“Hemen hemen her eğitim sistemi başarıya çok odaklı. Öğrenciler illa başaracak. Başarmak üzerine, ana-baba, mahalle baskısı var. Çocukların başarısızlıktan ödü patlıyor. Özgürlüğün olmadığı bir ülkede yaratıcılık da olmaz ve Türk eğitim sistemi hiçbir şekilde özgür değil. Militarist bir eğitim sistemimiz var. Okul binalarına bak, resmen hapishane. Demokratik bir ülkede eğitim bakanlığı, MEB bile değil, hükümetlerden, ideolojilerden bağımsız olmalı.
Bir üniversitede matematik, felsefe, sanat mutlaka olmalı. Çünkü bunlar meslek değildir. Bir varoluş ve düşünme biçimidir. Belli bir işe yaramaz. Hiçbir işe yaramadığı için her şeye yarayan dallardır bunlar. Ama toplumda prim yapmazlar, para kazandırmazlar, bunlar meslek değillerdir.
Bunların desteklenmesi gerekir. Temel bilim olmadan teknolojik gelişme olmaz. Türkiye bir mühendisler ülkesi. TÜBİTAK’ı da maalesef mühendisler ele geçirmiş. Bilimsel gelişmeyi teknolojik gelişme olarak algılıyorlar. Tek amaçları elektrikli araba yapmak. En sonunda yapacağım bir tane elektrikli araba, önlerine koyacağım. Toplum çok değişti. Sürekli internet, televizyon, cep telefonu... Hep bir dış etken var. Çocuklar hiç yalnız kalamıyor. Oysa düşünmek demek yalnız kalmak demektir. Temel bilimlerde iyi olmak için zeki doğman gerekmiyor, yoğunlaşabilmen gerekiyor. Temel bilimlerde, mantıkta, matematikte iyi olmak bu konuda çalışmaktan değil yazmaktan ve okumaktan geçer. Bana anne-babalar ‘Ne yapalım çocuğun matematikte gelişmesi için’ dediklerinde; bol bol kitap okusun, spor yapsın, sıkılıncaya kadar tek başına kalsın derim. İnsanın kendi zihninden zevk almayı öğrenmesi lazım.”
GÜNÜN SÖZÜ“MEMLEKETİN yarısı düşünmekten uyuyamıyor, diğer yarısı da uyumaktan düşünemiyor.” Ersoy ÖNGÜNCHP’de ince taktikler hoş karşılanmıyor‘MEZHEPSEL DARBE’
CHP’de, partiye yakışmayan şeyler oluyor. Yine rollerde İmamoğlu ve Kaftancıoğlu yer alıyor.
Anlatılanlara göre, Ekrem İmamoğlu kendisine yakınlığı ile bilinen ve babasını kaybeden Sultanbeyli İlçe Başkanı Hayati Bozkaya’ya beş gün önce taziye ziyaretinde bulunuyor. Bu arada “Bizi niye çağırmadınız” diye Bozkaya’ya tepki gösteren 9 ilçe yönetim kurulu üyesi istifalarını veriyor. Toplu istifa nedeniyle yönetim düşmüş oluyor. Bu arada duruma müdahil olan il başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun istifaları hemen kabul etmesi dikkat çekiyor. İstifaların hiç olmazsa bir gün sümen altı edilmemesi krize sebep oluyor. Birçok üye ‘ince taktiklerin’ partiye yakışmadığını söylüyorlar. İlçenin düşmesi nedeniyle tepkili olan ilçe başkanı Hayati Bozkaya, sosyal medyadan yaptığı açıklamada “Sultanbeyli’de yakalamış olduğumuz siyasi ivmeyi bu arkadaşlar çıkarları ve menfaatleri uğruna aşağı doğru çekmişlerdir” diyor.
CHP, Sultanbeyli’de ilk defa meclis üyesi çıkarmıştı. Bunun yanı sıra istifacılardan 5’inin de Ataşehir Belediyesi’nde çalıştığı gündeme getirilmişti.
Sultanbeyli, Kars, Ardahan ve Iğdır Derneği de bir açıklama yaparak istifaları “
Dünkü grup toplantısında, herkesi ‘işbirliğine’ davet etti. Onlar-bunlar diye diye bugünlere geldi ama bugün, ‘toplumsal sözleşme’ için kimseyi dışlamıyor, en azından görüntü öyle.
Ortak noktaların varlığından bahsediyor, farklı düşünceler için de bir uzlaşma süreci öneriyor.
Cumhur ittifakı üzerinden bütün Türkiye’ye ayar vermekten vazgeçmiş bir hali yok ama anayasa konusunda paydaş görünenlere çiçek atıyor, tatlı sos olarak da Cumhuriyet’in yüzüncü yılına vurgu yapıyor.
Özetle, muhalefete “Zamanının en modern devlet projesi olan Cumhuriyet, muhtelif denemelere rağmen şöyle dört başı mamur bir anayasa yapmayı beceremedi, biz cumhur ittifakı olarak bu işe sıvandık, bir el atın” demeye getiriyor.
Sanırsınız, ‘aküsü boşalmış bir araba’ koca Cumhuriyet, elbirliği ile yokuş aşağı vurdurulup çalıştırılacak.
Adalet Bakanı, “1921 Anayasası’nın ruhu ile Cumhuriyet’i taçlandıracağız; her inancın, her anlayışın yansıtıldığı bir toplumsal sözleşme” müjdesini vermiş!
Tarih konusunda bir yanılgı var gibi, neden 1924 (Cumhuriyet sonrası) Anayasası değil de Cumhuriyet öncesi 1921 Anayasası referans alınıyor net değil, ayrıca madde içerikleri bakımından, hedeflenen uzlaşma ve bugünkü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile hiç alakası yok.
- İcra kudreti ve teşri selahiyeti; milletin yegane ve hakiki mümessili olan TBMM’de tecelli ve temerküz eder. (m. 2)
İşsizlik oranı 0.4 puanlık azalışla yüzde 12.9 düzeyinde gerçekleşti. İstihdam edilenlerin sayısı da bir önceki yılın aynı dönemine göre 1 milyon 103 bin kişi azaldı. İş bulma umudu olmayanların sayısı ise 1 milyon 674 bine çıktı.
TÜİK’in rakamlarına baktığınızda “Oh ne güzel, işsizlik azalıyor” diyebilirsiniz. Ancak enflasyonda olduğu gibi işsizlik verilerinin de günlük yaşamdaki gerçeklerle uzaktan yakından ilgisi yok!
Bu nasıl azalmadır ki hâlâ üniversite mezunu her üç gençten biri iş kapıları yüzlerine kapandığından umutsuzca evde oturuyor... Hâlâ işsizler ordusu İŞKUR’un önünde başvuru kuyruğu azalmıyor... Bu nasıl azalmadır ki hâlâ salgından ötürü kapanan işyerlerinde işlerine son verilenlerin sayısı çığ gibi büyüyor... Bu nasıl azalmadır ki hâlâ işlerini yitirenlere ödenen kısa çalışma ve ücretsiz izin ödeneği alanların sayısı yükseliyor... Belediyelerin önü iş arayanlarla dolu...
Resmi verilerin dışında gerçek işsiz sayısı salgınla birlikte 10 milyonu aştı. Milyonlarca işsiz çaldığı kapıların kapanmasından ötürü umudunu tüketerek İŞKUR’a artık başvurmuyor. Yani TÜİK’in aksine gerçek işsiz sayısı büyümeye ve ürkütmeye devam ediyor. Toplumda o kadar geliri azalan ve işsiz sayısı var ki, her akşam TV ekranlarından izliyoruz. TÜİK’in verileri inandırmıyor, tebessüm ettiriyor. DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu da verilerin gerçek tabloyu yansıtmadığı, işsizliğin daha da derinleştiğini söyledi.
Şükrü KARAMAN
GÜNÜN SÖZÜ“DÜŞÜNCEYE düşünceyle karşı çıkılır, cezayla değil.” İoanna KUÇURADİ
BELTUR’A BİG CHEFS’TEN GENEL MÜDÜR
İBB
Birleşmiş Milletler 2021 yılını ‘Uluslararası Meyve ve Sebze Yılı’ ilan etti. Bu yıl beslenmede meyve ve sebzenin öneminden, üretimden tüketime çalışmalar yapılacak, etkinlikler düzenlenecek. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre insanların günlük ortalama en az 400 gram meyve, sebze tüketmesi öneriliyor. Ocak ayı istatistiğine bakıyoruz, işlenmemiş gıda yani yaş meyve ve sebze fiyatları yıllık bazda yüzde 10.22 yükselmiş görünüyor. Gerçekte bunun da daha yüksek olduğu muhakkak.
Yine verilere bakarsak Türkiye, dünya sebze üretiminde 4. sırada, meyve üretiminde 5. sırada görünüyor. Buna göre, ülkemiz ‘sebze ve meyve ambarı’ olmalı. Ama bu fiyatlarla ne doğru dürüst alıp tüketebiliyoruz, ne de bu potansiyeli ülke olarak yeterince değerlendiriyoruz. Bu sütunlarda tarım ve gıda konularına sıkça yer veriyoruz. Üreticiden, tüketiciden aldığımız mesajlara bakılırsa hem üreten, hem de tüketen şikâyetçi.
TARLA İLE MARKET FARKI
Hangisinin penceresinden bakarsanız bakın, herkes kendine göre haklı. Kimse bu durumdan memnun değil. Çünkü tarla ile market arasındaki fiyat farkı, ekonominin kurallarıyla izah edilemeyecek derecede yüksek. Halk, haklı olarak sebze ve meyve fiyatlarındaki ‘hızlı artışı’ sorguluyor. Üreticiler de haklı olarak sattıkları ürünlerin marketlerdeki yüksek fiyatlarına aynen tüketiciler gibi anlam veremiyor. Üretici, örneğin 1 liraya sattığı domatesin İstanbul’a gelinceye dek 7-8 lira olmasına şaşırıyor.
Kurulan ‘Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları Analiz Müdürlüğü’ bu konuda çalışacak. 8 Şubat’ta faaliyete geçen bu müdürlük bakalım ne rapor verecek, göreceğiz. Biz de takipçisi olacağız. Üreticinin daha çok kazanacağı ama tüketicinin de daha makul fiyata satın alabileceği bir sistem bulunmalı. Yoksa tek bir ürünü alıp kamu aracılığıyla veya belediyeler aracılığıyla satmak çözüm getirmez. Makul fiyata bir litre ayçiçeği veya bir adet ekmek almakla sorun çözülmüyor. Ne üretici, ne tüketici bu durumdan memnun değil. Ekonomi yönetimi de hoşnut değil, çünkü enflasyon sepetinde gıda fiyatları ve özellikle yaş meyve ve sebze fiyatlarındaki artış enflasyon artışına da yol açıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da konuya bizzat el atması boşuna değil.
GÜNÜN SÖZÜ
“AKP’yi sorguladık diye terk edildik. Siyaset doyma ve doyurma yeri değildir. Tüm kurumlara zarar verildi, dış politikada kimliğimizi unuttuk.” Kemal ALBAYRAK - AKP kurucusu
CİNAYETE YASAL KORUMA SAĞLANAMAZ
“Sigara bağımlılığını artık bir hastalık olarak kabul ediyoruz” diyen Prof. Kılınç, “Sigara bağımlılığı, istendiği zaman terk edilen bir durum, basit bir alışkanlık ya da sosyal bir davranış değildir. Yüksek tansiyon, şeker hastalığı, verem gibi tedavisi mümkün olan bir hastalıktır. Sigara bağımlılığı sağlık çalışanları tarafından müdahale edilirse, bilimselliği kanıtlanmış etkili ilaçların yardımıyla kolayca tedavi edilebiliyor. Tüm tütün mamulleri, elektronik sigara ve diğer ısıtılmış tütün ürünleri de dahil, güçlü bir bağımlılığa yol açan nikotin içerir. Maalesef nikotin bağımlılığı, diğer eroin, kokain gibi madde bağımlılıkları ile eşdeğer bir bağımlılıktır” dedi.
ALO 171’İ ARA
Prof. Dr. Oğuz Kılınç “10 sigara içene sorduğunuzda 7’si ‘Sigarayı bırakmak istiyorum’ diyor. Ancak bu 7 kişiden sadece 3’ü sigara bırakmak için herhangi bir girişimde bulunuyor. Hastaların kendi kendilerini bağımlılıktan kurtarması 100 kişiden 3-4’ünde mümkün olabiliyor. Gerekli etkili tedaviler uygulanırsa tütünden kalıcı olarak kurtulma oranı yüzde 30’a kadar çıkabiliyor” diyor.
ALO 171’i arayarak en yakın sigara bırakma polikliniğinden randevu alın ve sigaradan elinizi çekin!
GÜNÜN SÖZÜ
“CHP’li arkadaşlarla yolumu ayırıyorum. FETÖ’cülerle, Soros’çularla yolumu ayırıyorum. Henüz bıyıklarım terlememişti, o zaman dağlara taşlara CHP ve Karaoğlan yazan bir gençtim. O zamandan beri Atatürkçüyüm, Cumhuriyetçiyim ve kurucu değerlere sahibim. Türkiye sahipsiz değildir. Girin koluma.” Muharrem İNCE
PANDEMİ BAKLİYATIN ÖNEMİNİ ORTAYA ÇIKARDI
Türkiye’de santral bazında sağlık etkilerini ve buna bağlı maliyetleri hesaplayan ilk çalışma olan rapor, kömür santrallarının yarattığı kirliliğin her yıl 53.6 milyar TL’ye yakın sağlık maliyetinin olduğunu ortaya koyuyor. Bu ise toplam sağlık harcamalarının yüzde 27’sini oluşturuyor. Rapor aynı zamanda kömürlü termik santralların yarattığı hava kirliliğine bağlı olarak her gün 13 kişinin hayatını kaybettiğini ortaya koyuyor ve aralarında filtreli santralların de bulunduğu en kirli 10 termik santralı açıklıyor.
- 2019’da Türkiye’de işletmede olan linyit, taş kömürü veya asfaltit kullanan 28 adet büyük elektrik santralını (100 MW ve üzeri kurulu güce sahip) inceleyen raporun başyazarı, HEAL Türkiye Sağlık ve Enerji Politikaları Kıdemli Danışmanı Funda Gacal, “2019’da Türkiye’nin sağlık harcamaları 201 milyar TL olarak açıklandı. Bu meblağının yüzde 27’si ise kömür kaynaklı sağlık sorunlarına harcandı” diyor.
KRONİK VE AKUT
Kömürlü termik santrallar, pek çok kronik ve akut hastalığın nedeni. 2019’da bu santrallar Türkiye’de 26 bin 500 çocuk bronşit vakası, 3 bin erken doğum, 3 bin 230 yetişkin bronşit vakası, bununla birlikte 11 milyon 300 bin hasta geçirilen güne ve hastalık nedeniyle 1.4 milyon iş günü kaybına neden oldu.
Kömürlü termik santralların yol açtığı erken ölümler de raporun temel bulguları arasında yer alıyor. Buna göre, 2019 yılında bu santrallar yaklaşık 5 bin erken ölüme neden oldu, yani günde ortalama 13 kişi kömürün yarattığı kirlilik nedeniyle hayatını kaybetti. 19 GW’lık mevcut kurulu kömür gücüne ek olarak toplam 33 GW’lık 30 yeni kömürlü termik santral projesi bulunuyor.
FİLTRE TAM ÇÖZÜM DEĞİL
Raporun başyazarı Gacal, kömürlü santrallarda en iyi filtre sistemlerinin dahi bacalardan yayılan hava kirleticilerini yalnızca bir noktaya kadar azaltabildikleri için kronik hava kirliliğine çözüm olmuyor. Halk Sağlığı Uzmanları Derneği’nden (HASUDER) Yrd. Doç. Dr. Melike Yavuz, kömürlü termik santrallar başta olmak üzere tesis bazında hava ve suyu kirleten tüm emisyon verilerinin kamuya açılması gerekiyor. Bazı öneriler de şöyle:
“Mevcut ve eskimiş kömürlü termik santralların en kısa sürede kapatılması ve yenilerinin inşa edilmemesi. Sağlık ve çevre etki değerlendirmeleri ile bilinçli enerji seçimleri yapılması. Enerji sektöründe şeffaf bir raporlama sistemine geçilmeli, sağlık istatistikleri kamuya açılmalı. Enerji, iklim ve temiz hava konularının görüşülüp, karara bağlandığı yerlerde sağlık aktörlerin yer almalı.”
Ancak engel olmak yerine İstanbul, Ankara, İzmir örgütlerine dayatmalı il başkanları atandı. Yetmedi, kurultay alelacele yapılarak sağlıklı bir değişimin önü kapatıldı. Ve yok hükmünde bir kurultay yapıldı.
Arkasından eski MYK yapısı neredeyse aynen korundu. Seçilemeyen MYK üyeleri “danışman” adı altında yeniden atandı. Adeta kurultay sonuçları yok sayıldı.
Daha önemlisi, tepki çeken Oğuz Kaan Salıcı ve Seyit Torun gibi isimlerle eski MYK üyeleri yeniden atandı. Yalnızca Canan Kaftancıoğlu ve Oğuz Kaan Salıcı isimlerinde ısrar edilmeseydi belki CHP’de bu kadar tepki olmazdı. Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’nun desteğine rağmen Kaftancıoğlu il kongre delegelerinin yarısının bile oyunu alamadı.
Ne Kaftancıoğlu’nun ne Salıcı’nın ne de söylendiği gibi ‘10 Aralık Hareketi’nin CHP’de bir gücü ve karşılığı yok. Kılıçdaroğlu’nun ısrarlı çabalarıyla varlar. Bugün yönetimden alınsalar, yarın selam verenleri olmaz. Peki, Kılıçdaroğlu bu isimler üzerinden kriz yaratacağını bile bile bu isimleri neden yönetimde tuttu?
Yoksa Kılıçdaroğlu CHP’de bir ayrışma için durumu fırsata mı cevirdi?
GÜNÜN SÖZÜ
“ZAMAN
Aşı merkezleri şimdilik kapandı. Almanya’da dün itibarıyla 57 bin kişi virüs kurbanı oldu. Virüs bulaşan sayısı 2.2 milyon civarında. Alman Sağlık Bakanı Jen Spahn, aynen şöyle demiş: “Temelde Almanya’da Rus ve Çin korona aşılarının kullanımına açığız. Bir aşının üretildiği ülkeden bağımsız olarak güvenli ve etkili olduğu tespit edilirse, pandemiyle başa çıkmaya yardımcı olur.” Bavyera Eyaleti Başbakanı da “Rus ve Çin aşıları da Avrupa’da test edilmeli. Güvenli ve verimli ise bunları da kullanalım” demiş... Bu haberleri duyan Rusya da AB’ye ikinci çeyrekte 100 milyon doz ‘Sputnik V’ aşısı sağlayabileceğini, aşının onaylanması için Avrupa İlaç Ajansı’na başvuru yapıldığını duyurdu. Merkel eyalet başbakanları, sağlık bakanları ile ‘aşı zirvesi’ yapıyor. Ancak açıklamalara göre, zirveden pek bir şey çıkmayacağı söyleniyor.
Manzaraya göre, galiba biz Avrupa’ya göre daha iyiyiz diyebilir miyiz?
GÜNÜN SÖZÜ
“KEMALİZM milli ve evrensel bir ideolojinin adıdır. ‘Sosyal demokrasi’ ise beynelmilel ve gayrimilli bir doktrinin adıdır.”
Tahir ÇALGÜNER
‘MİTOLOJİNİN OĞLU’NU UĞURLADIK
“ŞADAN Gökovalı’ya arkadaşım, oğlum desem azdır. Çünkü mevcut insanlar arasında beni temadi ettirecek, daha doğrusu temadi ettirmeye en müsait insan odur. Ölürsem ölüm bana galebe çalmamış olacak. Çünkü Şadan var.” (Cevat Şakir)
Balıkçı’nın gözünde ölümsüzlük idi Gökovalı