Yalçın Bayer

Amerika’yı bilmeden olmuyor

6 Eylül 2018
Son yaşanan krizden sonra Türkiye-ABD ilişkileri, NATO, Evanjelizm ve emperyalizm çok daha geniş kesimler tarafından tartışılmaya başlandı

Oysa Türkiye’de bu konuda önemli eserler veren çok sayıda ilerici aydın ve yayınevi var. Bu kitapların son günlerde tekrar keşfedildiğini ve sadece akademik çevrelerde değil halk tarafından da daha çok okunduğunu tespit edebiliriz. Bazı önemli kaynakları not düşelim:

‘Amerika NATO ve Türkiye’ Türkkaya Ataöv; ‘Menderes Hükümetleri Dönemi Türkiye-ABD İlişkileri’ Yrd. Doç. Dr. Recep Murat Geçikli; ‘Amerikan Barış Gönüllüleri ve Türkiye’deki Faaliyetleri’ Yrd. Doç. Dr. Gökhan Eşel; ‘Müttefik Kuşatması’ Gökçe Fırat; ‘Türkiye’ye Şer Ekseni Tuzağı, Özgür Erdem; ‘Suriye İçin Savaş/1918-1920’ John D. Grainger.

Bu kitaplar İleri Yayınları arasından çıktı. Tarih ve Kuram Yayınları’ndan çıkan kitaplar da şunlar:

‘Ortadoğu’da Batı Emperyalizmi 1914-1958’ D. K. Filedhouse; ‘Çölün Kızı Gertrude Bell’in Olağanüstü Yaşamı’ Georgina Howell; ‘Emperyalizm, Evanjelizm ve Osmanlı Ermenileri’ Jeremy Salt; ‘Amerika’da Türk İmgesi’ Justin McCarthy. Özellikle bu yazarın eseri çok dikkat çekici. Justin McCarthy asılsız Ermeni iddialarına karşı Türk tezini savunan en önemli Batılı tarih bilimci. ‘Ölüm ve Sürgün’ isimli eserinde Balkanlarda Türk ve Müslümanlara yapılan büyük soykırımı eşsiz bir dille anlatmıştı. McCarthy, Amerika’da ‘Türk İmgesi’ isimli çalışmasında 18. yy’dan itibaren ABD’deki Evanjelist köktendincilerin ve Protestan misyonerlerin kendi amaçları ve misyonları için bağış toplamak amacıyla “korkunç, barbar Türk” imgesini nasıl oluşturduklarını ve bu imgenin hâlâ ABD’de ne kadar egemen olduğunu ortaya koyuyor. Çıkar gruplarının ve politikacıların, Türklerin aleyhine oluşturulan bu gerçekdışı ve ırkçı imgeyle Türkiye hakkında en ufak fikri olmayan sıradan Amerikalıları nasıl etkilediğini anlatıyor.

Okumadan bilinçlenmek, bilinçlenmeden de ABD’ye karşı milli bir politika geliştirmek imkânsız değil mi?

 

HALK OKUMAZSA...

Yazının Devamını Oku

Süper ilaç üstün gıdalar

31 Ağustos 2018
KENAN Demirkol, Ahmet Rasim Küçükusta, Canan Karatay, Yavuz Yörükoğlu, Yavuz Dizdar, Ümit Aktaş, Halit Yerebakan, Murat Kınıkoğlu, Elif Güveloğlu gibi sağlık uzmanlarını okuyoruz.

Toplum olarak çok kötü besleniyoruz. Gıda ambalajlarındaki verileri hiç kaale almıyoruz. Topraktan çıkan gıdaların bazılarının süper ilaç üstün yiyecekler olduğunu son birkaç yıldır sıklıkla işitmeye başladık. Bu süper gıdaların çok bilinenlerini sıralayalım: Alıç, ayran, asma yaprağı, avokado, ayçekirdeği, ayva, badem, bakla, brokoli, bulgur, ceviz, çörekotu, domates, elma, enginar, fındık, kinoa, ketentohumu, kızılcık, kivi, kuşburnu, kuşkonmaz, sarmısak, sızma zeytinyağı, semizotu, soğan, soğuk deniz balığı, şalgam, tereyağı, üzüm sirkesi, yerelması, yeşil çay, yoğurt, zencefil, zerdeçal, zeytin...

Süper gıdaların her biri bizi güçlü, dingin, mutlu, dengeli, neşeli, pozitif, güzel yapıyor. Amerikan tipi besinleri tükettiğimizde ise obez, tembel, halsiz, çirkin bir forma dönüşüyoruz. Hastalıklar da peşimizi bırakmıyor...

50 yaşındayım. Son 10 yıldır vahşi ABD’nin icadı olan sahte gıdalardan uzak duruyorum. Sağlığım (tansiyon, şeker, nabız vs) iyi durumda.
Monosodyum glutamat (MSG, Çin tuzu), nişasta bazlı şeker (NBŞ, fruktoz, mısır şurubu), rafine tuz, kepeksiz un, antibiyotik, genetiği değiştirilmiş organizma (GDO) içeren bitkilere; yapay tatlandırıcı, aroma verici, gıda boyası, margarin, BPA, asit, emülgatör (E), kıvam arttırıcı, raf ömrünü uzatıcı maddeler içeren ürünlere yaklaşmıyorum.

Yazının Devamını Oku

Denizleri neden 'nadas'a almıyoruz?

30 Ağustos 2018
BALIK avı sezonu başlarken deneyimli balıkçıların öngörüsü gerçekleşirse bu sezon denizden adeta palamut ‘fışkıracak!’ Hesaba göre istavrit, mezgit ve hamside de bolluk olacak.

Her ne denli bereketli sezon yaşanacak olsa bile özellikle denetimlerden kaçan denizlerde gezinen gırgırların yasal boyun altındaki balıkları ağlara toplaması ve bunların satılması gelecek adına karamsarlık oluşturuyor.

Karadeniz kökenli meslektaşımız Şükrü Karaman’a göre balıkçılığın en önemli sorunlarının başında olan kaçak ve küçük boydaki balık avı bir türlü önlenemiyor. Balık türünün azalmasında büyük rol oynayan yavru boydaki balıkların avlanmasına, satılmasına karşı denetimler mutlaka eksiksiz yerine getirilmeli ve kurallara uymayanlara ağır yaptırımlar uygulanmalı.

Bu sezon, balık avındaki olası bereket hem tekne sahiplerini hem de tüketicileri sevindirebilir. Ne var ki kaçak ve kural dışı avlanmaya göz yumulursa gelecekte bugünkü balığı bile bulamayız. Denizlerden eskiden olduğu gibi balık fışkırması için belli süre ‘nadas’a alınması gündeme gelmiş, ancak tekne sahipleri buna karşı çıkmıştı.

O zaman daha fazla balık, daha fazla gelir için tekne kaptanları aralarındaki ayrık otlarını temizlemeli, yavru balıkların avlanmasına şiddetle karşı koymalı. Kuşkusuz burada en büyük görev Sahil Güvenlik’e düşüyor.

Yazının Devamını Oku

Stratejik ortaklık tuzak mıdır?

29 Ağustos 2018
“BÜYÜK Taarruz ile 30 Ağustos’ta zafere ulaşılmıştır.

Bu zafer daha sonra Cumhuriyet ve onu takip eden devrimlerle ivme kazanmıştır. Fakat bu ivme daha sonra çeşitli nedenlerle hız kaybetmiştir. İlk defa kimseye, hiçbir ittifaka bağlı olmayan ülkemiz daha sonra bazı stratejik ortaklık dediğimiz bir takım dayatmalara maruz kalmıştır. Bu 1947’de Marshall Yardımı ile başlamış, ülkenin ileri gitmesini sağlayan bir çok kuruluşun önü kesilmiştir. (Tevhid-i Tedrisat, Köy Enstitüleri gibi) Daha sonra bugün stratejik ortak olacağımız söylenen Rusya’nın, bazı olumsuz istekleri yüzünden batı ittifakı olan NATO’ya zorla kendimizi kabul ettirmişiz. Ve neticesinde eşit haklara sahip olduğunu zannettiğimiz aslında hiç de eşit olamayan bir stratejik ortak olmuşuz. Bizler batı için yalnızca ihraç ürünü asker olan bir ülke görülmüşüz. Hiçbir ciddi problemde fikrimiz dahi alınmamıştır” diye anlatıyor Prof.Dr. Cengiz Kuday... Sonra da “Bu stratejik ortaklık denen tuzaklardan nasıl kurtuluruz” sorusunun yanıtını da şöyle veriyor:

 

ASKERLİK, İNSANLARIN SEVK İDARE SANATIDIR

Sakarya Meydan Muharebesinin şiddetle başladığı günler ile büyük Türk taarruzunun başlangıcı arasında tam bir yıllık zaman vardır. Bu dönem iç ve dış politika yönünde çok hareketli harp harekatı bakımından ise sakin geçmiştir. On yıllık aralıksız sürüp gelen harpların millette uyandırdığı bıkkınlık, yılgınlık, isteksizlik, ilgisizliği tasvir etmek çok zordur. Asker kaçakları bu günlerde çok yüksek sayılara yükselmiştir. İstiklal mahkemelerince verilen ağır mahkumiyet kararları (idamlar) millette genel bir hoşnutsuzluk yaratmıştır. İşte bu güç şartlarda yapılacak bir büyük taarruzda komutan ve komuta mensuplarının mesuliyetleri çoktur.

Askerlik, muharebelerin sürdürülmesi değil insanların sevk idare sanatıdır. İnsanlar ancak, emelleri fikirler kişiselleştirilerek sevk ve idare olunabilir.

Subay nedir?

Maiyetindeki kişiler için emsal numunesidir. Subay, kendi ilim ve gücünden kumanda ettiği insanları faydalandırmak için yanındakilere metanet ve kahramanlık toplamında fazla bir kişisel kahramanlığa özelliğe sahip olmalıdır. İşte böyle bir komutanı ve komutanlar topluluğu ile bir çok negatif şartlara rağmen bu büyük taarruz başarılı olmuş ve 30 Ağustos’ta zafere ulaşılmıştır. Bu zafer daha sonra Cumhuriyet ve onu takip eden devrimlerle ivme kazanmıştır. Fakat bu ivme daha sonra çeşitli nedenlerle hız kaybetmiştir. İlk defa kimseye bağlı olmayan hiçbir ittifaka bağlı olmayan ülkemiz daha sonra bazı stratejik ortaklık dediğimiz bir takım dayatmalara maruz kalmıştır. Bu dayatmalar 1947 yılında Marshall yardımı ile başlamış; ülkenin ileri gitmesini sağlayan bir çok kuruluşun önü kesilmiştir. (Tevhidi tedrisat köy Ens. Gibi) Daha sonra bu gün stratejik ortak olacağımız söylenen Rusya’nın bazı olumsuz istekleri yüzünden batı ittifak olan Nato’ya zorla kendimizi kabul ettirmiştir. Ve neticesinde eşit haklara sahip olduğunu zannettiğimiz aslında hiç de eşit olmayan bir stratejik ortak olmuştuk.

 

Yazının Devamını Oku

Bu bayram başka bayramdı!

24 Ağustos 2018
EGE’de, yani Bodrum ve Milas yöresindeki bayram süresince gözlemlediklerimizi küçük notlar halinde sunmak isteriz:

Yollar müthiş kalabalık; herkes Ege’ye inmiş; sanıyoruz böyle bir kalabalık ilk kez oluyor. Döviz kurlarının ‘yüksekliği’ herkesi ‘hasta’ etmiş; bunu fırsat bilip iç turizm hareketine katılanların sayısı ‘rekor’ sayılabilir. Karayolları rakamları açıklayabilir. Ama İstanbul’dan İzmir’e 10 saatte giden bir yolcunun şikayeti nasıl açıklanabilir?

Bütün bunların nedeni bir yerde dolar-Euro’daki artışlarda; şöyle bir durumun ortaya çıktığını da unutmayalım. Dış hat uçuşları yoğundu ama çoğunluk, biletlerini veya turlarını aylar önce döviz fırlamadan önce satın almıştı. İptal etseler zararlı mı çıkmış olurlardı! Krize yakalanan ‘beyaz Türkler’in darbe yedikleri de bir gerçek.

Benzin ve mazotun yüksek vergileri ile emeklilere verilen 1000’er liraları karşılayabilir mi? Hesap yapmak isterseniz alkolün vergilerini de ekleyebilirsiniz. Fırsatçı zamlarına karşı hiçbir denetim yoktu piyasalarda. Bir zeytinyağı üreticisi, zeytinin hasat öncesinde tenekeye yüzde 40 zam yapılmasının açıkça vurgun olduğunu söyledi bize...

Havalimanları da kalabalıktı; güvenlik sıraları ise bunaltıcıydı. Bir dostumuz THY’nin İstanbul uçağı ile Bodrum’a 650 TL’ye gelmiş; gideceği siteye de 150 TL taksi parası ödemiş. İki kişinin Business Class İstanbul-Bodrum gidiş-dönüş biletinin 5 bin lirayı bulduğunu öğrendik. Havalimanlarının oto parklarında yer bulmak imkansızdı.

Yazının Devamını Oku

'3. Yol Hareketi'

23 Ağustos 2018
CHP bir yandan yerel seçim hazırlıklarına devam ederken bir yandan da parti içerisindeki bütünlüğün sağlanmasına dönük yeni bir hareketin başlatıldığı kulislere konuşulmaya başlandı.

CHP’nin 9 Eylül’deki kuruluş gününde Ankara’da yapılacak büyük toplantıda ‘3.Yol Hareketi’ kamuoyuna duyurulacak.

Burada ne ‘Kemalcilik’ ne de ‘Muharremcilik’ var... Kişisel isimler üzerinde bir lider arayışı ile CHP’nin kendi iç sorunlarını çözemeyeceği görüldüğünden bu kısır döngünün dışına, ‘fabrika ayarlarına’ dönülmesi esas hedef olarak gösteriliyor. Strateji yeni kadro, yeni program ve yeni tüzük üzerinden şekillendirilecek. Kolektivist bir anlayışla birlikte “Ortak aklın ürünü kararların alındığı, Türkiye ve dünya gerçeğinin süzgecinden geçirilerek duygusallığın ötesinde bir mantığa ve ülke çıkarlarına dayalı, tabii ki Atatürkçü politikaları benimsemiş bir yapı...” deniyor.

Harekette yer alan isimler henüz ortaya atılmak istenmiyor.


Yazının Devamını Oku

‘Uras’ın fabrikası’

22 Ağustos 2018
MÜZAYEDECİ ve küratör, Güngör Uras’ın yakın dostu Raffi Portakal yazıyor:

“Güngör Uras dostumuz ‘Ayşe Teyze’ ve ‘Ali Rıza Amca’ tiplemelerini yaratırken kendine de ‘saf ve bâkir Anadolu çocuğu’ demeye devam etti.

Her türlü emeğe hep inandı, üretime hep saygısı vardı. Gittiği lokantalardan çalışanların aşçıbaşına kadar isimlerini alır, not eder, yazılarında onlardan bahsederdi.

Bir fabrika gibiydi Güngör Uras.

Andy Warhol’dan alıntılayarak “The Factory” diyelim. Durmaksızın fikir üretir, değerli fikirler verirdi. ‘P Dergisi’ne dair tavsiyeler verirdi. Bu arada uygulamazsam veya gecikirsem fırçasını da eksik etmezdi. Onu kaybettik, göçtü dünyadan ruhu. Ama emeğe, üretime, insana verdiği değer bana sorarsınız hiç unutulmayacak. Yazdığı kitaplar ortada duruyor. En son gününe kadar günlük yazılarını eksik etmedi ve hatta Temmuz 2018’de ‘İndir Faizi Bindir Faizi’ adlı son kitabını çıkardı.

Ayşe Teyze ve Ali Rıza Amca diler misiniz bugünkü törene gelsinler...

Belki de gerçekten vardı Ayşe Teyze ve Ali Rıza Amca...”

TARİHE NOT DÜŞMEK...

-

Yazının Devamını Oku

Depreme hâlâ hazır değiliz

17 Ağustos 2018
TÜRKİYE bugün 19 yıl önceki Marmara depreminden daha iyi durumda değildir.

Yer seçimi kararlarında, yapı tasarımı, üretimi ve denetiminde bilimsel, bütünlüklü bir düzen yoktur. Öyle ki sorunlu dolgu alanları, dere yatakları ve kıyılar imara açılmakta, her yere AVM ve gökdelenler yapılmaktadır. Yanlış ulaşım politikaları, yanlış kentsel dönüşüm uygulamaları ve yanlış mega projelerin artması, su yatakları ile yeşil alanlar arasındaki bağların koparılması, sel-su baskınlarının artması, ısı adalarının oluşması gibi olgular depremlerin yıkıcı etkilerini arttırıcı sonuçlar oluşturmaktadır. Bu sorunlara deprem olgusunu ve depremlere dayanıklı yapı stokunu artırma gerekliliğini gözetmeksizin yapılan son imar affı ve depremlerde toplanma yerleri olan alanlardaki hızlı yapılaşma eklendiğinde, ülkemizin depremlere hazır olmadığı anlaşılmaktadır. Bu noktada belirtmek isteriz; yapı denetimi uygulamasını yönlendiren kararlar ve ilgili tüm mevzuatın TMMOB ve bağlı odalar, üniversiteler ve ilgili kesimlerin katılımıyla düzenlenmemesi durumunda ülkemizi yeni büyük sosyal afetler ve yıkımlar beklemektedir.

Depremler ve büyük doğa olaylarına karşı bütünlüklü, sağlıklı, insanca bir yaşam ve çevre için alınması gereken önlemler ivedi bir öneme sahiptir. Depremlere karşı önlemler bütünlüğü, güvenli yapılaşma ve halkın sağlıklı kent ve doğal çevre hakkı için neoliberal piyasacı ve rantçı yaklaşımlar reddedilmelidir. Mevcut Yapı Denetim Yasası’nın öngördüğü ticari yanı ağır basan yapı denetim şirketi ve öngörülen teknik müşavirlik şirketi modeli yerine uzmanlık ve etik niteliklere sahip yapı denetçilerinin etkinliğine dayalı, meslek odalarının sürece etkin katılımını sağlayacak yeni bir planlama, tasarım, üretim ve denetim süreci modelinin benimsenmesi gerekmektedir. 

Yunus YENER - Makina Mühendisi

 

JEOLOGLAR NE DİYOR?

- JEOLOJİ Mühendisleri Odası iki uyarıda bulunuyor:

1- Yapı denetimi süreçlerinde jeoloji mühendisliğine yer vermeyen anlayıştan vazgeçilmediği sürece bu ülkede doğa olayları maalesef afete dönüşmeye devam edecektir.

2-

Yazının Devamını Oku