Paylaş
TIP MERKEZLERİ AMELİYAT DEĞİL AYAKTA TEŞHİS VE TEDAVİ İÇİNDİR
Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Başkanı Prof. Dr. İsmail Mete İtil, hastane ve özel hastanelerde planlı sezaryenin yasaklandığı/ yasaklanacağı şeklinde çıkan haberlerin gerçeği yansıtmadığını, yeni yönetmeliğin ayakta teşhis ve tedavi verilen, tıp merkezlerine (2019 verilerine göre şu an Türkiye’de faal şekilde hizmet veren 629 tıp merkezi var) yönelik olduğunu söylüyor. Peki neden tıp merkezleri? “Çünkü tıp merkezleri yataklı hizmet vermiyor. Adı üzerinde ayaktan tedavi... Yoğun bakımı yok! Ameliyathanesi sınırlı; daha çok küçük girişimler için, tam teşekküllü değil! Yasaklanması bu açıdan yanlış değil. Belki, vajinal doğumda komplikasyon gelişmesi halinde, sezaryene dönecek bir aciliyete açık kapı bırakılması yerinde olurdu” cevabını veriyor.
Düzenlemenin “dezavantajlı” denilebilecek köy, kasabada yaşayan ve temel sağlık hizmetini tıp merkezlerinden alan kadınları etkileyebileceği görüşü vardı. Prof. Dr. İtil’in yorumu şu: “Yani çok abartılı bir yorum. Bugün en ücra ilçelerde bile hastane var, yoksa da zaten naklediliyor. Sezaryen ameliyattır ve küçük bir ameliyat da değildir. Doğumda bir kanama oldu diyelim
o zaman ne olacak? Aynı anda iki can var ortada. Tam teşekküllü olmayan yerlerde böyle riskler alınmamalı.”
İLK DOĞUMLAR ÖNEMLİ
Burada bahsi geçen ‘planlı’ sezaryenden ne anlamalıyız peki? Yanıtı şöyle: “Fiziksel ya da ruhsal sıkıntılar, hastalıklardan kaynaklı vajinal doğuma bırakılmaması gereken bir grup hasta var. Bu hastaların doğumları, risklerden dolayı ‘planlanabilir.’ Bir de son yıllarda bir nedene/ endikasyona bağlı olmadığı halde kadının ya da hekimin isteği ile yeri, günü, saati ‘planlanan’ sezaryen doğumlar var ki bu, zaten dünyada önerilmiyor. Çünkü bireyin nasıl doğduğu, yalnız o ve annesi değil toplum sağlığı ve geleceği açısından da önemlidir. Bizdeki yüzde 62.8 sezaryen doğum oranı, bunun büyük kısmı özel hastanelerde gerçekleşen doğumlardır, kabul edilemeyecek kadar yüksek. Elbette tıbbi açıdan gerekli olması halinde sezaryen doğum yapılabilir, hayat kurtarıcı da olabilir. Ancak uygun şartlarda desteklenmesi gereken vajinal doğumdur. Özellikle de ilk doğumlarda. Çünkü ilk doğum sezaryen olunca ikinci ve üçüncü de zaten sezaryen devam etmektedir. İnsan bilmediğinden korkar. Kadının korkularını yenmesi için gebelik öncesi ve sırasında vajinal doğum hakkında bilgilendirilmesini kıymetli buluyorum.”
DOKTORLAR DAVA KORKUSU VE İŞ YÜKÜ ALTINDA EZİLİYOR
Geçtiğimiz hafta Sivassporlu futbolcular, ellerinde “doğal olan normal doğum” pankartı ile sahaya çıkmıştı. Bu, Sağlık Bakanlığı’nın tıbbi zorunluluk olmadıkça, sezaryen doğumların azaltılması, “vajinal” halk arasındaki adıyla “normal” ya da “doğal” doğumun teşvik edilmesi ve bu yolla da anne, bebek sağlığının korunması amacıyla başlatılan Normal Doğum Eylem Planı’nın bir parçasıydı aslında. Bakanlığın vajinal doğumu teşvikinin altında ise Türkiye’de sezaryen doğum oranlarının yüzde 62.8 olması yatıyor. Bugün Türkiye’de her 3 kadından 2’si doğumu ameliyatla yapmakta.
Oysa Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre dünya genelinde doğumların sadece yüzde 15’i riskli ve acil müdahale gerektiriyor. Sezaryen ile doğum oranı ABD’de de yüzde 31, AB üyesi ülkelerde ortalama yüzde 28, Güney Kore, Meksika, Brezilya gibi ülkelerde ise yüzde 50 civarında.
EBE LİDERLİĞİNDE EKİPLERE İHTİYAÇ VAR
Maçta açılan pankart sonrası konuştuğum, Doğasında Doğum Derneği Başkanı Prof. Dr. Aydan Biri, Türkiye’de sezaryen oranlarının bu denli artmasının temelinde malpraktis baskısının önemli yer tuttuğunu belirterek, diyor ki: “Vajinal doğum sırasında yaşanan her komplikasyonda hekimin dava edilme riski, sezaryeni hekim için güvenli bir liman hâline getirmektedir. Tıbbi zorunluluktan çok hukuki bir korunma refleksi gibi. Yanı sıra bu artış, sistemin doğru işlememesiyle de doğrudan ilgili. Çünkü doğum, aylar süren hazırlık, dikkatli izlem, doğum sonrasına da uzanan destek, bilimsel kararlar ve
nitelikli bakım gibi birçok katmanı da içeren bir süreçtir. Dolayısıyla acilen yapılması gerekenler şöyle:
KADININ BEDENİ AMA BİLGİYLE
1. Ebeler liderliğinde, disiplinli doğum ekiplerine ihtiyaç vardır. Doğum genellikle ‘hızla bitirilmesi gereken bir olay’ olarak görülmekte. Doğum fizyolojisine hâkim, izlemeyi bilen, doğumu sabırla destekleyen, ebe liderliğindeki ekipler, her hastanede bulunmamaktadır.
2. Türkiye’de doğumların büyük kısmı, tek başına hekimlerin sorumluluğuna yüklenmemeli. Ancak doktorların yoğun hasta yükü ve zaman darlığı, sabır ve izlem gerektiren süreçleri sekteye uğratabilmektedir.
3. Doğum için gece-gündüz sürekliliği şart: Ancak birçok hastanede bu sürekliliği sağlayacak ekip de maalesef yoktur.
4. Birçok hastanenin altyapısı; doğum odaları, hareket serbestliği, mahremiyet ve destekli izlem gibi, temel ihtiyaca cevap vermemesi sebebiyle doğumun fizyolojik ilerleyişine uygun değildir. Buna göre düzenlenmelidir.
5. Toplumda oldukça zayıflayan doğum kültürü üzerine çalışılmalıdır. Elbette kadının bedeni kadının kararıdır! Ancak bugün birçok kadının sezaryeni tercih etmesinin altında, doğru bilgilendirilmemiş olması yatmakta. Sezaryen; ağrısız, konforlu bir seçenekmiş gibi sunulmakta. Oysa sezaryen de bir ameliyattır, taşıdığı risklerse sadece doğum anıyla sınırlı kalmaz; sonraki gebeliklerde, annenin genel sağlığında ve bebeğin gelişiminde de etkiler bırakabilir.
Kampanya ve farkındalık çalışmaları ancak bu yapısal reformlarla desteklenirse kalıcı olur.”
Paylaş