Arıcıların dünyasına hayran olmuş. Kazdağlarını gezerken hangi yörede hangi çiçekler var, ne zaman açarlar, hangi çiçeğin balı değerlidir öğrenmiş. “Arı sütü, propolis ve polen adlı mucize ürünlerin hiç farkında değilmişim” diyor. Arıları yaşatmak için sürekli gezerken, zeytin tarımı çok ilgisini çekmiş ve 2 yıl zeytin yetiştiriciliği, zeytin ağaçları budama, zeytinyağı üretimi eğitimine katılmış, dereceyle bitirmiş. Kazdağlarında 77 adet endemik bitki olduğunu, sadece 29’unun bölgeye ait olduğunu öğrenmiş. 63 civarında da zeytin ağacı cinsi var.
‘GARGARON’ İSMİNİ TESCİL ETTİRDİM
“Yağlık olan Edremit zeytininin yağının da 3 yıl bozulmadan saklanabileceğini öğrendim. Bu özellik Kuzey Ege dışında hiç bir yöremizde yokmuş. Zeytinyağı başka yörelerde 6 ay en çok bir yıl evsafını korurmuş, sonra acılaşma ve lezzet kaybına uğrarmış. “İlyada destanında tanrı Zeus Ege’nin mavisi ile İda’nın yeşili arasında öyle bir yer vardır ki; orada keskin kekik kokuları içinde lezzetli zeytin çeşitleri ile yaptığım kahvaltının tadını hiçbir yerde bulamadım. İşte orası ‘Gargaron’ dur” der. Gargaron’un bulunduğu yerden bahsedilirken “Assos’tan doğuya doğru gidildiğinde Adramyttion (Edremit) Körfezi’ni oluşturan bir burun üzerinden gelinir” denmektedir. Ben de bundan esinlenerek Kazdağlarının denize bakan yamaçlarında zeytinlik araziler satın aldım ve buralardan elde edeceğim zeytin ve yağ ürünüm için bu ismi tescil ettim. Amatörce ve butik olarak zeytin yağı ve karakovan bal üretmeye başladım. Kilom normale döndü, tansiyonum düzeldi, kondisyonum mükemmel oldu. İyi tarım uygulamalarına kaydoldum. Kuzey Ege’nin ve ülkemizin en kaliteli zeytin yağları Kazdağlarının denize bakan yamaçlarından elde edilir. Bu yıl elde ettiğim Zeytin ve Zeytinyağları da çok farklı oldu.
Zeytinlerden ‘erken hasat ve soğuk sıkım’ yöntemi ile 0.03 ve 0.06 dizem arasında ve tadım uzmanlarının ortak görüşüne göre sektörün en iyilerini üretebildim. Ürünlerin tamamının analizlerini Edremit Ticaret Borsası laboratuvarlarında yaptırdım.”
Şahin Uzun, ‘soğuk sıkım’ konusunda ayrıntılı bilgi veriyor ve “Üretebildiğim ve en iyisini yaptığımı düşündüğüm ürünlerimle kendimi yeniden doğmuş hissettiğim için mutluyum” dedikten sonra yağını ve balını bize tattırdı, mükemmel demeye gerek yok. Her üründe farkındalık yaratmış. Karadeniz’de çok konuşulan kestane balına ‘deli bal’ denmesinin ‘Orman gülünden (Rhododendron) oluştuğunu, Kazdağlarında ise bu bitkinin olmadığını hatırlatıyor; bu yüzden buradaki kestane balı en saf ve en değerli kestane balıdır diyor.
İYİ MEYVE SUYU, KALİTELİ MEYVEDEN SIKILANDIR
Zeytinyağı, zeytinin suyudur denilebilir. İyi meyve suyu, kaliteli meyveden sıkılandır; lezzet ve kaliteyi hammadde olan meyve sağlar. Bu yüzden Kuzey Ege’nin ve ülkemizin en kaliteli zeytin yağları Kazdağlarının denize bakan yamaçlarından elde edilir. En önemli faktörler, ağaçların iyi budanması, diplerinin düzenli olarak sürülmesi, zararlılarla zamanında ve en az kimyasal kullanarak mücadele edilmesidir. Yaz aylarında düzenli su verilmelidir. Organik olmayan gübrelerin kullanılmaması ve zeytinler toplanırken gösterilen itinadır. Zeytinyağları, TARİŞ tesislerinde ve sabahları makineler ısıtılmadan ve soğuk sıkım yöntemi elde edildi. Belge almayı da ihmal etmedim. Belgeli erken hasat ve soğuk sıkım zeytinyağı ürettim.
Piyasada zeytinyağı pazarlayan herkes erken hasat soğuk sıkım zeytinyağı sattığını söyler, ama bunların çok azı doğrudur.
Konya’dan sonra Türkiye’nin ikinci büyük hububat ambarı; buğday, arpa, pancar ve yonca ekiyorlar.
Yani son yıllarda ürün çeşitlenmesine gidilmiş. Hayvancılıkta önceden suyu az tükettiği için hep küçükbaş hayvancılık yapılmış... Dünyadaki iklim değişikliği kuraklık nedeniyle Türkiye de bundan etkilenen orta kuşak ülkelerden biri... Türkiye’nin neredeyse en az yağış alan yeri Tuz gölü; bu havzada en az yağış alan ili de Aksaray... Yağışa bağlı olarak da yeraltı kaynaklarının birçoğu tüketilmiş durumda. Bu da sulama suyu konusunda üreticileri ciddi anlamda sıkıntıya sokmaya başlamış... Aksaray Ticaret Odası Başkanı Hamit Özkök’le görüşmemizde “Tek bir çözüm var, dış havzalardan su transferi yapılması. İç Anadolu Bölgesi Türkiye’nin mihenk taşıdır” diyor. Düşünüldüğü gibi Kızılırmak’tan su getirilmezse, bol su isteyen pancar, yonca, mısır ekimine elveda demek gerekecek. Aynı zamanda da son zamanlarda artan % 28 oranındaki proteinli at yarışı yapılan ülkelere yonca ihracatına da elveda demek gerekecek.
- Ankara, Konya, Kayseri, Eskişehir, Sivas, Nevşehir, Niğde, Kırşehir, Karaman, Yozgat, Kırıkkale, Çankırı ve Aksaray... Ulusal gelirin % 20’sini sağlıyor. Eskişehir’i ayırırsak, AKP’nin en yüksek oy aldığı bölge... AKP’nin oy oranı % 74’e ulaşmış Aksaray’da. Sanıyoruz ki, kimse bu oy oranını düşüremez.
- Aksaray’ın nüfusunun % 80’i tarım ve hayvancılığa dayalı geçim sağlıyor.
420 bin hektar tarım alanı bulunuyor. 227 bin büyükbaş hayvan, 750 bin küçükbaş hayvan varlığı ile peynir, kaşar, kaymak, sucuk, pastırma üretimi de öne çıkmış; Kayseri ile rekabet eder hale gelmiş.
- Aksaray, İç Anadolu’nun en büyük hayvan pazarı... Üretici isyanda, besiciler geçen yaz Avrupa ve Amerika tarafından Türkiye’ye yapılan yaptırımlara tepki gösterirken “Pazarımızda dolar ve Euro geçersizdir” yazılı pankart açmışlar. “İnadına TL” demişler ama bizim gittiğimizde pazara getirilmiş 3 binden fazla düve vardı; hayvan ticareti ile uğraşanların hepsi şikâyetçiydi. Bir üretici TV kameralarını görünce Bakan Fakıbaba’ya çatıyor, ağır da sözler ediyor; ama geneli de “750 kuruşa (ithal) saman olur mu?” noktasında toplanıyordu. Bütün suçlu bakan mı?
DEV HAYVANCILIK OSB
Aksaraylı 150 üretici veya besici deyin, bir araya gelmiş, Türkiye’nin kırmızı et ihtiyacının % 10’unu karşılamak üzere bir anlaşma yapmışlar. Aksaray Ticaret Borsası Başkanı Hamit Özkök, önümüzdeki yıldan itibaren projenin bir yıl içinde devreye sokulacağını söylüyor. 60 bin hayvan kapasiteli tesis tamamlandığında her biri 300 ile 500 arasında değişen sayıda hayvan barınacak, yaklaşık 150 işletme devreye girecek. Bunun için işletmelere TOBB kaynaklı % 9.9 faizli 20 milyon kredi sağlanacak...
Tabii dedik, kendilerini dinledik. Karalar, sempatik bir siyasetçi; herkes tarafından seviliyor. Gençler; Hüseyin Dündar, Doğan Çelik, Mehmet Ali Savaş, Ömer Çetinkaya konuştular. Özetle; Çukurova Üniversitesi’ne belediyenin servis koyması, spor salonu tahsis edilmesi ve çoklu olarak da kitap talepleri vardı. “Tarihi ağırlıklı 100 kitabı hemen gönderiyorum” dedi. Üniversiteli Gençler Birliği Başkanı Doğan Çelik’in konuşması ilginçti:
“Çok büyük hastanelerden korkarım. Çünkü orada hasta çoktur. Spor yapmayan bir nesille bir yere gidemeyiz.”
Adana için eskiden ‘mutlu insanların kenti’ denirdi, şimdi öyle mi? Merkez ilçe Seyhan 797.563 nüfusuyla Adana’nın en büyük ilçesi, Türkiye’nin de beşincisi. Fakir fukarası çok; 350 bin Suriyeli’den 150 bini Seyhan’da yaşıyor. 350 milyon TL’lik bütçesinin yüzde 10’u sosyal yardımlara gidiyormuş. Aş-işten, okul kantinlerinin denetlenmesi, atık toplayıcılarının uyarılması, su depolarının temizlenmesine kadar ‘ağır’ işleri var belediyenin. Türkiye’nin en önemli şehir tiyatrolarından olan Seyhan Belediyesi Çocuk Tiyatrosu’nun oyunlarını çocuklarla izliyor. Bölgede son yıllarda artan antik mekânların restorasyonu belediyenin ‘sevdalı’ işlerinden biri...
- Suriyelileri hiç sormayın. Suriyelilerin güçlü bir esnaf yapısı oluşmuş. Suriyeliler, Doğu ve Güneydoğuluların göçünün önüne geçmişler artık. Belediyeye büyük yük oluyor. Başkan Karalar “Bir Suriyeli, yerli 5 vatandaşımızın yarattığı çöp kadar çöp üretiyor” dedi. İlçesinin ekonomik ve sosyolojik yapısı özetliyor:
“Adana’mızda sanayi geriledi, tarım geliri azaldı. Pamuk üretiminden karpuza düştük! Türk ekonomisi üretime dayalı olması gerekirken hizmet ağırlıklı olmaya başladı. Bu da fukaralıktan kurtulamayacağımızı gösteriyor” diye özetliyor başkan.
İşsizliği anlatmaya gerek yok; hane başına tavan 2 bin lira hesabıyla katkı sağlamaya çalışıyor; ortalama 600 lira gibi... Uyuşturucu kullanımı ‘felaket’ halde, Türkiye ortalamasının üç katı olduğu söylenince herkes susmak zorunda kalıyor. Başkan bu arada “Yanlış anlamayın ama köpeğimiz yoktur” diyor.
- Seyhan sınırlarında ‘kanal’ sularında boğulma azalmış; çünkü kanaletlerin yanında bu kez şişme portatif havuzlar (50x20) yapılmış; temiz su ortamında 60 bin çocuk yüzme öğrenmiş.
(Zeydan Karalar’ın, hem çevreci hem eğitici hem de yardımsever projelerini öğrenmek ister misiniz? İnternetteki köşemizde okuyabilirsiniz.)
1.1.2018’de yürürlüğe girecek bu yasa hükmüne göre işçiler bireysel ve toplu iş sözleşmesinden doğan hakları nedeni ile İş Mahkemesinde dava açabilmeleri için önce zorunlu arabulucuya gidecekler yoksa hakları için dava açamayacaklar. AKP hükümeti yüzeysel olarak bu yasayı İş Mahkemelerinin yükünü hafifletmek için çıkardı çünkü mahkemelerin yetersizliğinden ve yargıç açığından dolayı bu mahkemelerde korkunç bir yığılma var ve bir dava üç-dört sene sürebiliyor.
Bu doğrudur ama mahkeme ve yargıç yetersizliği kolayca giderilebilecek türdendir. Var olan 180 Hukuk Fakültesinden her yıl yüzlerce öğrenci mezun oluyor ve bu genç hukukçular alanlarında iş bulmakta çok zorlanıyor. Adalet Bakanlığı bu genç hukukçular ordusundan yargıç açığını kapatabilir ve kuracağı yeni İş Mahkemeleri ile yargıdaki birikmenin ve gecikmenin önüne rahatlıkla geçebilirdi ama bunu yapmadan arabuluculuğu zorunlu hale getirerek işverenlere büyük bir iyilik yaptı. Arabulucuya giden işçiye büyük bir olasılıkla. ‘Avukat ücreti, harç parası ödeyerek İş Mahkemesinde üç-dört sene sonra hak edeceğin alacağın yerine sana peşin ödeme yapılacak’ denilerek gerçekte hak ettiği alacağının çok azı işçiye peşin olarak teklif edilecek ve zaten geçim sıkıntısı yaşayan işçi bu peşin ödemeyi kabul edecektir. Bu yasanın derin anlamı işçiyi korumak, işçilik alacağını veya işe iadesini tez elden sağlamak değil tam aksine işverenleri korumak, onların ödemedikleri işçilik hakları ve işe iade tazminatlarını çok daha ucuza getirerek işçi çıkarmayı kolaylaştırmak ve işçi haklarını tam olarak ödememeye teşvik etmek dolayısı ile işverenlere çok ciddi kazançlar sağlamaktır. Bu oyunu Sendika ve Konfederasyon yöneticilerinin görmemesi ve yasaya tasarı halindeyken direnmemeleri şaşırtıcıdır.
AKP bu yasa ile işçi dostu olmadığını bir kere daha kanıtlamıştır. AKP Genel Başkanının grevleri ertelediği zaman işverenlere, ‘siz rahat çalışanız diye grevleri erteliyoruz’ diye seslendiği zaman işçiler ve sendikacılar sustuklarına göre işçiler cellatlarına oy vermeye devam edecek demektir. Haksızlığa uğradıkları zaman susanların sonradan hallerinden şikayete hiç hakları olmayacaktır. / Yrd.Doç.Dr.Engin Ünsal-GİRNE Amerikan Üniversite Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi
BELEDİYELER BİR AN ÖNCE ÖNLEM PLANINI YAPMALI Dün Paris İklim Anlaşması’nın ikinci yıldönümüydü. Dünya liderleri iklim değişikliği için yine Paris’te bir araya geldi. Liderler küresel, ulusal çapta yapılması gerekenleri tartışırken İstanbul Kültür Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Damla Özekan yerel olarak belediyelerin yapacaklarını anlatıyor.Küresel iklim değişikliği problemi günümüzde artık kanıtlanmış verilerle kendini kabul ettirmiş, yok sayamayacağımız bir sorun haline geldi. Bunun sonucu olarak meydana gelen sel felaketleri, kasırgalar, kuraklıklar, buzul erimeleri, deniz seviyelerindeki artış, hayvan türlerinin yok olması tehlikesi gibi doğal felaketler, küresel düzeyde başta tarım, sanayi, turizm olmak üzere ekonomik ve sosyal çok ciddi tehlikeler yaratmakta.
Ulaştığı gelişmişlik düzeyinden taviz vermeden yaşamını devam ettirmek isteyen insanoğlunun tükettiği enerji miktarı azalmamakla birlikte, sürekli ve düzenli olarak artmakta. Bu da bir taraftan sınırlı kaynakları tüketirken bir taraftan çevreyi ciddi olarak tahrip etmekte. Bu durum sürdürülebilir ekonomik büyüme ve kalkınma hedeflerine ters düşmekti. Bu nedenle sera gazı emisyonlarının azaltılması açısından enerji politikaları ve çevre ilişkisi büyük önem taşımakta.
Türkiye’nin, karbon salımları yoğun büyüme politikaları sonucu 1990’dan günümüze %130 arttı. Bilimin hedef koyduğu kişi başı salım 2 ton karbondioksitken, Türkiye’nin kişi başı salımı 5.7 ton.
Ardından bir karar tasarısı ile Genel Başkanı’nın “İşte CHP’nin 2019 hedefleri, işte bizim manifestomuz, işte yurdum insanının özlemini duyduğu Türkiye’nin yol haritası” diyerek kamuoyunun merakını gidermesini istiyor. Son gün de seçimleri yapalım ve kurultayımızı tamamlayalım. Ne yazık ki kabul görmedi. Fiziki koşulların karşılanamayacağından söz edildi vs...
Oysa bu benim önerim; şu anda AKP iktidarının uyguladığı ‘alternatif gerçeklik’ stratejisinden kaynaklanan algı yönetimine ve anlayışına da darbe vuracaktı. Alışkanlığa dönüşen, bugüne kadarki CHP algısını farklılaştırıp, kimine aykırı gelse de ezber bozan bir dönüşüm görüntüsü verecektir.
‘Alternatif gerçeklik’ nedir derseniz, şöyle ki; bugün var olan ya da ortaya çıkan değerleri geçmişle kıyaslayıp karşılaştırmadan ‘gücü elinde bulunduran otoritenin’ her şeyi kendi menfaati doğrultusunda ölçüp biçip kamuoyuna yutturması ve kullanmasıdır. Örneğin, diyelim ki akaryakıt fiyatlarına 20 kuruş zam geldi. Bir hafta sonra da 6 kuruş ucuzladı. İktidarın burada kullandığı işte bu 6 kuruşluk ucuzluktur. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Gerçekte ortaya çıkan işsizlik rakamı % 11 ise ve bu % 10’dan buraya gelmişse, iktidar bunu; “İşsizlik yüzde 11’e düştü” diye kullanacaktır. AKP iktidarı halkı işte böyle hipnotize ediyor. Ve bunu her alanda kullanıyor.
Şehitlik, Suriye, ABD, Filistin, Kudüs, Zarrab ile uğraşarak, milliyetçilik duygularına ve insanların inanmak istediklerine karşılık vererek bunu yapıyor.
Böylece Türk toplumunun belli bir kesimini bu sanal dünyanın tutuklusu haline getirip kendi yanında tutuyor. Ancak rüya bitti. Hipnoz sona eriyor. Saat 00.00’ı geçti ve yorgan üzerinden düştü bu milletin!
GÜNÜN SÖZÜ
“Cumhuriyet anayasasının demokrasiyi tanımayan bir zihniyet tarafından ağır şekilde tahrip edilmesini ‘esasa’ girerek engelleyebilen bir AYM’ye de ihtiyacımız yok mu?”
Kürşat BÜMİN
ABD’nin PKK ortaklığı kanıksandı, Rusların muhabbetine de alışılıyor.
Suriye sınırında, iki müttefikimizin kurduğu terör ordusu ile eninde sonunda göğüs göğüse çarpışma kaçınılmaz görünüyor.
Hal böyle olmasına rağmen... Hafta sekiz gün dokuz, bu sözde müttefikler el ele orada burada buluşup el sıkışarak verilen sahte dostluk fotoğraflarından da artık gına geldi.
Hakiki fotoğraf arayanlar Putin ile Esad’ın ‘pehlivan peşrevine’ benzer kucaklaşmalarına baksın.
Kuzey Kore’nin, uluslararası camiada küçümsenen devlet başkanı (roket adam), babadan tevarüs ettiği iktidarı gayet güzel kullanıyor.
Trump ile laf yarıştırıyor, kimseyi ciddiye almıyor, yo-yo topu ile oynar gibi nükleer denemeler yapıyor, nükleer programından taviz vermiyor, uzaya uydular fırlatıyor.
Pasifik kıyısına sıraladığı yüzlerce tank ve füzeyi aynı anda ateşleyerek dehşet görüntüleri ile dünyaya meydan okuyor.
ABD’li istihbarat uzmanlarına göre Güney Kore sınırına 21 binden fazla top ve füze rampası yığmış durumda... Uluslararası camia sözde izole etmiş gibi yapıyor ama dişe dokunur bir müeyyide uygulamaya cesaret edemiyor. ‘Mücavir’ denizlerde avara kasnak tatbikatlarla yetiniyor.
Ondan önce söyleyeyim... Gazetede herkesin bilmediği müthiş bir kadın Yonca Tokbaş... Zaten kendisi ‘yazar, koşar, konuşur ve arısever’ olarak tanınıyor. Doğa üzerine insan çok öğreniyor kendisinden.
Hiçbir yerde benzeri olmayan ‘Anadolu Arıları Projesi’nin kurucusu ve fikir annesi... Toplum Gönüllüleri Vakfı gençlerine ‘Arı Sevgisi’ eğitimleri veriyor. Gençler Türkiye’nin 4 bir yanından geliyor, arılar hakkında eğitim alıp sorunları görüp, arılar hakkında farkındalığı anlatıyor.
Gürcistan sınırında. A. Nihat Gökyiğit, kendi adını taşıyan ANG Vakfı ile TEMA’nın yarattığı Machael’e giden ve İstanbul’da yapılan 9 bin kişinin katıldığı –kaç kişinin haberi var?- Apimondia Dünya Arıcılık Kongresi’ni izleyen bir gazeteci olarak arıların yaşamı üzerinde anlattıkları bilinmesi ve öğrenilmesi gereken gerçekler.
Emin olun, çoğu arı üreticisi hiçbir şey bilmiyormuş diye düşündük.
Peki bu öğretiye nasıl başlamış: Yonca bir gün Yalıkavak’taki bahçesine muz ağacı dikmiş. O ağaca gelen çok fazla arı olunca, bu arılar burada ne yapıyor diye oturup günlerce izlemiş ve ‘Arı Mucizesi’ne tanıklık etmiş. Arı olmazsa, muz hevenk içinde hapis kalıp oluşamıyor. Bunun üzerine Kelebek’deki köşesinde ‘Muz Mucizesi’ diye bir yazı yazıyor. Herkes üzerine atlıyor, ondan sonra başlıyor arılar üzerine kafa kormaya...
ARILAR ÖLMESİN
Arıların tüm dünyada koloniler halinde öldüğünü, hastalandığını öğrendiğinden, ilk iş insanlara arı sevgisini anlatmak oluyor: “Bir insan bir canlıyı tanırsa, o zaman korkusu biter. Onu anlar ve sevgi de başlar. Ve eğer severse onun için bir şey yapar...”
Yonca’nın yazılarını okuyun, çok şey öğrenecek ve arıları çok seveceksiniz. Sosyal medyadaki köşesinde, eylem ve söyleminde... Uzun soluklu bir ‘Arı Elçisi’ yolculuğu ve amacı var.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba da gerçek çiğköftenin Urfa’ya ait olduğunu ve bu şekilde tescilli olduğunu söyleyerek tartışmaya nokta koymak istedi.
Şehirlerin geleneksel yemeklere sahip çıkma arzusu ve bunun bölge kültürünün bir değeri olarak algılanmasını istemeleri takdir edilebilir. Birçok yerel ve geleneksel ürün ve yemeğin coğrafi işaret alarak tescil edilmesi de teşvik edilmelidir. Yalnız konu çiğköfte olunca bunun gıda güvenliği açısından taşıdığı tehlikeleri de belirtmek gerekir. Geleneksel olarak yapılan çiğköfte, haliyle çiğ etle yapılır. Çiğ et zararlı bakteri, virüs ve parazitleri sıklıkla içerir. Pişirilen ette bu zararlı mikroorganizmalar sağlık riski oluşturmaz. Büyükşehirlerde artık bir fast food ürünü gibi satılan, çiğ et içermeyen ve ağırlıklı olarak bulgurdan üretilen çiğköfteleri hariç tutarak geleneksel olarak yapılan ve tescil edildiği belirtilen çiğköftenin taşıdığı tehlikeleri bilmemiz gerekiyor. Çiğköfte ancak hijyenik koşullarda kesilmiş hayvanlardan elde edilen etin yine hijyenik ortamlarda işlenmesi ve hazırlanması ile riski azaltılmış bir yemek olabilir. Çiğköftenin bu şekilde hazırlandığından nasıl emin olabileceğiz? Çiğköftenin taşıdığı tehlikeli mikroorganizmaların baharatlarla yoğurulması sırasında elimine edilebileceği düşüncesi gerçeği yansıtmamaktadır. Çiğ etin taşıdığı zararlı mikroorganizmalar özellikle çocuklarda, yaşlılarda ve bağışıklık sistemi zayıf insanlarda ciddi ve kalıcı vücut arazlarına neden olabilir. İyi pişirilmemiş ve içi pembe kalan etleri yememe konusunda oldukça titiz olan halkımızın çiğköfteyi severek tüketmesi ilginç bir çelişkidir. Batılı ülkelerde çiğ balıktan yapılan sushi tarzı yemek servisi yapan bazı restoranlar mönü kartlarına çiğ balıkların tehlikeli mikroorganizmaları içerebileceği notunu koyarak müşterilerini ikaz etmektedirler. Çiğköfte de halkın bu şekilde uyarılmasını gerektiren bir yemektir.
Prof. Dr. Nezih MÜFTÜGİL
KAN GRUBUMUZ YENİ KİMLİKLERDE YAZILMALI
MESLEKTE 60 yılı bulan bir hekim olarak uyarmak isterim. Her vatandaşımızın kan grubunu bilmesi çok önemlidir. Eski kimliklerde var olan ‘kan grubu’ hanesi ne yazık ki, yeni kimlik kartlarında yer almamıştır. Okulda, askerlikte, tatilde ve hayatın her anında geçirilebilecek bir trafik kazasında ilk bilinmesi gereken kan grubunun ne olduğudur. Bu nedenle hiç değilse bundan sonra dağıtılacak kimlik kartlarında kan grubunun yer almasını, başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere İçişleri Bakanlığımızın da dikkatine sunmak istiyorum.
Op. Dr. Erdinç KÖKSAL