Yasemin'ce

Yasemin BORAN
Haberin Devamı

Yaşamak için yaşamak

Yaşamak için yaşamayı öğrenmeliyiz diyorum, ama aslında bunu biliyoruz. Yani bize birilerinin gelip bunu öğretmesi gerekmiyor. Zaten doğamızda ‘‘yaşamak’’ var.

Şartlar ve koşullar ne olursa olsun insanın ilk ortaya koyduğu tepki hayatta kalmaya yönelik. Var olmaya, yaşamaya yönelik.

Buna ister ‘‘ilkel’’ bir duygu deyin, isterseniz ‘‘içgüdü’’ deyin, ama ne derseniz hepsi doğrudur. Çünkü, yaşamaktan daha önemli, daha değerli hatta eşit değerde bile başka hiçbir şey yok.

Ancak, normal koşullarda yaşarken bunun farkına pek varamıyoruz. Yani böylesine önemli olduğunu anlayamıyoruz.

Belki sohbet ederken ya da hayat üzerine konuşurken en önemli şeyin ‘‘yaşamak’’ olduğunu söylüyoruz ama yaşarken pek de buna uygun davranmıyoruz.

Daha doğrusu hayatımızı tehdit eden bir durumla karşılaşmadıkça, kendimizi öldürürcesine çalışabiliyoruz. Ya da sanki hayatımızın hiç bir önemi yokmuşcasına bir tavır içinde bulunuyoruz.

‘‘Bak, böyle dolaşmaya devam edersen hasta olursun’’ gibilerinden uyarılara hiç mi, hiç kulak asmıyoruz.

Taa ki, hayatımıza kast eden bir durumla karşılaşıncaya kadar...

İşte, sonunda olanlar oldu. Hem de beklenmedik bir biçimde. Tabii bu bölümü sorgulamak gerek. Yani ‘‘beklenmedik’’ tarafını... Gerçekten hiçbir biçimde beklenmiyor muydu?

Doğadaki onlarca işarete rağmen, yıllardır belirli aralıklarla tekrarladığı bilinmesine rağmen beklenmiyor idiyse, o zaman da ‘‘bak çocuğum böyle yaparsan hasta olursun’’a aldırış etmeyen çocuktan ne farkımız olduğunu sormak gerekiyor.

Sanırım hala büyümeye çalışıyoruz. Her ne kadar büyümüş olduğumuzu iddia etsek de, bir yetişkin olduğumuzu söylesek de, sonuç olarak laftan anlamayan küçük bir çocuk olduğumuzu kabul etmekte yarar var.

Hatta bu benzetmeye ‘‘çocuk’’ demek bence pek doğru değil. Çünkü, çocuklar kişiliklerini oluşturma aşamasında oldukları için söylenenleri dikkatle dinleyip anlamaya çalışırlar.

Halbuki kendisinin bir yetişkin olduğunu iddia eden kişi, aslında kişiliğinin oturmuş olduğunu iddia etmiş oluyor. Yani her şeyi biliyor!

Bu durumda onun kişiliğinde yanlış bir gelişme meydana gelmiş demektir. Öyle ya, doğadaki işaretleri göremiyorsa, bugüne kadar tekrarlayan tecrübeleri değerlendiremiyorsa, bunları görüp değerlendirenlerin sözlerini de anlamıyorsa, bunun başka bir tanımı olabilir mi?

Hayır, olamaz. Bunun tek bir açıklaması var. O da ‘‘kişiliğin yanlış gelişmiş’’ olduğu...

Şimdi etrafınıza baktığınız zaman, ne kadar çok insanın kişiliğinin yanlış gelişmiş olduğunu görüyorsunuz. Çok önemli mevkileri işgal edenlerden tutun da toplumun hemen her kesiminde bulunan insanlara kadar...

Toplum olarak, hatta medeniyet olarak yanlış gelişme içinde bulunuyoruz. Daha doğrusu bulunuyorduk.

Ama şimdi öyle bir sarsıldık ki, ayağımızın altındaki yerle birlikte zihinlerimiz de sarsıldı. Kişiliklerimiz de...

İşte buna ihtiyacımız vardı. Bu yanlış gelişmeye bir son vermek gerekiyordu. İlk yaşadığımız sarsıntıda demek ki, yeterince uyanamadık, ki ikinci bir sarsıntıyla feleğimizi şaşırdık.

Gönül, tek bir tecrübenin yeterli olabileceğini bekliyordu. Ne yazık ki, öyle olmadı ve ‘‘Düzce’’ tecrübesini yaşadık. Halbuki, birinci tecrübe çok yeterliydi. Hasar görmüş binalar boşaltılıp şu anda yitirdiğimiz yüzlerce ‘‘can’’ canlı olabilirdi.

Demek ki, birinci tecrübeden hayatın, hayatta olmanın değeri yeterince öğrenilemedi. Sadece bunu yaşayanlar biliyor. Yaşamak için yaşamak gerektiğini anlıyor. Ama bunu hepimizin anlaması gerekiyor, diyorum, Yasemin'ce...

Yazarın Tüm Yazıları