Paylaş
Bugün internette hangi basketbol sayfasını açsanız, yazılarda hep Türkiye’nin üç takımla Euroleague’de oynadığını ve Final – Four şansının giderek arttığını okuyorsunuz. Efes’in Belgrad’daki Partizan galibiyetini bir süre önce hayal bile edemezdik. Bu galibiyet Yugoslav basketbolu efsanesini biz Türkler için yıkan son darbe oldu. Yugoslav şampiyonu olan takım, üçüncü çeyrekte bize sadece 6 sayı atabildi ama Avrupa ülkelerinin bize tribün üstünlüğü maalesef hala sürüyor. Önemli maçların hemen hepsini dolu tribünler önünde oynuyorlar. Bizim ise en büyük derdimiz hala tribünlerin dolup dolmayacağı. Gerçekçi olursak tribünleri henüz dolduramıyoruz. Bütün basketbol adamlarımızın bence tek ortak gayeleri tribünleri doldurmak olmalıdır. Gururumuz Karşıyaka örnek alınmalıdır. Buna çare bulmak kolay değil. Zira küçücük çocuklar iki taşı aralıkla yerleştirip kale yapıp arsalarda, hatta tarlalarda şut atmaya başlıyorlar ve futbolla tanışıyorlar. Basketbolla tanışmak için ise pota, çember, hatta kapalı salon gerek ama bizim Türk çocuğunun en yetenekli olduğu spor dalının basketbol olduğu iddiamız sürüyor. Basketbolun Türkiye’nin en başarılı spor dalı olduğu tezimizi, 2011 Avrupa Şampiyonası’nda maalesef gerçekleştiremedik ama şimdi İstanbul’da yapılacak Euroleague Final-Four maçları bizim için büyük bir fırsat. Bu şansımız var. Bütün sene bu gayemizi destekleyeceğiz ama isterseniz önce ülkemizdeki boş tribünleri doldurmanın çarelerini konuşalım. Bu çarelerin en başında ‘daha iyi oyuncu yetiştirmek’ zorunluluğu var. Türk çocuğunun tüm yeteneğini sergileyeceği, olabileceği kadar iyi oyuncu olma şansının tümünü kullanacağı ortamı yaratamıyoruz. Örnek olarak Erdemir’de oynayan Soner Şentürk’ü alalım. Soner driplingde sürat yönünde Türkiye’nin en iyisi. Üstelik rakip savunma oyuncularının arasından, trafikte sıkışıp kalmış otomobiller arasından geçen motosiklet gibi geçip gitme yeteneği var. Onun süratini kullanabileceği ortamı yaratsak basketbolumuz hızlanır bile ama geçen gün bir Erdemir maçını televizyonda izlerken, yorumcu genç kardeşimiz Soner için “Çok hızlı gidiyor. Yavaşlasa arkadaşlarına daha faydalı olur” diyordu. Hâlbuki gerçek tam tersi. Soner’in oynadığı takımlarda yanında oynayan arkadaşlarının ona ayak uydurmaları gerekli. Soner hızla giderken diğer oyuncular depar yapmıyorlar. Hele uzun oyuncular arkada kalıp oyunu seyrediyorlar. Hâlbuki Soner, etrafına takım kurulabilecek bir oyuncu. Onun dripling ve pas yeteneğini kısıtlamadan diğer oyunculara depar yapma alışkanlığını aşılarsak Türk basketbolu hızlanır. Bardağın boş yönü ise Soner’in şutu çok zayıf. Senelerdir şutunu geliştiremedi. Bu yüzden de özgüveni yetersiz ve oynadığı takımlarda lider olma ve istediği tempoyu uygulatma şansını bulamıyor. Basketbolda şutu geliştirmek için, artık tüm dünyada kullanılan, bizim ayda attığımız 1200 şutu saatte attıran şut makinesini hala Türkiye’ye getiremedik. Bu makineyi imal eden firma her isteyene CD’ler yolluyor. CD’lerde, bugün Amerika’nın en iyi koçlarının kullandıkları makinelerle en karışık şut çalışmalarını bile nasıl antrenmanlarına kattıklarını görebiliyorsunuz. Biz yeniliklere açık değiliz. Örneğin ben Darüşşafaka mezunuyum. Darüşşafaka deyince akla eskiden basketbol gelirdi. Son senelerde ise bu anlayış kayboldu. Ben, basketbol dünyasındaki bir yeniliği Türkiye’de ilk uygulayan kulübün Daçka olmasını çok istedim. Ama orada bile gayet bilgili eski basketbolculardan oluşan genç yönetim kurulundan, kendilerini hiçbir maddi sıkıntıya sokmadan bu makineyi getirmek arzuma olumlu cevap alamadım. Darüşşafaka gibi bir basketbol kulübünde bile yenilikleri uygulamanın ne kadar güç olduğunu gördükten sonra futbol ağırlıklı diğer kulüplerdeki durumu siz düşünün. Alet Amerika’da sadece Michigun’da 750 okula satılmış durumda. Bu aleti Türkiye’ye ilk getiren kulüp Türk basketboluna çok büyük bir fayda sağlayacaktır. Bizden söylemesi.
Paylaş