karşı karşıya.
Galataport projesi, İstanbul’un simgesi olan tarihi silüetini bozmaya yönelik en büyük tehditlerden biri. Galataport projesi gerçek olursa Dünya Mirası Listesi’ni unutalım.
Geçenlerde, Çırağan Palas Kempinski Oteli’ndeydim. Architon Dünya Offshore Şampiyonası’nın ikinci ayağı olan Çırağan Kempinski Grand Prix’sinin "start"ını beklerken, otel bahçesindeki Gazebo restoranında öğle yemeği yiyorduk.
Gazebo’nun muhteşem bir manzarası var. İstanbul Boğazı’nın girişini, Üsküdar ve eski İstanbul’un silüetiyle birlikte tam karşıdan görüyor. İstanbul’un güney yarısının neredeyse tamamı kadraja giriyor. Yemeğin yarısına doğru, ufuktan bir yolcu gemisi de girmeye başladı görüntüye. İstanbul’a yaklaştıkça görüntüde kapladığı yer büyümeye başladı. Limana girerken öyle görkemli bir hál almıştı ki, İstanbul’un silüetini ezdi geçti. Koca İstanbul’un yarısı, alt tarafı bir yolcu gemisinin görkemli gövdesine teslim oldu.
Dünya gelişiyor, teknoloji ilerliyor. Modern şehir yaşamı tarihi dokuyla ister istemez karşı karşıya geliyor. Bu gelişmelerden kaçmak mümkün değil.
Gökdelenler, dev transatlantikler, gitgide büyüyen havalimanları modern şehir yaşantımızdan çıkaramayacağımız öğeler. Önemli olan bunları doğru bir şehir planlamacılığıyla, birbirleriyle çatışmayacak şekilde konumlamak.
Gökdelenler de olacak. Hatta İstanbul modern dünyadaki görkemini, dünya kültürüne miras kalmış tarihi görkeminin seviyesine çıkarmak için gökdelenlere muhtaç.
İstanbul’un acilen modern bir turistik limana da ihtiyacı var. Ancak bu ihtiyacı karşılayacak proje kesinlikle Galataport değil.
Galataport projesi gerçek olursa limana bağlandığında İstanbul’un tarihi silüetini ezip geçen bu tür gemilerin sayısı hızla artacak. Turistik liman projesi İstanbul dışına, Boğaziçi’nden uzak bir bölgeye çıkarılmalı. Dev gemilerin Boğaz’dan geçişine de sadece geceleri izin verilmeli. Zaten bu gemiler turistik bazı nedenlerden dolayı limanlara genellikle sabaha karşı veya gece yarısı giriş-çıkış yapmayı tercih ediyorlar.
Kıyamet tütünle alkolün bir tutulmasından
TAPDK’nin yetkilerini düzenleyen 5752 sayılı yasa teklifi henüz mecliste görüşülürken, 2 Nisan tarihli yazımda uyarmıştım.
Tütün ve Alkol Piyasa Denetleme Kurumu’na (TAPDK) yetkiler veren 5752 sayılı kanunun ne gibi uygulama zırvalıklarına yol açacağı daha o günden yasaya ruhunu veren gerekçesinden belliydi.
Yasanın bugün yol açtığı restoranlarda bardakla içki satılabilir mi, satılamaz mı kargaşası işin başı. İleriki günlerde daha bakın neler göreceğiz.
AKP bahşişlerinden medet uman iktidar budalası yazarlara göre yasayı eleştirmek saçmalık. Yasanın özünü görmek işlerine gelmiyor ama...
TAPDK’nin yetkilerini düzenleyen kanunun tütün ve alkolü aynı kefeye koyan gerekçesi, bu yasanın hangi mantıkla yazıldığını apaçık ortaya koyuyor oysa.
Yasanın gerekçesinde tütün ve alkolü aynı kefeye koymak adına dini inançlardan başka hiçbir mantık yok. Gerekçesi dini inançlara dayanan bir yasa en başta laikliğe aykırı. Birbirinden tamamen farklı iki tüketim maddesinin piyasasını sırf dini inaçlar ve kaygılar nedeniyle aynı yasayla düzenlemeye kalkarsan olacağı budur.
Bugün tepkiler gelince, "yanlış anlaşıldı, restoranda bardakla içki satışını yasaklamıyoruz" dersin, yarın öbür gün ortamı müsait gördüğünde TAPDK çıkar "alkollü içkileri süpermarket raflarında teşhir ederek satamazsınız" der. Amaç da bu zaten.
Bilgisayar oyunları şiddete yöneltmiyor
Televizyon ve bilgisayar oyunlarındaki şiddetin, çocukları olumsuz etkilediği, toplumdaki şiddeti körüklediği yıllardır medyada yazılır durur. Ben de bu tezi destekleyen ciddi araştırma sonuçlarının olmadığını yazar dururum.
Bu konuda yapılan en ciddi araştırma nihayet sonuçlandı. TV ve bilgisayar oyunu yobazlarına kötü haber. İngiliz Essex Üniversitesi’nden Patrick Kierkegaard’ın gerçekleştirdiği araştırmanın International Journal of Liability and Scientific Enquiry dergisinde yayınlanan sonuçları, topluma hakim yobaz inancın tersini gösteriyor.
Kierkegaard’ın 1970’lerden günümüze toplumdaki şiddet eğilimlerini analiz ettiği araştırmanın sonuçlarına göre şiddet içeren bilgisayar oyunlarının gerçek hayatta şiddete yol açmadığı yönündeki bilimsel kanıtlar çok güçlü. Araştırma ayrıca, bilgisayar oyunlarının şiddet eğilimine yol açtığına dair zayıf ilişkiler kuran araştırmaların da önyargılar içerdiğini gösteriyor.
Araştırmanın daha ilginç bir sonucu da var. "Bilgisayar oyunları ve şiddet eğilimi arasında illa bir bağlantı kurmak gerekiyorsa," diyor Kierkegaard, "bu bağlantı bilgisayar oyunlarının aslında toplumdaki şiddet eğilimini azalttığı yönünde kurulabilir".
Örneğin 2005’te tüm ABD’de 1 milyon 360 bin şiddet vakası rapor edilmiş. Bu rakam bir yıl öncesinde, 2004’te rapor edilen 1 milyon 424 bin şiddet vakasından daha az.
(Araştırma ile ilgili ayrıntılı bilgiye neo.onpunto.com adresindeki e.günlüğümden ulaşabilirsiniz.)
Myanmar diyenler cunta destekçisi
Tayfun felaketiyle boğuşan Burma’yı Myanmar olarak anmak, Burma’daki askeri rejimi tanımakla eş anlamlı. Burma’yı medyada ısrarla Myanmar olarak ananlar, cuntanın felaketzedelere yardım eli uzatılmasını engelleyen siyasetini onaylar duruma düştüklerinin farkındalar mı acaba?
Myanmar, Burma olarak bilinen ülkeye cuntacıların verdiği yeni ad. Burma’nın bilinen adı yerine cuntacılarca verilen adını kullanmak, cuntanın meşruiyetini ve dolayısıyla politikalarını onaylamak anlamına gelir.