YUNANİSTAN maçından sonra, ‘Amerikalılar kabusu atlattılar mı?’ veya ‘Rüyadan uyandılar mı?’ diye sorarsanız, ‘Karar vermek için henüz erken’ derim.
Yunan maçı için söylenecek tek bir şey var, ‘Amerikalılar, hazırlık karşılaşmaları dahil, oynadıkları 7 karşılaşmanın en iyi savunmasını sergilediler.’ Porto Riko’dan yedikleri 92 sayıya karşılık, Başbakanları dahil seyircisinin korkunç desteklediği Yunan takımını 71 sayıda tuttular.
USA takımının coachları çok tecrübeli ve başarılı basketbol adamları. Ama takımın yaş ortalaması ile aralarında 40 yaş fark var. Basketbol yazarları, kenar yönetimin arasında, takımla daha sıcak bir ilişki kurabilecek, genç bir yadımcı coach olmayışını eleştiriyolardı. Son maçtan sonra artık buna gerek kalmadı.
Lidere bakın..
Takım kenar yönetiminin kazanma hırsını, sahaya yansıtacak liderini de buldu. İnanmak güç ama gerçek bu isim, ‘Iverson...’ Iverson, NBA tarihinin en problemli oyuncularından biri. NBA basketbolunda egoistliği en iyi ifade eden slogon, ‘Önce ben, sonra takım’ ifadesidir. ‘Bu anlayışın simgesi hangi oyuncudur’ diye sorarsanız, size hemen Iverson’un resmini gösterirler.
Hele son 4-5 yılda Philadelphia’da, coach Larry Brown ile yaşadığı sürtüşmeler bu inancı daha da kuvvetlendirmişti. Aslında olaylar beklendiği gibi başladı. İlk oynadıkları Porto Riko hazırlık maçında soyunma odasına geç gelen Iverson’u, Larry Brown oynatmadı. Takım kaptanı, kendisi gibi geç gelen iki oyuncu ile beraber 40 dakika, elleri çenesinin altında maçı izlemek zorunda kaldı.
Kaslar ve beyin
Ama sonra işler yavaş yavaş değişti. Iverson her kaybettikleri maçtan sonra dünya basınına, ‘Bekleyin geliyoruz’ diyerek takımın moral kaynağı oldu. Bu çabalar sonunda, Yunan maçında meyvesini verdi. Coach Brown daha ilk günden beri, ‘Biz hiç kimseye, bize karşı ne olur zone savunma yapmayın diyemeyiz. Ama onlarda, bizim yapacağımız ölümüne adam adama savunmaya karışamazlar.Şampiyon olmak için rakipler ne yaparsa yapsın, savunmanın bir savaş olduğunu dünyaya sergileyin yeter’ diyordu.
Bu anlayış Yunan maçında Iverson sayesinde gerçekleşmeye başladı. Ve onun ateşlediği savunmaları sayesinde Yunan engelini aştılar. NBA’li siyah oyuncuların atletik yapıları müthiş, zıplamaları, çabuklukları, hızları korkunç. Özetle savunma için bir oyuncuda gerekli hertürlü adale yapısına sahipler. Ama onları frenleyen çok önemli bir handikapları var. O da beyinleri..
Siyah oyuncuların akılları, fikirleri rakkamlarda... Attıkları sayı, aldıkları ribaunt, çaldıkları top sayısında... Kısaca ertesi gün gazetelerde isimlerinin yanındaki sayılar, onların geçim kaynağı. Bu sayılar için oynuyorlar hatta, ‘Yaşıyorlar’ diyebilirsiniz.
Milli Takım’daki oyuncuları da, ‘Önce ben’ diyenlerden. Onları egolarından uzaklaştırıp, özveriye zorlayacak bir lidere ihtiyaçları vardı. ABD’nin en egoist oyuncusu sayılan Iverson’un savunmadaki özverisi, tüm oyunculara örnek oldu. Üstelik Yunan maçını Iverson, sağ elinin başparmağı sakat olarak oynadı. Yarı sakat Iverson savunmada yere atlarsa, diğerleri için onu örnek almaktan başka çare yoktu.
İşte size formül
Hücumda yine 3 sayı özürlüydüler. Iverson’un attığı üç adet, 3 sayıyı saymazsanız, geri kalan 11 oyuncu attıkları 18 adet 3 sayılık şutun sadece birini sayıya çevirebildiler. USA takımını yenmek için formül artık belli. 40 dakika zone yapacaksanız. Amerikalıların ribaunt ve pota dibi üstünlüklerini, fast - break sayılarını önlemek imkansız. Ama bütün bu sayılar skor levhasına 2 sayı olarak geçiyor.
Zone savunmanıza hücumda müthiş bir 3 sayı performansı ekleyip, onların sayı tabelasındaki 2 sayılarına sık sık 3 sayı ile cevap veren, ‘Olimpiyat Şampiyonu olur’ diyebilirsiniz. Yoksa ABD’de, Iverson’u günlerce yürürken göremezsiniz, omuzlardan inmez.
Son olarak, Iverson’ın 5 dakika geç kaldığı için cezalandırılamasını ve onun ertesi gün, ‘Hocam haklıydı’ yanıtını hatırlayan yazarların kafası karışık., Bazıları, ‘Acaba o ceza olayı coachun ve kaptanın, takımı, takım yapmak için hazırladıkları bir oyun muydu?’ diye soruyorlar.
USA Takımı şampiyon olursa, Iverson’un planlı cezalandırılması ABD basketbolunun gelmiş gelmiş en olumlu komplo teorisi olarak tarihe geçecek gibi görünüyor...