SİYASETİN durgunluğu içerisinde Edirne’nin Enez ilçesinde 1. Saros Ekonomi Zirvesi’ne katıldık. Enez’de Yayla, Erikli ve Mecidiye sahillerinde toplam 20 bine yakın villa-yazlık var; 17 km’lik sahil şeridi dileriz Kumburbaz-Selimpaşa’ya dönüşmez...’ Çevre’ dersek akla hemen Saros gelmeli; işte ona aşırı özen göstermemiz gerekiyor. Zaten bu toplantıda da Saros için yapılıyor. Ege’nin İstanbul’a en yakın noktası, aynı zamanda da orucun en geç açıldığı yer Enez. Özellikle pek bilinmemesi bugün kadar bir ‘yüksük’ gibi kalmış... CHP’de iki dönem belediye başkanlığı yaptıktan sonra son seçimde AKP’ye geçen Enez Belediye Başkanı Abdullah Bostancı böyle diyor. Bizi de güldürdü. Demek ki siyasetin bir kuralı da bu!.. Özetle başkan ‘araziye’ uymuş yeni söylemiyle... ‘Partin’ iktidardaysa eski bir CHP’li için görev yapmak için pek de zor değil; bir yerlerden kaynak bulabiliyorsun. Bu da bir çok belediye başkanını özendirmiyor değil. İnci Otel’de yapılan zirvede; yörenin yatırımcıları ve yerel yöneticileri Hakan İnci, Mustafa İşçimen, Mustafa Helvacıoğlu, Özay Öztürk, Mehmet Özcan, Mehmet Kerman’ın bölgeye ilişkin sunumları İstanbulluları da yakından ilgilendiriyordu. Enez’in doğasında, denizinde, ormanında yapılacak o kadar proje sıralandı ki, bu 5 bin nüfuslu ilçenin geleceğinin çok parlak olacağını gösteriyor.
Enez, M.Ö. 6500 yıl öncesine dayanan bir liman kenti. Enez yerleşimi bütünüyle arkeolojik SİT alanı... Enez Kalesi kısmen ayakta, bu nedenle alternatif turizmin bir ayağını da bu kale oluşturuyor. Kale içindeki Bizans dönemine ait Ayasofya Kilisesi, Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra 1456’da Fatih Camisi olarak kullanılan yapı bugünlerde restore sürecine girerken, şimdiden bir çekim merkezi özelliği ortaya çıkıyor. Hele ‘Kral Kızı’ olarak bilinen mevkide bulunan limanın kazılarından çıkacak ‘sürpriz’ler, yıllarını buraya adayan Prof. Dr. Sait Başaran’ı heyecanlandırıyor. 1971’lerde başlayan Prof. Afif Erzen’in başlattığı kazı nedeniyle İstanbul Üniversitesi de burada 118 dönümlük bir ‘eğitim kampı’na sahip...Trakya Üniversitesi de böyle bir yere sahip; ancak ne kendisi işletilebiliyor; ne de kiraya verebiliyor. Çünkü, şartnamede içki bulundurmak dahi yasak... Balkonunda, dışardan aldığı birasını içerken, diğer bir öğretim üyesi bu hocayı şikâyet ederse; işletmeci herhalde içki içene ‘yardım ve yataklıktan’ sözleşme hükümlerine göre işletme hakkını kaybedebilecek. İşte yeni Türkiye bu olsa gerek. Ne kadar komik değil mi, derken... bir hoca sordu: “Yahu, benim özelim, tatile gelmişim. Veya yurtdışından yabancı bir konuğum gelmiş... Kendi hizmet verdiğim üniversiteme ait tesislerde bir kadeh şarap dahi ısmarlayamayacaksam özgürlük bunun neresinde diye sormak isterim. Zamanında başörtüsü özgürlüğünü savunanların böyle yasaklar getirmesi özgürlük anlayışlarının sınırlarının ne kadar dar olduğunun gösteriyor. Yani üniversite gibi bir kurumda bilim adamının özel yaşamının böyle sınırlandırılması bilime ne yarar sağlıyor? İçki içmenin bilime bir zararı olsaydı son zamanlardaki bütün teknolojik keşiflerin İslam ülkelerinden çıkması gerekmez miydi? Ayrıca yurtdışında başarılı çalışmalar yapan Türk bilimadamları hiç alkol kullanmıyor mu? Son diyeceğim, siz bu kafalarla kime şirin gözükmeye çalışıyorsunuz... Sizi gidi kraldan çok kıralcılar...”
Sorunlar yaşayan Soroz’u, 1/25 binlik planları, arazi satışlarını ve Edirne siyasetini yazmaya devam edeceğiz.
BİLİYOR MUSUNUZ?
YILLARDIR Hasankeyf’in kurtarılması için hukuk savaşı veren Murat Cano, “Hasankeyf boğuldu, boğulmak üzere” başlıklı bir mektup gönderdi. “AİHM’den, baraj inşaatını durdurmasını ve bağımsız uzmanlar atayarak Hasankeyf’te inceleme yapmasını istedi.
Cano açıklamasında şöyle diyor:
“Devlet; Hasankeyf’teki 550 arkeolojik yerleşme alanında bulunan kültür varlıklarının envanterini dahi çıkarmadan, taşımayı planladığı anıtların ve anıtsal yapıların zarar görmeden taşınmalarının mümkün olup olmadığı, su altında kalacak anıt ve anıtsal yapıların nasıl korunacağı, Dicle kıyısındaki falezin çözülmesinin ve zamanla çökmesinin önlenmesi için ne yapmak gerektiği konularında bilimsel bir inceleme yaptırmadan, bu konuda proje hazırlamadan ve bu projelere ‘Koruma Kurulu’ndan onay almadan, ‘keyfine göre’ Ilısu Barajı’nın inşaatını sürdürüyor. Bu konuda devlet; kendi yasalarını ve onay verdiği uluslararası sözleşmedeki yükümlülüklerini ihlal ediyor. Devletin yaptığı; ‘Devlet Zorbalığı’dır. Devletin yaptığı, ‘resmi hile’dir.
Diyarbakır İdare Mahkemesi keşif yaptıktan sonra davanın esası hakkında karar vermek üzereyken, devlet Batman’da idare mahkemesi kurdu ve dava dosyası mecburen Diyarbakır’dan Batman’a uçtu. Batman İdare Mahkemesi de Hasankeyf’teki eserlerin tarihi, mimari ve estetik değerlerini tanımadan, iki oyla davanın reddine karar verdi. Karara muhalefet eden hâkimin altı sayfalık muhalefet şerhi, Hasankeyf’teki eserlerin değerini belirten ve ‘Koruma Mevzuatı’na aykırı olarak projenin sürdürüldüğünü anlatan tarihi bir belgedir.
Danıştay, Batman İdare Mahkemesi Kararı’nı onadı. Geriye tek çare, AİHM kaldı. Ben de; AİHM’ye başvurarak, mahkemenin tedbir kararı vererek baraj inşaatını durdurmasını, bağımsız uzmanlar atayarak Hasankeyf’te inceleme yapmasını istedim.
AİHM; ya öncelikle geçici tedbir kararı vererek Antik Hasankeyf kentinde yer alan 550 arkeolojik yerleşmeyi ve ‘Dicle Uygarlık Havzası’nda bulunan 200’ü aşkın tarihsel yerleşmeyi koruyacaktır ya da bunların yok edilmesine ortak olacaktır. Geçici tedbir konusunda vereceği karara göre AİHM; ya Avrupa Konseyi’nin temsil ettiği ‘değerlerin’ halen dünya uygarlığının öncüsü olmaya hak kazandığını ya da bu misyonun henüz ‘ete kemiğe’ bürünmediğini gösterecektir.”
‘Okullarımız AKP’nin propaganda alanı oldu’
İSTANBUL Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Silivri, Selimpaşa ve Çanta İleri Biyolojik Atıksu Arıtma Tesisleri’nin de 2016 yılında tamamlanmasıyla birlikte “Marmara Denizi’ne bir damla atıksu akmayacak” demiş. Topbaş, İSKİ Genel Müdürü Dr. Dursun Atilla Altay basın mensupları ve milletvekilleri ile birlikte yapımı devam eden Selimpaşa İleri Biyolojik Arıtma Tesisi’ni gezmiş... “Vatandaşlarımıza bu güzelliği yaşatıyoruz” demiş ve bu üç arıtma tesisi için yapılan tünel ve kolektörler sayesinde Marmara Denizi’ne İstanbul’dan bir damla atıksu gitmeyeceğini müjdelemiş... Bütün havzadaki atıksuların toplanarak dev tünellerle ileri biyolojik arıtma tesislerine aktarılacağını, arıtılan suların bahçe sulamada ve sanayide kullanılabilecek kaliteye geleceğini de müjdelemiş!... “Eskiden dereleri açık kanal kabul etmişlerdi. Birileri bu dereleri kirletti, biz bunları temizliyoruz. Bunlar bir vizyon meselesi, geleceği görme meselesidir.”
BAŞKANIN MANDA ÇİFTLİĞİ
(Kadir Topbaş’a ait Saray Muhallebicisi firmasının ihtiyacı için Silivri’nin Büyüksinekli köyünde 600 mandalık bir çiftlik kurulmuştu. Silivri Çevre Derneği Başkanı Ali Korsan, çiftliğin tüm atıklarının, tarım arazileri ve Kınalı’daki yazlıkların arasından Marmara’ya dökülen Kula Deresi’ne verilmesine tepki göstermişti. Demek ki, bu atıklar İBB’nin projesi çerçevesinde arıtılmış olacak.
Şimdi Trakya bölgesine dönelim... Ergene Nehri’nin kimyasal ‘siyah’ atıkları hangi yöntemle Marmara’ya akıtılacak? Marmara birbirinden habersiz iki ayrı proje ile korunabilir mi?
Peki bu konuda medyada ilginç değerlendirmeler yapılıyor. Ergene havzasında kirlilikle mücadele için 2011’de başlayan Ergene Havzası Koruma Planı’na göre başta 11 OSB’nin atıklarıyla kentlerin evsel atıkları Marmara Denizi’ne verilecek. Tekirdağ Ergene Derin Deniz Deşarjı AŞ’nin üstlendiği projenin ismi Tekirdağ Derin Deniz Deşarjı olarak geçse de Orman ve Su İşleri Bakanlığı ona ‘Şafak Harekâtı’ diyor. Proje beş yıldan beri ‘ağır’ şekilde yürüyor; Çorlu ve Ergene bu nedenle tepkili...
ERGENEKON ve yavruladığı davalarda, yargı makamından ziyade, iddia makamını işgal edenler öne çıktı. Özel yetkilerle donatılmış olarak, ortalığın tozunu attılar, TSK’da, cemiyette ve kamuda ‘titr’i olan, yeri yurdu belli insanlar için, üstelik kendi ayakları ile adliyeye gelip boyunlarını uzatmış olmalarına rağmen, tutuklama istediler; kafalarına basarak polis otolarına bindirip, hapishanelere tıktılar... Pervasız davrandılar, yancıların ‘Kahramanlar vesayeti tasfiye ediyor’ gazına gelip, her türlü yargılama usulünü ihlal ettiler. Yüzlerce yıla varan cezalar, müebbet mahkûmiyetler istediler. Yargıçlar da onları kırmadı, üst seviyeden cezaları verdiler. Zamanın başbakanı, özel zırhlı araba tahsis etti (Zekeriya Öz)/ “Arkanızdayım, yürüyün, ben de bu davaların savcısıyım” dedi (Tayyip Erdoğan)/ Kolay değil, eski bir Genelkurmay Başkanını bile içeri tıktılar (İlker Başbuğ)/ 27 Nisan ‘çakma muhtırasını’ veren emekli Genelkurmay Başkanı, 29 Ekim resepsiyonunda, başroldeki savcıyı görünce, “Beni de tutuklamayacaksınız umarım” diye espri yaptığı kameralara yansıdı (Yaşar Büyükanıt)... Bugünlerde peyderpey meslekten ihraç ediliyorlar, soruşturma altındalar. Öküz öldü, ortaklık bitti durumu var. Yıllardır, ‘adalet’ ile maytap geçiliyor, ama, zamanın adaleti çalışmaya başladı galiba.
Elazığ Maden İlçesi, Soma’dan çok önce acılar yaşadı. Krom madeni 1. Dünya Savaşı’nın çıkmasına etkendi. Savaşta kullanılan denizaltı, tank, top bu madenin karışımıyla yapıldı. Ne Soma’yı ne de Maden’i (Guleman) unutacağız...
‘Ataköy sahilinde yürümek istiyoruz’
1989 yılı Cumhurbaşkanlığı’ndaki son yılı idi.
Marmaris Armutalan’daki villaya taşınacağı belli oldu.
Daha önce aldığı küçük daireyi satılığa çıkardığı yerel gazetelerde haber olmuştu. Ahmet Tan o sırada Cumhuriyet Ankara Temsilcisi idi. (Daha sonra DSP ve CHP’den üç dönem milletvekili oldu; şimdi aynı gazetede yazar.)
Biz de Cumhuriyet’in haber müdürü idik. Aklına bir fikir geldi. Daireyi gazeteye satın aldırmak ve muhabirlerimiz için tatil lojmanı yapmak... Köşk’ün kıdemli basın müşaviri olan gazeteci Ali Baransel’i aradı. Baransel, “Bu özel-ticari bir iş, seni doğrudan Sayın Cumhurbaşkanımızla görüştüreyim daha iyi!” dedi. Biraz sonra karşısında Evren: “Demeç memeç yok ha!”diyerek ve gülerek lafa girdi: “Daireyi kim alacak?”
Paşa elbette tedbirli. Cumhuriyet’i duyunca bir ön tahkikat şart.
Belli ki, ‘örgüt evi’ falan yapılmasından çekiniyor. Ahmet Tan’ın asıl niyeti, “Evren’in Evi’nden Tatil Röportajları” diye muhabirlere lojman sağlayıp yaz tatillerinde de onları çalıştırmak. Ama Evren ‘muhabir’i ‘muhbir’ falan anlar diye, ‘muhabir evi’ projesinden hiç söz etmiyor. “Gazetenin kredisi ile ben alacağım!” demekle yetiniyor.
“Evli misin?” diye soruyor. Belli ki eski sahibi de olsa haklı olarak ‘daire’nin namusundan kaygılı. Tan, “Hayır, annem vefat etti. Yani dul bir babam var. O kalacak. Elbette arada gazeteden arkadaşları da ağırlayacağız.”
SAHİPLENDİĞİ kediyi acımadan öldüren Mustafa Can Aksoy için Eskişehir 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nce verilen karar tüm hayvansevenleri fevkalade mutlu etmiştir.
Bu tarihi karar, aslında hayvansevenlerin, hatta içinde yaratılmışlara karşı sevgi besleyen herkesin yıllardır ümitle beklediği bir karardır.
Basınımızda seçim atmosferinin yoğunluğu nedeniyle ne yazık ki layık olduğu yeri alamayan bu olay, hukuk ve kanun metinleri arasına sıkışmış yargı kararları için de büyük bir insani boyut taşıyan sıcak, sosyal tarafı ağır basan adeta bir manifestodur.
Böyle bir yargının varlığı hepimize umut vermiştir.
Bu karar büyük bir zihniyet devrimine yol açacaktır. İnsanların hayvanlara karşı davranışlarını etkileyecek, onlara daha büyük bir sevgi ve şefkatle yaklaşmalarını sağlayacaktır.
Ayrıca anne ve babalarda büyük bir farkındalık yaratacak, küçüklükten itibaren çocuklara hayvanları sevmeleri ve korumaları gerektiği özenle öğretilecektir.
Bütün küçük çocukların yanı başlarında bir hayvanla birlikte büyümelerinin onlara ve topluma neler katacağını anne ve babalar bir kez daha düşünecek, çocuklarını sürekli olarak hayvanlardan uzak tutmaya çalışanlar da bu davranışlarından vazgeçeceklerdir.
CUMHURBAŞKANI ve AKP, senelerdir mutlak bir iktidar ürettikleri parlamenter sistemin tıkandığını ileri sürerek, başkanlık modelini adeta topluma dayatıyorlar. Parlamenter sistemin lehinde olanlar ve özellikle de muhalefet, popülizm ve siyaset üretmemekle suçlanıyor.
Muhalefet, sosyal yardımların ulaşmadığı kitleler üzerinden, mikro taahhütlerle sosyal devlet vurgusu yaparken, iktidar dev projeler ve radikal paradigma değişiklikleri ile toptancı hedeflere vurgu yapmakta...
İktidar kadroları, eski dedikleri Türkiye’nin devleti düzenini, 2002 yılından bu yana uyguladıkları selektif/kendine yararcı politikalarla, bürokratik olarak dönüştürdü. Kurumsal anlamda, değil fren, denge sağlayabilecek bağımsız bir kurum neredeyse kalmadı, olmaya çalışanlar, her gün istiskal ediliyorlar.
Muhalefete göre Diyanet İşleri Başkanlığı bile artık sadece iktidar yararına fetva veren bir kurum halinde... Anayasal düzen fiilen askıya alınmış durumda... İktidarda bulunan partinin sağladığı bu güç, TBMM çatısı altında, devşirilen tasarruflar ile kanuni meşruiyet kazandı. Bu duruma rağmen, sistemin tıkandığı iddiası ile başkanlık dayatması gündemde, Cumhurbaşkanı, ‘paralel’ seçim mitingleri ile iktidar partisinin oylarını tahkim etmeye çalışıyor, yönetimsel yetkilerin kullanılmasında güçlükler çıktığını iddia ediyor ve anlaşıldığı kadarıyla, özetle, anında karar, anında icraat ve her türlü denetimden uzak bir iktidar hedefleniyor.
Sonuç olarak parlamenter olsun, başkanlık olsun, sandık çoğunluğuna dayalı bu toptancı demokrasi anlayışı, demokratik bir egemenliğe değil, yeni tür ‘saltanatlı’ bir başkanlık modeline işaret ediyor...
S.Ö.
Partiler düşman değil rakipler
Böyle bir etkinlik ve sunum Türkiye’de ilk kez yapıldı. İstanbul’un dışında böyle bir ‘emlak pazarı’, örneğin Antalya, Bursa, Konya ve Kayseri’den daha küçük olsa da Balıkesir’in ilerdeki gücünü şimdiden gösterdi. Çünkü arayış içinde olan yatırımcıların, sıradan müteahhit ve ‘arazi keşif’çilerinin sayısının 600 olması ‘büyükşehir’in projesini hazırlayanları da şaşırttı. Uzun süredir bu etkinliğe hazırlanan Uğur, profesyonel ekiplere hazırlattığı stratejik eylem planı ve sunumlar ile tüm akademisyen, mühendis-mimar ve yatırımcılardan ‘geçer’ not aldı; hem de CHP’li bazı belediye başkanlarının kendilerine danışılmadığı yönündeki itirazlara karşın... Biz çevrecilere bakalım; Kazdağları’ndaki eylemleri gibi bu projelere yaklaşımları ne olacak diye...
‘Edip Bey, haydi Balıkesir’e!’
BAŞKAN projelerini ‘şehir plancıları, mimar ve ekonomistlere’ hazırlatmış; bunun için gençlerden 50 bilim adamı yoğun bir şekilde çalışmaya başlamış Balıkesir’deki büroda... 14.272 kilometrekarelik (İstanbul coğrafyasından üç misli büyük) bu coğrafyada 20 ilçe için kimlikleri ve potansiyelleri dikkate alınarak projeler geliştirilmiş... Bu konuda Edip Uğur’un büyük iddiası var. Çünkü, Cumhurbaşkanı Erdoğan, biri ANAP’tan, üçü de AKP’den olmak üzere dört dönem milletvekilliği yapan Edip Uğur’u bizzat görevlendirmiş; “Haydi şimdi de memleketin Balıkesir’de çalış” diyerek...
Bakir bölge ve 30 yıl
ZORLU bir kampanyadan sonra MHP’nin elinden aynı zamanda son seçimde ‘büyükşehir’ olan Balıkesir’i almış A. Edip Uğur; Balıkesir’in değil 2013, önümüzdeki 30 yıllık gelişiminin haritasını çizmiş görünüyor. Bugünden yarına bir şey olmayacağı açık; beş yıl sonra ekilenler biçilecektir. İstanbul’u artık boğmamak gerekiyor: Yayılacaksan, Bursa’nın da ardından Kuzey Ege’ye kadar gidilmesi öneriliyor. Zaten Güney Marmara’nın yoğunluğu da bununla giderilir. “Balıkesir ili, Bursa-İzmir gelişim koridorunda bakir bir bölge” olarak tanımlanıyor. Marmara Denizi’ne cepheli Bandırma ilçesi sanayi ve lojistik yatırımları için cazip kılınıyor. Metal ve kimya sanayicileri 4800 hektar alanda fabrika kurmak için şimdiden yer edinmiş durumda... İstanbul-İzmir otoyolunun ve Çanakkale Köprüsü’nün bitmesi ile Balıkesir, ulaşım akslarının en önemli köşesi olacak. Körfez geçişi yıl sonunda bitecek ama otoyolun yapımı en az iki yıl daha sürebilir. Yatırımcıların bundan sonra bölgeye akın edebileceği söyleniyor.