AİHS seçim hakkını temel bir insan hakkı olarak düzenlemiş bulunuyor. Anayasa madde 67 ile de seçme-seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı teminat altına alınmış durumda...
Seçim işlemi sonucu, seçilen kişinin siyasi statüsü, atama ile görev pozisyonu elde etmiş kişilerden farklı...
Seçilmiş kişilerin istifasını istemek, demokratik seçimlerin tabiatına uymuyor. Siyasi baskı sonucu veya ahde vefa nedeniyle istifa tasarrufunu ‘istifa tek taraflı bir işlemdir’ gerekçesi altında meşrulaştırmak mümkün değil.
Siyasi Partiler Kanunu uyarınca, aday tespitinin takdiren yapılmasına rağmen seçim ve seçilme, seçme işleminden sonra seçmenlerin de sorumluluk aldığı demokratik bir mahiyeti kazanıyor.
“Geriye dönüp baktığımızda yaşamımızın son 15 yılı bizi ne yazık ki korkutmakta. Etek boylarına, göğüs dekoltelerine, hamilelerin sokakta gezmesine, kırmızı ruj sürmeye, tayt giymeye, doğum tercihinize, evlilik kararınıza varıncaya kadar karışan, yatak odalarının neredeyse mütemmim cüz’ü olan düşünce yapısıyla din üzerinden terbiye edilmeye çalışılan ‘kadınlar olduk’ diyen Güllü şöyle devam ediyor:
“Bunun yansımalarını da Devlet koruması altındayken öldürülerek ve sokakta yürürken tanımadıklarımız tarafından darp edilerek aldık. Öncesinde toplum yapısının nasıl etkileneceği konusundaki söylemlerimiz kayıtlarda var. Sorgulamadan uzak bireyler ve erkek tahakkümünde yaşayacak kadınlar olmayacağımız ve hemcinslerimizin de olmaması için mücadele edeceğimiz gün gibi aşikâr.
Bu nedenle ilk adım olarak TBMM İçişleri Alt Komisyonu Başkanı Kilis Milletvekili Sn. Mustafa Hilmi Dülger’den komisyona çağrılmayı ve saha deneyimlerimizi, düşüncelerimizi, tecrübelerimizden kaynaklanan korkularımızı paylaşmayı talep ediyoruz.”
Tasarı Meclis’te ama saha çalışanları dinlenmeden işleyen bir süreç!
Kadınlar o yüzden isyan ediyor!
GÜNÜN SÖZÜ
“Bir siyasetçi gelecek seçimi, bir devlet adamı gelecek nesilleri düşünür.” James F. CLARKE
ZONGULDAK YOLLARI NEDEN BİR TÜRLÜ TAMAMLANMIYOR?
Parti grubu adına konuşan CHP’nin ekonomi kurmaylarında Faik Öztrak, Karayolları’nın pazarlık usulüyle açtığı 63 ihalenin 56’sı ‘doğal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi’ istisnasıyla gerçekleştiğine dikkat çekti. Bu istisnaya göre açılan ihalelerin toplam tutarı 12 milyar 599 milyon 319 bin 428 lira, 77 kuruş olduğunu söyleyen Öztrak, “Türkiye’de bu yıl içinde herhangi büyük bir doğal afet mi oldu? Yoksa bu yıl ABD’yi harap eden Harvey ve İrma kasırgaları bizim sahillere uğradı da biz mi bilmiyoruz?” diye sordu. Öztrak, 2017’de her 100 liralık ihalenin 36 lirasının iktidara yakın bir işadamına verildiğini kaydetti.
Öztrak, gensoru ile ilgili olarak TBMM’de yaptığı konuşmayı dün internet sitesinde 25 madde halinde sıraladı. Satır başları şöyle:
AKP iktidarı 2003’ten bu yana 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nu 42 kez değiştirdi. AKP her dört ayda bir ihale kanununu değiştirerek kanuna uymak yerine, kanunu kendisine uydurdu. İhale Kanunu’nun 18. maddesine göre üç ihale yöntemi var; 1- Açık ihale usulü, 2- Belli istekliler arasında ihale usulü, 3- Pazarlık usulü. İhale Kanunun 5. maddesinde ise kamunun yapacağı ihalelerde uygulanması gereken temel yöntemlerin ‘açık ihale’ ve ‘belli istekliler arasında ihale’ olduğu açıkça belirtiliyor. Pazarlık usulü ile ihale ise çok özel koşullarda uygulanabilecek istisnai bir yöntem. İdare ancak bu özel koşullarda pazarlık usulü ile ihale açabiliyor. Özel iznin, son dönemde iktidar tarafından suistimal edildiği görülüyor Kamunun bu yöntemle yaptığı ihalelerin tutarı 2016’da %86 artarken; bu yılın ilk altı ayında pazarlık usulüyle yapılan ihalelerin tutarı, geçen yılın aynı dönemine göre, %175 artarak 16,8 milyar TL’ye sıçramış. En çok ihale yapılan kurum ve kuruluşların Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığına bağlı olduğu dikkat çekiyor. Bu yılın ilk 9 ayında sadece Karayolları’nın ‘pazarlık usulüyle’ gerçekleştirdiği yapım ihalelerinin tutarı; 13 milyar 577 milyon 486 bin 731 lira ve 83 kuruş. Yani eski parayla yaklaşık 14 katrilyon TL.
Öztrak, ihalelerin verildiği iktidara yakın bu müteahhidin adını açıklamıyor. Bu müteahhidin 2017 yılında aldığı her 100 liralık ihalenin neredeyse 36 lirasının, ihale kanunu istismar edilerek verildiğini anlatıyor ve şöyle diyor:
“Ulaştırma, Haberleşme ve Denizcilik Bakanlığının her nedense açtığı ihalelere devlet sırrı muamelesi yapma gibi bir alışkanlığı var.”
Adrese teslim ihaleler bir devlet sırrı mıdır?
ÖZTUNÇ DEVR-İ MAHZUNİ’Yİ YAZDI
ESKİ RTÜK üyesi olan, CHP PM üyesi, gazeteci Ali Öztunç’un, 2002’de vefat eden Ozan Mahzuni Şerif’i ‘Devr-i Mahzuni’ (Doğan Kitap) adlı belgesel kitabında anlattı. Mahzuni’nin cenazesi, Hacıbektaş’ta İlhan Selçuk, Turhan Selçuk ve Fikret Otyam’la yatıyor.
Açıklamada “Bizler, MTV (Motorlu Taşıt Vergisi) ile uğraşırken, meğer onlar 130 maddelik o ‘yasa torbası’nın içine, elde kalan yaşam alanlarımızın yağma ve talanını da koymuşlar, bizi MTV ile uyutmaya çalışıyorlarmış!”
Nasıl mı?
Özetlersek, lojmanlar satışa çıkarılıp, inşaat ve rant alanlarına açılacak. Belediyelerin sorumluluğu içinde kalan tarımsal amaçlı kullanılan araziler, kullanıcılarına doğrudan satılacak. Teknoloji geliştirme bölgeleri, OSB, SB, SS ve münferit sanayi kuruluşlarının meralara bedelsiz ve sorgusuz sualsiz el konulmasının önü açılıyor.
MADENCİLİK DENETİM DIŞI
Bu tasarı yasalaşırsa, madencilik faaliyetleri için alınması zorunlu ÇED kararı, çevre izin ve lisansları, orman tahsisi ve çalışma ruhsatları, imar izinleri, kamu hizmetine ya da umumun yararına ayrılmış yerlere 60 metre, özel mülklere 20 metre dahilinde madenciliğe izin ile diğer izin ve ruhsatlar için yapılan başvurular 3 ay içinde sonuçlandırılmazsa, izin verilmiş sayılacak.
Böylelikle madencilik faaliyetleri her türlü denetimin dışında kalacak. İlk 10 yıl ‘bedel’ alınmayacak; 10 yıl boyunca ağaç bedeli de alınmayacak.
Bununla madencilik adı altında ‘hiçbir yükümlülük aranmadan’ orman alanları talana açılacak. “Jeolojik haritalama, jeofizik etüt, sismik, karot, kırıntı ve numune almaya yönelik faaliyetler için ÇED kararı aranmayacağı” şeklinde bir düzenleme öngörülüyor.
Bu torba yasa ile ülkemizin tüm
“Türkiye’nin yükünü omuzlayan ‘Devlet Bahçeli’ Adana’nın trafik yükünü de omuzlayacak!”
Adana Film Festivali ve Lezzet Festivali’nden sonra Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü, projelerini güçlü kamyanyalarla tanıtmaya başladı. İstanbul ve yerel gazetecilerden sonra Adana ilçe belediyelerinin meclis üyelerine, oda ve STK davetlilerine ‘Devlet Bahçeli Köprüsü’ projesini büyük bir çoşku ile anlatıyor. Sözlerinin sonunda yukarıdaki cümleyi vurgulayan Sözlü’nün, Bahçeli’nin yeniden güvenini kazandığı için morali yüksek. Ancak kaynak kıtlığından yakınıyor. Nedeni açık; Aytaç Durak döneminde yapılan metro borçları... 13.5 km’lik Metro geçen yıl 12 milyon TL gelir elde ederken, sadece personel giderlerine 16 milyon TL harcanmış. Hükümet, metroya hiç katkı vermiyor; yapımını da üstlenmiyor.
İller Bankası belediye bütçesinden her ay 20 milyon TL kesiyor; kalan borç da 1.250 milyar TL... Borçun ödenmesinin 2010 yıllarına kadar süreceği belirtiliyor. MHP çevrelerinde, her ne kadar “Genel Başkanımızın devlet ve hükümete desteğinin sadece terör ve dış tehditler konusunda“ olduğu ileri sürülse de, MHP’ye siyasi engelleme yaptığı açık şekilde görülüyor.
- Başkan Sözlü, köprünün 24 ayak üzerinde inşa edildiğini, şu an 13 ayağının tamamlandığını, 4 ayağın da su altında olduğunu ifade ederken, köprünün 1.800 metre uzunluğunda, 39 metre genişliğinde, 6 şeritli karayolu ortasından çift hatlı demiryolu geçeceğini anlatıyor. Sözlü, köprü yatırımının gerekçesini şöyle anlatıyor:
“Hükümet eliyle Adana’ya farklı yatırımlar yapıldı. Şehir hastanesi, stadyum, bölge adliye mahkemesi binası gibi... Ancak buralarda yatırım yapılırken ABB olarak bizimle yatırımların şehir planlamasına uygun olup olmayacağı noktasında herhangi bir görüş alışverişinde bulunulmadı. Aynı bölgede, aynı güzergah üzerinde yapılan hükümet yatırımları bölgede bugün için her ne kadar çok fazla hissedilmese de yatırımlar kamuya açıldığında ulaşım yükü bölgede bir hayli yoğun olacak. Bu trafik yükünü omuzlayacak proje de Devlet Bahçeli Köprüsü’dür” diyerek açıkladı.
“Hükümetin Adana’da yaptığı yatırımların trafik yükünü omuzlamak, problemi gidermek için ABB olarak gerek kamulaştırma gerekse ulaşıma harcadığımız para yaklaşık 700 milyon liraya tekabül ediyor. Buna rağmen ABB Meclisi’nin 160 milyonu Bahçeli Köprüsü için kullanılmak üzere talep ettiği 240 milyonluk borçlanma yetkisi İçişleri Bakanlığı’nda 7 aydır onay bekliyor. Bunları birileri bizi alkışlasın diye değil Adana’ya hizmet noktasındaki samimi tavrımızın hissedilmesi için söylüyorum” dedi.
DİN HOCALARINA...
Gazetecilerin dışında İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak yüzlerce ‘damak sevdalısı’ Adana’ya koştu, çeşitli lezzetleri tattı. Adanalı, bizim ‘Adana kebabı’ diye bildiğimiz kıymadan yapılan kebaba sadece ‘kebap’ diyor. Bu kebabın lezzetini tartışmaya gerek yok; iş kebap çeşitlerine ve diğer lezzetlere geldi mi, Gaziantep, Urfa ve Hatay’da durmak lazım. Adana’nın mutfağını daha çeşitlendirmesi gerekiyor. Üç gün içinde hep ‘kebap’ yemek olmuyor; başka tatlar ve çeşitler arıyor insan... Belki evlerin mutfağında bu çeşitler vardır ama vitrine ‘çıkarıp’ bilinir hale getirmek de gerekiyor sanıyoruz. Zengin mutfağını güçlü bir şekilde dünyaya tanıtmak gerekiyor. Biz bunu hissettik; hele ünlü şeflerin gastroshow’ları, Adana’nın lezzetiyle ünlü onlarca işletmesinin ‘efsane’ tatları iki gün içinde perhizi alıp götürdü.
Bici bici, şalgam suyu, aşlama, şırdan, kelle paça, halka tatlısı...
“Kebap Adana’da yenir...” Bu yetmiyor aslında, Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü’nün vurguladığı şu sözler dikkat çekiciydi: “Hayalim odur ki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e kurtuluş ilhamını veren Adana, kültür ve sanatın başkenti olsun. Adana festivallerin, karnavalların, sosyal ve kültürel faaliyetlerin şehri olsun.”
CÜNEYT ASAN’DAN ET SHOW
Festival mangalın yakılması ile başladı; aşçılar korteji geçiş yaptı; Günaydın Et’in kurucu ortağı Cüneyt Asan mangal başında ‘et show’ sundu. Hazer Amani, Aydın Demir, Yunus Emre Akkor, Asuman Kerkez sunumlarını yaptı. Söyleşi/panelde Adnan Şahin, Dilara Koçak, Osman Serim, Ender Şire, Yasemin Pirinçcioğlu... Aralarında Haşim Demirtaş, Şevket Azboy, Erman Özsarıkçı’nın bulunduğu Çukurova/Adana Aşçılar Dernekleri atölye sahnesinde yerel yemeklerin yapımını gösterdi. Gastro/sahnede; Arnaud Declercq, Sahrap Soysal, Aydan Üstkanat, Ebru Baybara Demir; söyleşi/panelde Nurettin Çelmeoğlu, Tuncay Odabaşı, Ayşin Işıkgece, Nilhan Aras, Osman Serim, Prof. Dr. Turgut Cabaroğlu, Ahmet Uhri, Nedim Atilla’nın göçle zenginleşen Adana mutfağı konuşması ilginçti.
(YARIN: ABB Başkanı Hüseyin Sözlü, Türkiye’nin 5. büyük köprüsünün adını ‘Devlet Bahçeli’ koyduklarını belirterek “Genel Başkanımızın, devlete ve hükümete desteğinin, sadece terör ve dış tehditler konusunda olduğunu hatırlatmak isterim” dedi.)
GÜNÜN SÖZÜ
“Atatürk’ün sofrasından hepimizin ruhunda ve dimağında nice derin, tatlı ve ibret verici
Belli bir konu üzerinde ilkeler belirleyerek, bu ilkelerin kılavuzluğunda ihtilafları karara bağlamak yaklaşımı tartışılabilir.
Netice itibarıyla her ihtilaf, benzerlikleri olsa da özgün ve farklıdır, ceffelkalem ilke tespit ve tatbiki, içtihadi anlamda sorunlu alanlar yaratabilir, buna rağmen, tabiidir ki, mahkemenin takdiri esastır.
AYM ifade ve basın özgürlüğü konusunda yakın zaman önceki içtihadında, önemli bir değerlendirme yaptı.
İnternet haberciliği ile ilgili ihtilafta; ‘başkalarının şeref ve itibarlarının korunması ile ifade ve basın özgürlüğü arasında bir denge kurulması gereğine, davanın bir bütün olarak ele alınmasına, kişilerin hak ve özgürlükleri arasında dengeleme yapmadan bir sonuca ulaşmanın, öncelikle Anayasa Mahkemesi’nce ortaya konulan ilkelere ve sonuçta, Anayasa’nın ifade ve basın özgürlüğü ilkelerine aykırı olduğu’ sonuçlarına vardı...
AYM’nin bu kararı ile İfade ve basın özgürlüğünü ‘himaye edilmesi’ gereken bir hak kategorisi olarak değerlendirerek ve özellikle siyasi, sosyal ve ekonomik alandaki faaliyetlerin keşfedilmesi ve bunlara ilişkin kanaat oluşturulması bakımından, gördüğü fonksiyonu öne çıkararak, AİHM içtihatları ile de uyumlu bir yaklaşımı ortaya koymaktadır.
AYM bu içtihadı doğrultusunda; haber yapmak, köşe yazmak eylemleri ile örgütsel suç eylemleri arasındaki çizgiyi çekmek ve tutuklu yargılanma mağduriyetlerini ortadan kaldıracak bir sonuca varmak durumundadır. Sühan ÖZKAN Hukukçu
GÜNÜN SÖZÜ
Dolayısıyla Barzani’yi bütün Kürtlerle bütünleştirmek doğru değildir. Barzani, kendi gücünü arttırmak amacı ile dünya kamuoyunda Kürtler üzerinden bir algı oluşturma gayreti içindedir. Arşivlerde, PKK ile Mesud Barzani arasındaki ilişkilerin ortak çıkarlar üzerine kurulduğunu görmekteyiz. 1983’te Mesud Barzani ile PKK arasında ‘Dayanışma İlkeleri’ başlıklı protokol yapılmıştır. Nitekim İran-Irak savaşında, Barzani güçleri, Irak karşısında yenilgiye uğrayınca, PKK, Barzani yanlılarının silahlarına el koymuştu. Uluslararası güçler, siyasal değişimlere göre Barzani’yi durdurmak için sürekli olarak PKK’dan yararlanmışlardır. PKK’da zamanın ruhuna uyarak, değişik dönemlerde farklı ülkelerle ortak hareket ederek ülkemize zarar vermiştir.
Örgüt ile adını bütünleştirmeye çalışan Öcalan, değişik süreçlerde Barzani ile çatışmış ve Barzani için eleştirilerde bulunmuştur. Örneğin, Kuzey Irak’ta 5-11 Temmuz 1995’te PKK ile Barzani güçleri arasında çatışmalar çıkmıştır. 1996’da ise PKK’nın başka ismi; Cemil Bayık, Öcalan’ı eleştirince, baskı görmüş ve Barzani’ye sığınmıştır.
Öcalan, geçmiş dönemde avukatları aracılığıyla yaptığı açıklamada, “Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında yaşamak istiyor. Ben de bu görüşteyim. Ben de Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında yaşamak istiyorum ve Atatürk’ün kültür milliyetçiliğine inanıyorum” dedi.
Barzani geçmişten günümüze, Ortadoğu’daki siyasi ve askeri karışıklıktan faydalanarak, Kürtlerin desteğini almak için çaba göstermiş ancak beklediği desteği alamamıştır.
Yrd. Doç. Dr. Ramazan TOPDEMİR
MEDENİ KANUN 91 YAŞINDA
MEDENİ