Paylaş
Bu replik Cuma günü izlediğim “Bizim Markamız Kriz” (Our Brand is Crisis) filminden. Söyleyen ise baş roldeki Sandra Bullock. Yani filmde, Bolivya’daki 2002 başkanlık seçimlerinde Castillo adlı adayın kampanyasını yöneten Amerikalı danışman.
Tamamen gerçeklere dayanan filmde Bullock, başkan adayını olumsuz bir kampanya yürütmeye ikna ediyor. Yani ülkenin büyük bir kriz içinde olduğunu ve halkı ancak kendisinin kurtarabileceğini sürekli tekrarlamasını istiyor. Castillo da bu yöntemle seçimi kazanıyor.
KORKULARIN TANRISI
Filmi izlediğim gecenin sabahına, Başkan adayı Donald Trump’ın basına sızan son ses kaydıyla uyandım. Ve sayesinde güne çakı gibi başladım! Bir gün önce Bullock’tan duyduğum bu sözler de tam yerine oturdu.
Ses kaydında karşımıza çıkan Trump profili, yeni ve şaşırtıcı değil. Bugüne kadar söylediklerini ve yaptıklarını düşündüğünüzde, resmin içine gayet oturuyor. Zaten tam da bu yüzden hemen akabinde yapılan halk yoklamasına göre, değişen pek birşey yok.
Politico adlı Amerikan şirketinin yaptığı ulusal ankete göre seçmenlerin yüzde 39’u, Trump’ın partisi Cumhuriyetçilerin ise sadece yüzde 12’si “Trump yarıştan çekilsin” diyor. Dahası, yarışı hala rakibi Clinton’la başabaş götürüyor.
*
Peki ama biz buraya nasıl geldik? Yeryüzünün en güçlü, “süper gücü” ABD’nin, hem de 2016 yılındaki başkanlık seçiminde seçilme ihtimali yüksek olan adayı, neredeyse bir kadın düşmanı.
Bunun cevabını sadece Amerika’da aramak yanlış olur. Aslında yukarıda alıntıladığım replik, bu cevabın büyük bir kısmını veriyor. Ancak bir farkla: Bu sefer seçmenler hem umut arıyor, hem korkuyor. O yüzden de Trump’a çaresizce sığınıyor.
*
Herşeyden önce, korku bu dönemin ana teması. Amerikalılar 11 Eylül’den beri terörden, İslam’dan, Müslümanlardan korkuyorlar. DEAŞ bu korkularını iyice pekiştirdi. Mülteci dalgası da üstüne tuz biber ekti.
İşte tüm bu korkularını –filmdeki Castillo gibi- bas bas bağıran bir aday, onları rahatlatıyor. Bir nevi terapi gibi. Aynı zamanda da bu korkularını alt edebileceğine inandıkları, güçlü, kudretli görünen bir lider istiyorlar. Yani “savaş zamanı lideri” arıyorlar.
MERKEZ ÇÖKTÜ
Bir diğer sebep de, “merkez çöktü” tezi. Batı’da merkezi temsil eden politikacılar, karşı karşıya oldukları sorunlara çare bulamadılar. Göçmen sorunu, “öteki”nin entegrasyonu, terör, AB üyeliği, ekonomik sıkıntılar... Bu sorunlardan sadece birkaçı.
Cevabı mevcut sistemde bulamayan seçmen de, uçlara savruldu. Çünkü seçmenin ihtiyacına, ancak radikaller karşılık verdi.
*
İngiltere’nin eski Dışişleri Bakanı, İşçi Partili David Miliband bu durumu “küreselleşme”yle açıklıyor. Malum Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte hızla küreselleşen dünya, yerel kimlikleri bastırdı. Bu da hem sağ, hem sol kanatta rahatsızlık yarattı.
Sol görüşlüler, eşitsizliklerin derinleşmesinden muzdarip. Sağ görüşlüler de, kimliklerin aşınmasından. Ve her iki kanat da bu sorunlara karşı bir cevap bulamadı. Trump gibi “aykırılar” da, kolay cevaplar bulacakları vaadiyle ortaya çıktılar.
Bununla birlikte mevcut sistemin bir hayrını görmeyen seçmen, yeni birşey denemek istiyor. Yani Bullock’un dediği gibi, “umut arayan seçmen, yeni olan adamı istiyor”. Bu yüzden hiçbir siyasi tecrübesi olmayan, damdan düşmüş gibi başkanlık seçimine girmiş bir emlak kralının peşinden sürükleniyor. Bush ve Clinton gibi siyasetin çarkından geçmiş, yıpranmış soyadlardan ise sıtkı sıyrılmış durumda.
EYLEM ZAMANI
Washington Post’un kıdemli yazarı Fareed Zakaria ise, Trump fenomenini romantizme bağlıyor. Ona göre politikada her zaman romantizm, yani devrim peşinde olanlar var. Bugünün sorunlarının da, cevabın devrimde olduğuna inananları harekete geçirdiğini söylüyor.
Zira Başkan Obama’nın izlediği pasif siyasetten sonra, halk artık eylem istiyor. “İş bitirici işadamı” olarak gördüğü Trump’ın siyasette de iş yapacağına ve ABD’nin liderliğini yeniden dünyaya ispat edeceğine inanıyor.
*
Son çıkan ses kaydına da bir kadın olarak bir çift sözüm var elbette. Ama kalsın. Kadınlara tacizde bulunduğunu ima eden bir başkan adayının rakibinin kadın olması ve bir kadına karşı yenilme ihtimali, söze mahal bırakmıyor. Artık buna takdiri ilahi mi dersiniz, ne dersiniz... Ya da en iyisi “ilahi Trump!” deyip geçelim.
Paylaş