Bu ‘tarih’ büyük tepki uyandırdı ve çeşitli soruları gündeme getirdi.
Mevcut PM ve MYK üyeleri kendilerini kurtarmak için alelacele kongre tarihini belirledi. Önemli soru şu: “Bakalım Kılıçdaroğlu kimlerin iplerini çekecek! Ya da çekmeye cesaret edebilecek!”
“İktidara gideceğini” sık sık yineleyen CHP’nin tarihinde ilk kez ‘seyircisiz’ kurultay kararı alması hayli şaşırtıcı oldu.
Davetli sayısının ‘kısıtlı’ olacağı, aynı şekilde kalabalık gazeteci gruplarının da ‘serbestçe’ ve ‘torpilli’ olarak bahçeye sokulmasının önüne geçileceği konuşuluyor.
CHP’nin geçmişte ‘ağır topu’ sayılan bir siyasetçi bakın ne diyor:
“AKP ve MHP kongrelerini yeni yıla ertelerken, CHP neden acele ediyor? Neden korkuluyor? MYK üyeleri yeniden listeye girememekten mi endişe ediyor? Şunu da söylemem gerekiyor: Bu makamlar ‘ballı börek’ değildir, Kılıçdaroğlu kadrolarını yenilemelidir ki bu kavgalar ve dedikodular partiyi daha fazla yıpratmamalıdır.”
Kurultayda 1188 delegenin oy kullanması bekleniyor.
Milletvekilleri, 11 büyükşehir belediye başkanı, PM üyeleri ve doğal delegelerle bu sayının 1400’leri geçeceği belirtiliyor.
“Her şey çok güzel olacak” kampanya şarkısı bize bir yıl öncesinin ‘mücadelesini’ hatırlatıyor. “Tarih yazdık”, “demokrasi zaferi” ve “demokrasinin altın sayfaları” denilince büyük bir alkış kopuyor. Alkışlayanlar kimler? CHP’nin genel başkan yardımcıları, İstanbul milletvekilleri ve belediye başkanları... CHP ve İYİ Parti İstanbul il başkanlarının takdiminden sonra, önce Meral Akşener’in sonra da Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘yumuşak üsluplu ve saygılı’ mesajları epey alkış alıyor. Her iki liderin “İstanbul çok güzel olacak” sloganları kullanmaları, ‘kardeşliğin’ ortak parçası sayılması birliktelikte bir ‘çatlak’ olmadığının göstergesi gibi geldi bize...
UNUTMADIK
Çok şey anlattı İmamoğlu, bazı sözlerinde ‘küslüğe’ benzer imalar fark ettik.
Başkan İmamoğlu konuşmasında, manipülasyonların, gayriciddi oyunların, yalan haberlerin, antidemokratik baskıların, YSK’nın tavrının unutulmaması gerektiğini; buna 16 milyon ve ‘millet ittifakı’nın gereken cevabı verdiğini söyledi ve şöyle devam etti:
“İstanbul ‘eşitlik, dayanışma ve üretim’ kavramları üzerinde yükselecektir.”
Bu kitabın İstanbul için tam bir ‘belge’ niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz.
İSTANBUL İÇİN ÜÇ TEHDİT VAR
İmamoğlu’nun bütün konuşmasının içeriği bir yıllık süreyi kapsıyordu.
Gıda tüketiminin en çok olduğu büyük şehirlere yüzlerce kilometre uzakta yetiştirilip gönderilen tarımsal ürünlerin tedarik zincirlerinin herhangi bir salgın hastalık, deprem ve savaş çıktığında her alanda zora girdiği ve bunun da toplumda büyük panik yarattığı artık bir gerçek.
Eski ANAP milletvekili, Garbiyat Enstitüsü Başkanı Yalçın Koçak’ın ekibiyle birlikte planlayıp ana hatlarını oluşturduğu ‘Meradan Seraya’ isimli projenin tanıtma toplantısı, hafta sonu Avrasya Bir Vakfı’nın Küçükçekmece’deki merkezinde yapıldı. Bu projedeki temel amaç İBB ile başlayıp sonradan diğer belediyeleri de içine alacak, şehir halkının gıda güvenliği sağlayacak sağlıklı bir temel gıda üretimi yapılanmasına gidilmesi.
Bununla ilgili yapılan birinci tanıtım toplantısında çizilen projenin ana hatlarını özetle şöyle özetleyebiliriz:
Şehirlerde ve yakınlarında kurulan modern seralarla, yine şehirlere uzak olmayan mera veya meraya çevrilebilecek arazileri koruyup ıslah ederek, burada doğal şekilde hayvancılık yaparak ve ürünlerini entegre bir şekilde kolayca şehirlere ulaştırabileceğimiz bir sistemin yanında, modern teknolojilerle donatılmış seralarla ve belediyelerle işbirliği yapıp bir gıda ağı oluşturularak temel gıda tedarikini güvence altına alırken halkımıza daha sağlıklı ürünler sunmak.
KOOPERATİFÇİLİK ŞART
Bütün bu organizasyonun yanında, kooperatifçilik de en önemli payı alıyor. Projenin öncüsü Yalçın Koçak sunum konuşmasında tarımın en büyük sorunlarının, kooperatifçilikten uzaklaşmamız, bol miktarda zehirli kimyasal tarım ilaçları kullanmamız ve organizasyon eksikliğimiz olduğunu dile getirerek, ‘Meradan Seraya’ projesinin amacının organize bir şekilde kooperatifçiliği merkeze alan, kontrollü ve iyi tarım yaparak şehirli halka 12 ay ucuz, sağlıklı taze gıdayı ulaştırmak olduğunu belirtti.
Konuşmacılar arasında bulunan, yıllarını sera yetiştiriciliğine vermiş, modern sera teknolojilerini başarıyla uygulayan Kazım Sarıkaya, verimsizleşen topraklar; dolu, sağanak, sel, kuraklık, aşırı sıcaklık gibi iklim şartları derken tarlaya ekilen ürünün akıbetinin hesabının yapılamadığını; Hollanda’da olduğu gibi tarımsal üretimin artık daha güvenli ve öngörülebilir sera üretimine kaydığı; Türkiye’nin modern sera üretimini gündemine alarak geleceğe doğru yatırım yapmasının önemli olduğunu detaylarıyla anlattı. Yılların verdiği tecrübesiyle girişimcilere ve bu projeye yardımcı olacağını belirtti.
Diğer konuşmacı da sizin de bu köşeden tanıdığınız; tarım, gıda, ekonomi, tarih gibi çeşitli konularda kitapları olan ve
Erdoğan ve Koca günlerdir uyarıyor: “Maske, sosyal mesafe ve hijyen...” Bu üçlü medeni bir kişinin kolayca yerine getirebileceği önlemler ama olmuyor, olmuyor. Bırakın Türkiye’yi, Almanya’da bile yapamıyoruz. Haberlerde duymuşsunuzdur. Berlin’de Türk kökenlilerin yoğun olarak yaşadığı semtlerden Neukölln’deki bir apartmandaki 54 kişide koronavirüs tespit edilmesi üzerine mahalle karantinaya alınmış.
Bakan Koca’nın dediği gibi, kara göründü ama rehavete kapıldık birden, azgın dalgalar bizi atıyor.
Ülkenin ikinci bir dalgaya tahammülü kalmadı.
Bu önlemler, bilhassa da maske takmak artık ‘zorlama veya ceza’dan korkup değil gönüllü olarak yerine getirilmeli. Bu artık bir ‘vatan görevi’ olarak algılanmalı. Maske insanın kendisini değil, karşısındakini koruyor. Her kim ki maske takmıyor, o etrafındakilerin sağlığını tehlikeye atarak aramızda dolaşıyor.
Almanya, önceki günden itibaren Türkiye’yi de riskli bölge olarak kabul etmiş. “Geleni karantinaya alabilirim” diyor. Bu turizme darbe ama sadece Almanya’ya kızarak düze çıkamayız.
Onun için maske takmak, sosyal mesafe, hijyen için ‘vatan görevi’ diyoruz. Almanya’daki dostlarla konuşuyoruz. Almanya günlük bulaşı sayısını üç yüzlere indirmiş. R sayısı 0.7’lerde. Bize bakıyoruz, gösterge yukarı doğru...
1 Temmuz’da AB dönem başkanı Almanya olacak. Merkel ne yapacak bakalım. Bulaşı azaltmak için Türkiye için büyük bir sınama olmalı. Merkel, Almanya’da mesafe ve maske kurallarına uyulduğunu, ekonomik önlemlerin de etkisini göstermeye başladığını yineledi. Almanya’daki dostlarımız da teyit ediyorlar. Almanya’da postane işleten bir dostumuz “Kimseyi uyarmaya gerek yok. Bugüne kadar içeri maskesiz giren olmadı. Kimse ‘İdare et’ vesaire demiyor” dedi.
Unutmayalım ki gelecekte ülkelere not verilirken yeraltı zenginliği, doğal güzelliği, askeri gücü gibi kriterlerin yanı sıra salgın gibi tüm insanlığı etkileyen anlarda halkının davranışı, organize olup olamadığı, insanlığa katkısı da etkili olacak.
Zeytin ağaçları artık çiçekten daneye dönmek üzere. Dünyada en önemli zeytin-zeytinyağı merkezi burası; Ayvalık bir başka...
“Ayvalık tanıtım günleri mi” diye soracak olursanız, bu güzel kent artık bunları çoktan aşmış... Ayvalık’ın akılcı, üretken, paylaşımcı ve katılımcı projelerin peşinde olması gerekiyor. COVID-19’dan sonra ‘yarınki dünya’da tanınması gerekiyor Ayvalık’ın...
Ayvalık Belediye Başkanı, balkan kökenli Mesut Ergin, korona sonrası oluşacak turizm şekillendirmesinde öncü olmak istediklerini söylüyor. Belediye olarak geleceğin yeni yaşam biçimleri, tüketici profilleri ve talepleri doğrultusunda değişen ve gelişen dünyamızda ‘Model Ayvalık’ anlayışıyla, turizm sektörü ile el ele kalıcı projelere imza atmak istediklerini söylüyor. Ayvalık’ta ciddi bir proje ortaya atıyor.
Özetle, ‘zinde ve sağlıklı’ yaşamın altyapısına vurgu yaparken, Almanya’dan Türkiye’ye bu turizm projesini kazandırmak için gelen uluslararası turizmci, 45 yıllık Almanyalı Hüseyin Baraner, korona sonrası tüm parametrelerin Ayvalık için büyük bir nimet oluşturduğunu anlatıyor gazeteci ve siyasetçilere.
Türkiye’de pandemiden sonra ilk akılcı hareketin Ayvalık’ta başladığını söyleyen Baraner, gurme-sağlıklı beslenme konularının ‘değişen ve dönüşen’ yeni dünya piyasalarında çok verimli, kâr getirici ve güçlü bir sektöre dönüşeceğinin altını çiziyor.
TURİZM ALFABESİ
“Turizmin alfabesinin yeniden yazılması gerektiğini” söyleyen Baraner, eski söylemlerle, iddialı tahminlerle artık bir yere varılamayacağını; bunun yerine özellikle ‘ortak akıl’ ile geliştirilen sahici, saf, sağlıklı ve toplum ile paylaşılan projelerin çağının başladığını şöyle örnekledi:
“Müşteriler janjansız, süslemesiz, katkısız saf ve temiz ürünler arıyor artık... Hatta tabaktaki yemeğin nereden geldiğini bile artık öğrenmek istiyor. Tüm Anadolu toprakları turizm için doğal bir platform. Bu anlamda turizmde başlatılan ‘Model Ayvalık’ hareketi tüm sektör için yeni bir heyecanın başlangıcı olacaktır.”
“Beynin istediği ama vücudun yapamadığı şeye yaşlılık denir. Yaşlanma durumu, ister istemez beynin fiziksel olarak küçülme durumu. 60 yaşından sonra senede %4 oranında beyin küçülür. Elkhonon Goldberg, ‘Bilgelik Paradoksu’ kitabını yazdı bu konuda. Beyin uzmanı, kendi laboratuvarında yapılan bir çalışmaya gönüllü oluyor. MR’lar çekiliyor inceleme için, bir bakıyor beyni küçülmüş! ‘Ne oldu bizim beyine’ diye düşünüyor. Paniğe kapılıyor; ‘Beyin bu kadar ufalmış ama hala kararları ben veriyorum, projeler üretiyorum, gençlere bir şey söylüyorum aydınlanmış olarak geliyorlar’ diyor. Donanım bu kadar küçüldü de benim kafam nasıl hala çalışıyor diye düşünüyor.
Özetle yaşlanma dediğimiz şey biyolojinin doğal bir süreci, biyolojide bir şey varsa bunun bir faydası olmalı.
Hayvanlar aleminde bazı gençler bazı yaşlıları korurlar avcılardan. Sürü bir yere göçeceği zaman yaşlı, bilge olanlar uzun uzun bir yere bakıyor, yaşanmışlıkla nereye gidilir, yemin, suyun, şartların iyi olacağı yeri biliyorlar. İnsanlarda da yeni bir şeyler öğrenebilme kapasitesi zayıflarken parça parça bilgileri birleştirip onlardan büyük anlamlar çıkarabilme bilgeliği artış gösteriyor.
HEKİM, HAKİM, HAKEM
Bizim kültürde buna ‘hikmet’ deniyor. Doğru ile yanlışı birbirinden ayırabilme. Hekim, hakim, hakemlere dikkat edin çalıştıkları konular nevi şahsına münhasırdır. Davalarda, sağlıkta, maçlarda önüne gelen konu, bir daha asla aynı şekilde tekrar etmeyecek tek konudur. Bu üç meslek grubuna tekrarı olmayan bir konuda ‘içtihat’ yaptırıp karar verdiriyoruz. Bu insanların hepsinin bilge olması gerekiyor. Bu yetenek yaşanmışlıkla olur, diplomayla olmaz, beynin böyle bir özelliği var.
Bugün dünyadaki gelişmiş ülkeler başta olmak üzere yaşlılarımızı bakımevlerine kapatıyoruz. Onları eve kapatıp her nesilde hayatı yeni baştan öğrenmeye kalkıyoruz. Bu da bize çok vakit kaybettiriyor.
İslam literatüründe de vardır ‘Yaşlılarımız olmasa belalar üstümüze yağmur gibi yağacak’ diye...
O bilgelikten istifade etmeyi unutmamamız gerekiyor.”
“2019 Ağustos’unda fındık sezonu TMO’nun 16.5 TL’lik fiyatı ile başladı. Kabuklu fındığın 26 liraya kadar çıkması da bir ‘rekor’ sayıldı. Üretici ciddi para kazandı diyebiliriz buna... Ancak küresel firmalar hemen piyasada ‘oyunlar’dan geri kalmadı ve fiyatları düşürmek için çeşitli manipülasyonlara yöneldi. Nitekim fındığı 20.5 TL’ye kadar düşürmeyi de başardılar.”
YENİ SEZON
Evet, yeni sezon sıkıntılı süreçten 2.5 ay sonra başlayacak. Bu sürece kadar pandeminin etkisiyle ciddi bir ‘dalgalanma’ yaşandı piyasalarda. Aslında bu son 10 yılda yaşanmayan ‘iyi’ bir pazardı... Pazarın gelişmesi hangi koşullara bağlı diye sorarsak, en büyük etken ihracat da oldu. Tabii bunun arkasından da ‘rekor’ geldi.
Yöre uzmanlarının hesaplamalarında, bu yılki rekoltenin 550 bin ton civarında gerçekleştirileceği belirtiliyor. Bu durum hava şartlarının uygun olmamasına bağlandı. Bölgede fırtına, dolu ve yağmur nedeniyle dört mevsim yaşandı ve fındık rekoltesinin düşük olacağı hesaplandı. Koronavirüs Avrupa’da fındığa bağlı ürünlerin ihracatında talep patlamasına neden oldu. Özellikle fındık ezmesine aşırı talep oldu, stoklar eridi. Bu yılki rekoltenin 620 bin ton olarak başlayacağı açıklanmışsa da gerçek rekoltenin 550 bin ton olarak gerçekleşeceği belirtiliyor.
MHP Ordu Milletvekili Cemal Enginyurt, pandemiden ve işçi sıkıntısından dolayı fındığa bu yıl 24 lira istedi. Bunun nedeni TMO’nun fiyatının 24 liraya kadar çıkarması oldu. Fındık brokeri Osman Çakmak fındık fiyatları ile ilgili şöyle bir hesap yapıyor:
“Geçen yıl fındık 16.5’dan açılınca 21-24’e kadar satıldı. Serbest fiyatlara kadar 26-28 fiyat buldu... Kaliteli Giresun fındığı ise 28 liraya kadar çıkabilir beklentisi var.”
TOPRAK BAYRAMI’NI BÖYLE KUTLUYORUZ!
Atatürk’ün üzerinde titrediği konulardan birinin dilimiz Türkçe’nin kendi benliğine kavuşması, güzelleşmesi, zenginleşmesi olduğunu söyleyen Ertürk, onun dilimiz için söylediği unutulmaz özdeyişi hatırlatıyor: “‘Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır’. 1932’de TDK kurulur. Özgürce çalışabilmesi için yönetime bağlanmaz. Atatürk, TDK’nın harcamalarını kendi gelirlerinden karşılanması için bir vasiyetname düzenletir.”
TDK, 1983 yılında Kenan Evren tarafından bir devlet dairesine dönüştürülürken, o amaçları benimsemiş kişilerce Dil Derneği’nin kurulduğunu ve eski TDK’nın boşluğunu doldurmaya çalışıldığını anlatan Nusret Ertürk, Konfüçyüs’e (551-479) söz verilmezse konunun eksik kalacağını anlatıyor:
Bilgeye sorarlar: “Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsanız ilk ne yaparsınız?”
Konfüçyüs, “İlk dilden başlarım” diye söze girer:
“Çünkü dil kusurlu olursa sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa yapılması gereken işler doğru yapılamaz. Görevler yapılmazsa töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa adalet yanlış yola sapar. Halk şaşkınlık içine düşer. Hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”
Anlaşıldı mı? TDK yöneticileri, onlara emir verenler, yazım kılavuzunu basmamakla ne yapmak istiyor.
GÜNÜN SÖZÜ
PARTİ KOLLUĞU