Yalçın Bayer

Anayasal düzen ve fiili durumlar

18 Ağustos 2015
TC ANAYASASI yürürlükte olmasına rağmen devleti yönetenler tarafından ciddiye alınmıyor...

Cumhurbaşkanı’nın halkoyu ile seçilmesinden sonra, Cumhurbaşkanı ve AKP yetkilileri için ‘Anayasa’nın, herhangi bir ‘kanarya sevenler derneği’ tüzüğü kadar bile değeri yok...
Sürekli bir Anayasa’yı istikal hali var. Türkiye’de çok uzun zamandır, birçok maddesi değişmiş ve ana aksı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile parelel hükümlerle takviye edilmiş olmasına rağmen (Anayasa m. 90) Anayasa’ya adeta sahte çek muamelesi yapılıyor. Sanki % 92 kabul oyu ile yürürlüğe girmiş bir Anayasa yok, bilinmeyen birileri tarafından dolaşıma sokulmuş kalp para var...
Devlet kendi anayasasına bu muameleyi reva gördükçe, etnik siyasetin silahlı demokratları da, Kalaşnikofların gölgesinde özerklik ilan etme cüretini gösteriyorlar. ‘Anayasa’da tarif edilen yapı değişmiştir, yeni bir fiili durum vardır ve bunu uyguluyoruz’ diyenlerin icraatları ile sözde özerklik ilan edenler arasında -Anayasal düzeni ihlal bakımından- mahiyet farkı yok!
Anayasal düzen ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar ağır yaptırımları gerektiriyor. Ülkenin seçkin anayasa hukukçuları bu hususa dikkat çekiyorlar.
Sonuç olarak; Cumhurbaşkanı ve iktidara göre, parlamenter sistem anayasal dayanağı olmadan bekleme odasına alındı. Anayasa, eylemli (fiili) olarak değiştirildi.
Anayasa hukukçularına göre, anayasal düzen ağır ihlaller ile yoğun bakıma girmek üzere. O zaman cevabı gereken soru; anayasal meşruiyeti devam ettiğine göre, anayasal düzen kimler tarafından ve kimlere karşı korunacaktır?
Kerami KOR


Yazının Devamını Oku

Biga’da ok ve yay

16 Ağustos 2015
BİGA’daki bu etkinliğe dünyanın en büyük okçuluk festivali diyebiliriz.

Yurtiçinden ve yurtdışından sporcular her biri bu kültürü yaşatırcasına koca meydanı doldurmuşlar; geçmişin giysileriyle...

 

20’den fazla ülkeden gelen yarışmacının üç misli kadar da Türk yarışması var; çoluk çocuklu kalabalık izleyici grubu, atların kişnemeleri, koşmaları ve şahlanmaları ile tam bir seyir keyfi...

 

Ve açılan el sanatları sergileri, neredeyse 30’u bulmuş okçulukta...

 

Yemekler, ikramlar derken, düzeni ve temizliği ile bir organizasyon bu kadar mükemmel olabilir mi?

 

Yazının Devamını Oku

Bu seçim partilerin değil Erdoğan’ın güvenoylamasıdır

15 Ağustos 2015

CUMHURBAŞKANI, muhtarlarla artık mutat hale gelen Külliye sohbetinde, seçim ve seçim tezahüratları arasında, Başbakan için, “ilkelerde uyuşma olmazsa, intihar edecek hali yok” mealinde konuşmuş. İlke dediği AKP parti programı olsa gerek; zaten, AKP müzakerecileri de ‘tarihsel süreç’ itibariyle tamamen farklı sosyopolitik damarlardan geldiklerini vurguladılar. Özetle, ‘olmayacak duaya amin’ demenin zorluklarını yaşadıklarını sürekli ihsas ettirdiler. Bir başka ifade ile ‘dostlar alışverişte görsün’ durumu vardı. Burada dostlar, ‘seçmen’e denk düşüyor... Sonuçta son görüşmeden de sadre şifa bir sonuç çıkmadı ve uzun zamandır kamuoyuna yapılan Çin işkencesi sona erdi. Tekraren yapılacak yeni seçimin temel muhatabı, artık, seçim sonrasındaki süreci tekrar seçime zorlayan, Cumhurbaşkanı olacak. Blackjack adlı popüler kumar oyununda, oyuncular kasaya karşı oynar, birbirlerinden kazanmaz, kasaya karşı kazanır veya kaybeder. Yeni seçimde kasa, seçim sandığı ve Cumhurbaşkanı, seçim sandığını ortaya koydu.
AKP dahil bütün partiler Cumhurbaşkanı’na karşı oynayacak. Bu seçim partilerin seçimi değil, Cumhurbaşkanı’nın güvenoylamasıdır...

Günün sözü

“Siyasette aptallık bir dezavantaj değildir.” Napolyon


Yazının Devamını Oku

Müzik savaşta da durmaz

14 Ağustos 2015

MESLEK birliğimiz Müzik Yorumcuları Birliği (MÜYORBİR) bir kampanya başlattı: ‘Müziği durdurmak hayatı durdurmaktır!’ Çünkü müzik salt göbek atma aracı değildir. Yas günlerinin bile müziği vardır. Ölümün türkülerini bu halk yazdı. Ağıtları unutmayalım... Coşkunun, aşkın, doğanın, yiğitliğin müziği gibi acının da müziği vardır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi kültür etkinliklerinin biri şehitlerin olduğu bir döneme denk gelmişti ve salondan o insanları öyle bir ruhla çıkardık ki, tek yürek birlik ve moralle! Bu, müziğin gücüdür!
Sanatçılar repertuvarlarını ona göre tanzim ederek toplumsal moral ve ruh sağlığını diriltirler. Televizyonda yorumları dinlerken “Tabii, para kazanıyorlar onun için” cümlesi duydum. Kasap nasıl et satışını durdurmuyor, köylü nasıl pazarda ürününü satıyor, TV’ler, radyolar, memurlar, işçiler, hastaneler, okullar, seyahatler, ticaret, alışveriş, turizm... Yani hayat durmuyorsa müzik de toplumsal yas ilan edilmediği sürece durmaz, şekil değiştirir. Hatta yasta da müzik vardır! Herkes hayattaki insanlık görevini yaşamak, yaşatmak ve pozitif refleks üzerine kurgulamalıdır.
Müziği durdurmaktansa terörü durdurmalıdır! Çünkü müzik yaşatır sevgi ve moral sunar, terör öldürür, sindirir, susturur, yok eder!
Müzik durmaz, durursa teslim olunur, hayat durur!
Sümer EZGÜ

GÜNÜN SÖZÜ

Yazının Devamını Oku

En büyük yargı fiyaskosu

13 Ağustos 2015

ERGENEKON kumpas davalarının anlı şanlı savcıları, adli takibattan kurtulmak için firar etmişler... Bu olay, yakın siyasi tarihimizdeki en büyük yargı fiyaskosunun tescili mahiyetindedir. TSK’yı, yabancı ortakları ile çökertmek operasyonunu yapanların tetikçileri, askerlere verilen sahte infaz hükümlerinin mürekkebi kurumadan ülkeden kaçmak zorunda kaldılar. Türkiye, bu davalar ile henüz gerçek manada yüzleşmedi. Bu dosyaları kapatmak mümkün değil.
Bu ülkenin şerefli askerleri, ilk çağrıda, görev yerlerinden gelerek, bu kaçaklara boyunlarını uzatıp, ‘Yargımıza güveniyoruz’ derken, bu muhteremler, neden gece yarıları ülkeden, bir mücrim gibi firar ederler?
Yargıya hiç mi güvenmezler, yoksa yargı, profesyonel tetikçiler sayesinde, güven duyulamayacak kadar siyasallaşmış veya derin yapılarla kurduğu muhabbet ile ulviyetini mi kaybetmiştir?
Sorulması gereken çok sual ve verilmesi gereken çok hesap vardır. Yerine getirilmesi zorunlu olan bu görev, peygamber ocağından yetişmiş, hizmet vermiş, gadre uğramış askerlerin ve onların şahsında TSK’nın, haysiyetini hukuk içinde ihya etmek görevidir.S.Ö.

Eminağaoğlu’ndan üç savcıya çağrı: Teslim olun


Yazının Devamını Oku

Katar, Digitürk ve falso

12 Ağustos 2015

YENİ sezonda Nike’ın ‘Ordem 3’ adını verdiği ‘falsosu yüksek top’ kullanılacakmış. Ordem 3, 12 adet geometrik panel basıncı eşit şekilde dağıtırken, etrafındaki dönüş ve falsoyu da artırıyor. Bu durumda kalecilerin işi biraz daha zorlaşırken, özellikle frikikçilerin işi de kolaylaşacakmış. İtalyan kökenli ‘falso’ sözcüğü; İtalyanca ve İspanyolcada yalan, yanlış, sahte gibi anlamlara gelen sözcük. Kısacası; yanlış davranış.
Ben futbolumuzda yaşatılan falsolara değinmek istiyorum. Önce en büyük futbol falsomuzla başlamak istiyorum: Shakhtar-FB maçını Digitürk’ün yeni sahibi, başta Digitürk üyelerine olmak üzere tüm futbolseverlere 30 TL ücret karşılığı sattı. 15 senelik Digitürk üyesi olarak 50 milyon Euro ödeyerek güçlenen Fenerbahçe’nin maçını izleyemedim. Belli ki Galatasaraylı olarak Galatasaray maçlarını da Arap hayranları yüzünden seyredemeyeceğim.
Evet; Araplara sürekli sıcak bakanlar, onlara Doğu Karadeniz topraklarının, evlerinin satılmaya başlanacağı ve Yeşil Yol projesiyle şimdi de yaylaların pazarlanacağı söyleniyor, bunları Allah’a havale ediyorum.
Arap ve Rus oligark, insanların ortak değeri, tutkusu, aşkı ve coşkusu olan futbol takımlarını satın alıyor, yetmedi onu seyretme hakkına tecavüz ediyor. Bunlara dur demenin zamanı geldi.
Şevket ÇORBACIOĞLU

GÜNÜN SÖZÜ


Yazının Devamını Oku

Otyam: Kâbe’si insan olan usta!

11 Ağustos 2015

89 YAŞINDA yitirdiğimiz büyük usta Fikret Otyam, dün Antalya Cemevi’nde anıldıktan sonra Ankara’ya uğurlandı. Bugün Çankaya’da yapılacak anma toplantısından sonra Otyam, Hacıbektaş’ta Turhan ve İlhan Selçuk’un yanında toprağa verilecek.
Fikret Otyam’ın 80. yaşını İstanbul’da Büyük Londra Oteli’nde kutlamıştık. 2005’in Aralık ayında yapılan bu kutlama vesilesiyle ustanın yaşam öyküsünü Celal Başlangıç, Radikal’de, ‘Zaman, Mekân ve İnsan’ köşesinde yazmıştı. Başlangıç’ın ‘Hayatın Rengi Gökkuşağı’ adlı kitabında yer alan bu yazı ile ‘Kâbe’si insan olan’ bu ustanın onurlu yaşamından bir bölümü özetleyerek yayınlıyoruz:
“Onun gazeteciliğini anlatırken dostu Ara Güler, “Maceracıdır, kâşiftir” der, “Tortum’un oradan keleğe binip de hangi deli Fırat’ı geçeceğim diye yola çıkar?
1950’de başladığı gazeteciliği 30. yılında bırakmıştır Fikret Otyam, eski denizlerine, fırçasına ve tuvaline yelken açmak üzere. Gider Antalya’nın Gazipaşa’sına yerleşir. Gazeteciliğe, “Al atını, ne edeyim tımarını” der. Nedeni de çok basit:
‘Yapamadığım resmi yapabilmek için, yazamadığım kitabı yazabilmek için, içemediğim rakıları içebilmek için, giremediğim denize girebilmek için, soluyamadığım temiz havaları soluyabilmek için.’
1980’li, 90’lı, 2000’li yıllarda Doğu’da, Güneydoğu’da; Urfa’da, Harran’da, Diyarbakır’da, Van’da, Cizre’de haber, röportaj peşinde koşarken hep bu yollardan benden önce geçmiş birini takip ediyormuşum duygusunu yaşadım. Bu usta, Fikret Otyam’dı. Şimdi Tepebaşı’ndaki Büyük Londra Oteli’nde onun doğum gününü kutluyorduk; yalnız çiğköfte değil, davul-zurna bile vardı salonda. Tam ortalarında, derin bir yudum alıyordu rakısından, “Ne güzeldir yaşamak. Kıvançtır. Güzel bir gökyüzü, güzel bir deniz, karlı bir dağ, akşam rakısı buz gibi, güneş rakı burcuna girerken bir kadeh içki içmek, bir kuş sesi duymak, güzel bir müzik dinlemek, güzel bir haber almak. İşte bunlar yaşamanın kıvancı” der gibi.
Hep Kâbe’si insan olmuştu Fikret Otyam’ın. Önce gazeteci olarak; kalemiyle, teybiyle, fotoğraf makinesiyle; fırçasıyla, tuvaliyle... Ama hep sevdasıyla, yüreğiyle. Yoksulların, kimsesizlerin, marabaların, Doğu ve Güneydoğu insanının yazarı, fotoğrafçısı, ressamı olmuştu.”

Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin geleceği ve koalisyon tartışmaları

9 Ağustos 2015
YARIN AKP ve CHP liderleri nihai bir karar için bir araya geliyor. Bu süreci siyaset sosyoloğu Serdar Taşçı hoca ile konuşuyoruz:

7 Haziran’da Türkiye’de, 12 yıllık tek başına iktidar dönemi bitip mecburen koalisyon arayışları başladığında siyasi partiler ve medya o günden beri daha önceki yıllarda oluşan geleneği bozmayarak seçim sonucunun dayattığı basit durumu karmaşık hale getirdiler.

Gelinen nokta, halkın, seçim sonucunda onayını almış, birileri beğenmese de bu haliyle meşru olan her farklı siyasi görüşün diğerini ‘hain’, ‘paralelci’, ‘bölücü’, ‘hırsız’, ‘dikta heveslisi’, ‘terörist’ ve ‘dış güçlerin maşası’ olarak tanımlaması oldu.

Peki bu durumda demokrasi kavramı anlamını yitirmiyor mu?

Ya da seçim sonuçlarını ‘aleyhimize olduğu durumlarda’ açık veya zımnen meşru görmeme hakkını nereden buluyoruz?!

Yazının Devamını Oku