Konuştuğumuz birçok siyasetçi de bunu açıkça ifade ediyor; durum değişmez diye. Genel Merkez’de ağırlıklı bir görüş var; aynı isimlerle yarışa girelim diye... Daha doğrusu ‘dayatıyorlar’, Kılıçdaroğlu onlara karşı direnemiyor.
Oysa AKP tek başına iktidara gelebilmek için Türkiye’yi ateşe attı, adaylarını ‘harman’ etme kararı aldı, yani eskiler de ‘sahneye’ çıkabilecekler. Başbakan Ahmet Davutoğlu, yeni isimlere güvenmiyor anlaşılan. AKP “Ben değişiyorum, her sahaya dalarım” diyor; CHP ise “Hayır, bu isimlerden memnunum” demek istiyor, ama taban tepkili, ‘yarış’ istiyor. Koşulların değiştiğini görmüyor.
Bir PM üyesi “Kemal Kılıç-
daroğlu rahat bırakılmıyor, eli rahat değil” diyerek baskı altında olduğunu söylüyor.
Milletvekili aday listelerinde bazı ‘tanzim’ler yapılabileceğini, az oyla kaybedilen sıraların önünün ve arkasının takviye edilmesi gerektiğini anlatıyor. “Bir kere eşlik ve akrabalık durumlarında’ hassasiyet gösterilmelidir” görüşünde olduğunu belirtiyor PM üyesi...
Bir konu var ki daha da dikkat çekici:
“Önseçimle gelenlerin niye sesleri hiç çıkmıyor. Hiç merak etmeyin, gerekli ‘zaman’ vardır, ama bu siyaset başka siyasettir! Biz sürprizi severiz.”
Özünde uhrevi hayatın eşiğindeki kişi üzerinde kul hakkı olmaması ve şayet varsa, hak sahibinin hakkını bağışlaması amaçlanır. Sözü, 31 yıldan bu yana terör kurbanı/şehidi olarak bu vatan için genç yaşta toprağa düşenlerin cenaze namazına getirirsek, namaza katılanların ve yurttaşlar olarak hepimizin, rütbeli-rütbesiz şehitlerimiz üzerinde ne gibi bir hakkımız var ki, helallik isteniyor, bizler de “Helal olsun” diye bağırıyoruz. Şehidimiz tabutundan başını kaldırır da özellikle cenazedeki siyasilere hitaben “Yavuklum vardı, nişanlım vardı, gencecik ve hamile eşim vardı, çocuklarım vardı, ömrümün baharında değil, ilkbaharındaydım. Acizler, zavallılar, ikiyüzlüler, sizin çocuklarınız neden hiç ‘şehit’ olmuyor, bu milli felaketi ne zaman çözeceksiniz, sizin bende değil, benim sizde hakkım var, defolun huzurumdan...” derse, ne cevap verilecek?.
Diyanet, vatan için şehit düşmenin özüne ve sorunun kutsiyet, ulviyet ve ruhaniyetine olduğu kadar, cenaze namazındaki milli, manevi ve uhrevi iklime uygun bir söylem ve uygulama geliştirmelidir.
Gani AŞIK-Em. Müftü ve Mv.
Ne ahlak ne merhamet kalmış!
Büyük çığlık
Bir veya her bahaneyle tüzüğü uygulamayayım demek ve üstelik başka bir kurulun (YSK) kararıyla aşmaya çalışmak ‘Kendi koyduğum kurala uymayabilirim’ demektir. Siyaset sosyoloğu Serdar Taşçı bu duruma “Ne var fark? Anayasa delmek, kanuna uymamak ya da tüzük aşmak...” diyor.
Bu kurumsallığa, ciddiyete ve siyasi etiğe aykırıdır. Kimse size güvenmez.
Başkalarını anayasa ve kanunları ihlal etmekle suçlayamazsınız.
Aldığınız oyu da mumla ararsanız.
Bunları neden mi yazdık!
KARAYALÇIN ADAY MI
- Savaş yıllarca sürse de Yunanlıları Anadolu’dan çıkarmaya kesin olarak karar verdik. Türkiye, Türklerindir... İşte milletseverlerin ilkesi budur.
Çok açık; Atatürk, bu sözle emperyalizme net bir mesaj veriyor: Anadolu bizim, bu topraklarda yaşayan yurttaşların; sen avucunu yala!
Ve işte hassas nokta: Burada ‘Türk’ kavramı, asla soyu sopu işaret etmiyor... Ortak vatanda yaşayan her kökenden tüm yurttaşları kapsıyor. Nereden biliyoruz? Atatürk’ün şu tanımından:
- Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir... Ne mutlu Türk’üm diyene!
Öyle anlaşılıyor ki, yüksek gelire sahip politikacıların, diplomatların, bakanların, bürokratların, işadamlarının, medya patronlarının, üst düzey askeri yetkililerin çocukları; ya askerlik yapmıyor ya da bir dönemin başbakanının oğlu gibi, havuzlu villalarda sualtı komandosu olarak vatani hizmetlerini yerine getiriyorlar. Bir kısım paralının çocukları yurtdışında eğitim ve ticaretle uğraşıyor, halkın vergileriyle eğlence mekânlarının kıdemli müşterisi oluyor, milyon dolarlık özel yatlarıyla “mavi yolculuk”lara çıkıyor, parayı basıp askerlik yapmıyorken; bayraklara sarılı naaşlar, Anadolu’nun her yerinde, düşük ve orta gelirli ailelerin evlerine giriyor” diyor CHP Aydın Milletvekili Prof. Dr. Metin Lütfi Baydar... Bu bağlamda şu soruları gündeme getiriyor:
“Askerlik hizmeti için gerekli şartları barındıranlar arasında, çatışma alanlarındaki görevlendirme hususunda bir çifte standart mı uygulanmaktadır? Bedelli askerlik uygulaması toplumsal kesimler arasında bir eşitsizliğe neden olmuyor mu? Bedelli askerlik uygulaması Anayasa’nın eşitlik ilkesi ile uyuşuyor mu? Şehit olan askerlerin hemen hepsinin alt gelir grubuna ait toplumsal formasyonda yer alması bir tesadüf müdür? Ülke savunması yalnızca alt gelir gruplu ailelerin çocuklarına zorunlu kılınan bir görev midir? Şayet değilse, askere alınmış ve çatışma alanlarında görevlendirilmiş kaç tane; yüksek gelir düzeyinde bulunan birey, bakan, bürokrat, üst düzey askeri yetkili, milletvekili, diplomat, işadamı, medya patronu çocuğu vardır?”
Bu sorular Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’e yöneltiliyor. Ve bir soru:
Askere alınmış bireyler arasında; din, dil, mezhep, sınıf, sosyal ve ekonomik statü, akrabalık ayrıcalığı gibi gerekçelere dayalı konuların gözetilemeyeceği bilinmiyor mu?
MEB, İMAM HATİPLERİ KAYIRAMAYACAK
DANIŞTAY DUR DEDİ...
EĞİTİM İş, (Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası) Genel Başkanı Veli Demir’in başvurusu üzerine Danıştay’ın, meslek liseleri için öngörülen seçmeli ders saatinin, imam hatip liselerinde verilen seçmeli ders saatinden çok aşağıda olması uygulamasının iptaline karar verdiğini söyledi.
Kendi içinde açık bir çelişkiyi barındırır gibi görünse de savaş halinde bile insancıl hukukun asgari gereklerinin göz önüne alınması zorunluluğu vardır.
Savaş hukukunun kaynağında ahlaki ve dini akideler bulunmaktadır. İyilik ve kötülük kavramları arasında yön bulmaya çalışan savaş hukuku sonuçta uluslararası sözleşmeler ile asgari kuralları belirlemiştir.
Türkiye uzun zamandır terör tehdidi altında ciddi kayıplar vermektedir. Terör örgütü tarafından kural tanımayan ölçüsüz şiddet uygulamasının son örneği, Siirt’te yola kurulan tuzak ve bu tuzaktaki patlama sonucu hayatlarını kaybeden askerlerdir.
Terör örgütü hiçbir ahlaki kaygı gütmeden, güvenlik güçlerine ve hatta kundaktaki bebeklere saldırarak, kaba bir tedhiş politikası sürdürmektedir.
Terörle mücadele, özellikle ülkemiz için hayati önem arz etmekte ve giderek toplumsal güvenliğimiz üzerindeki tehditlerini arttırmaktadır.
Ülke, seçimin tekrar edilmesi sürecinde, olağanüstü şiddet koşulları altında olup, özellikle bazı bölgelerinde hukuk düzeni fiilen askıya alınmış durumdadır.
Kamu düzeni ve insan hakları hukuku arasındaki hassas dengenin kurulması sorunu, gündemi işgal etmektedir.
Orgeneral Akar, törende yaptığı konuşmada emperyalizmle mücadele, milli güç unsurları, emir komuta anlayışı, etnik köken, modernizasyon ve Atatürkçü düşünce sistemi gibi başlıklarda çarpıcı vurgulamalar yaptı. Törenin akşam saatlerine sarkması nedeniyle Akar’ın konuşması medyada yeterince yer almadığından bazı vurgulamalarını özetle sıralıyoruz:
- MİLLİ GÜÇ UNSURLARI: “Milli gücün bütün unsurlarının zamana ve şartlara göre kullanımını esas alan akıllı gücün bir parçası olarak, zamanın ruhunu doğru okuyan modern ve güçlü bir Silahlı Kuvvetler’in varlığının, devletimizin bekası, milletimizin güvenlik ve refahını sağlamasında hayati önemi haiz olduğu açık bir gerçektir.”
- EMPERYALİZME KARŞI MÜCADELE: “Türk ordusu Atatürk’ün liderliğinde, emperyalizme karşı devrinin en büyük mücadelesini vererek, diğer milletlere de örnek teşkil etmiştir. Görevlerini ifa ederken tüm ordular gibi TSK’nın da en büyük ihtiyaç ve gücü itibarıdır. TSK’nın mevcut itibarının sürdürülmesi ve daha yüksek seviyelere çıkarılması herkesin ortak sorumluluğudur.”
- TEK EMİR KOMUTA SİSTEMİ VARDIR: “TSK’nın anayasal düzen içerisinde yasalarla belirlenmiş tek bir emir komuta yapısı vardır. Ordumuzun teşkilat ve faaliyetlerinde yasal hiyerarşi dışında hiçbir kişi ve oluşumun etkisi söz konusu olamaz. Dün ve bugün TSK’nın herkes tarafından bilinen en önemli vasfı disiplinidir. Bunun da temeli, ruhu mutlak itaattir. Bundan asla taviz verilemez.
-ETNİK KÖKEN VE MEZHEBE DAYANMIYORUZ: TSK hiçbir etnik köken ve mezhebe dayanmayan, sadece yüce milletimizin sevgisine ve güvenine dayanan güçlü yapısıyla ülkemize ve milletimize hizmet etmeyi varlık gayesi saymaktadır.”
- ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE: “Milli ve mesleki değerlere sahip tarih bilgisi ve bilinci yüksek, geçmişi bilen, günü anlayabilen ve geleceği öngörebilen modern ve çağdaş uygulamalara hazır, Atatürkçü düşünce sisteminin özünü teşkil eden, aklı ve bilimi kendisine rehber edinmiş, hukuk kültürünü benimsemiş, diyalog ve koordinasyon içerisinde çalışabilen kahraman ve fedakâr personelimiz en büyük gücümüz olacaktır. TSK’nın modernizasyonunu öncelikle milli imkânlarımızla gerçekleştirmek ve her türlü teknik ve teknolojinin kazanılmasının ötesinde güvenliğimizin gerçek teminatı olarak, teknik ve teknolojiyi üretmek temel hedefimizdir.”
- TERÖRLE MÜCADELE: Terörle mücadele harekâtıyla kara, deniz ve hava hudutlarımızın güvenliği başta olmak üzere tüm görevlerin icrasında yasalarla tanınan her türlü inisiyatif, imkân ve yetki, muhakemeye dayalı cesaretle tereddütsüz kullanılacaktır. Ülkemizin ve milletimizin bütünlüğüne ve binlerce yıllık kardeşliğimize kasteden terör eylemleriyle, masum vatandaşlarımıza ve güvenlik güçlerimize karşı haince ve kalleşçe yapılan saldırılar en etkin ve en ağır şekilde karşılığını bulmaktadır, bulacaktır.
Uzmanlar, beklenen Marmara depreminin gerçekleşmesi halinde bu kez Trakya’nın çok daha fazla etkileneceğini ifade etmekteler. Özellikle Tekirdağ ili genelinde (Çerkezköy-Çorlu-Muratlı hattında) sayıları 1850-2000 arasında olan sanayi tesislerinin yoğunluğu bu noktada dikkatle değerlendirilmelidir. İzmit ve civarında yaşananlardan ders alarak aynı hataların Trakya’da da yapılmaması için daha planlı hareket edilmesi gerekmektedir. Toplamda 2600 adet fabrika olan bölgemizde bunlar sanki hiç yokmuş gibi davranılarak hâlâ başta İstanbul olmak üzere birçok noktadan fabrikaları bölgemize yönlendirmekte olmaları büyük bir hatadır. Bu hatayı rant ilişkisi içinde olanlar düzeltmeyeceklerine göre halkımız ve devletimiz hâlâ neyi beklemektedir.
AŞIRI SU KULLANIMI
Örneğin, “Çorlu Havaalanı mevkisindeki köylerde su sorunu ne durumdadır?” diye sormak durumundayız. Bitmek tükenmek bilmeyen taleplerin daha iyi planlanması gerekmektedir. Örneğin bir demir fabrikası su ihtiyacını yeraltından temin ederken, köylerin kuyularını kurutmuş, hayvanlar için tankerle su taşınmıştır.
Aşırı su kullanımı nedeniyle yeraltındaki dönüşümler, olası bir deprem durumunda depremin etkilerini daha da artıracaktır. Bu nedenle, planlama daha da şart olmuştur. Özellikle de su kuyularına konan veya konacak olan ‘su sayaçları’nın titizlikle kontrolü yapılmalıdır. Suyun plansız kullanımı hem susuzluk tehlikesini hem de deprem riskini beraberinde getirmektedir.
Gelecekte sorun yaşanmaması için şimdiden gereğini yapmalıyız.