Paylaş
Geçen yazımızda Elcano Enstitüsü'nün Avrupa'nın geleceğine dönük bazı senaryoların incelendiği raporundan söz etmiştik. Avrupa'nın başarısızlığı üzerine kurulu karamsar senaryo gibi, raporda bir de Avrupa'nın başarısına dayalı iyimser senaryo var. Bu senaryonun temeli başlıca üç gelişme üzerine oturtuluyor.
Birinci gelişme Avrupa Birliği'nin son yıllarda içinden geçmekte olduğu çalkantıların çözümlenmesi ve "çok vitesli" olmasa dahi en azından iki vitesli bir Avrupa modelinin ortaya çıkması. Bir yandan Brexit'in yarattığı yeniden yapılanma, bir yandan eski Doğu Avrupa blokunda yer alıp da AB'ye yeni üye olan ülkelerde görülen populist ve milliyetçi akımların nispeten otoriter rejimlere doğru evrilmeleri AB'nin içinde bir çekirdek grubun kuruluş ilke ve prensiplerine sahip çıkmalarına ve bir Avrupa Federasyonu oluşturmalarına yol açıyor.
Almanya'nın önderliğinde, böyle bir federasyonda yer almaya muktedir ve istekli ülkelerin bir araya gelmeleriyle oluşan bu çekirdek grubun iç halkası Avro bölgesi içinde kalmaya ve makroekonomik alanda istikrarı sağlamak için ayrı bir bütçeye sahip olmaya devam ediyor. Bu iç halkada yer alan ülkeler savunma alanında daha sıkı bir işbirliği geliştiriyorlar. Dış halka ise daha gevşek ve özellikle Serbest Pazar'a odaklı bir oluşum halinde devam ediyor.
İkinci olarak, Avrupa'nın bu şekilde kendini iki katmanlı biçimde de olsa toparlayarak uluslararası alanda yeniden önem kazanması, çok kutuplu sistemin etkin bir aktörü haline gelmesi sonucunu doğuruyor. ABD, her ne kadar NATO içinde Avrupa'ya karşı olan taahhütlerindeki isteksizliği artırsa da, bir süre sonra iki taraf trans-Atlantik ilişkilerin vazgeçilmezliğini kabul etmek zorunda kalıyorlar. Ancak yeni parametreler, Avrupa'nın hem ABD ile hem Rusya ve giderek dünya üzerinde etkinliğini artıran Çin ile işleme dayalı bir ilişki mekanizması oluşturmasına yol açıyor.
Üçüncü gelişmeyi ise, kendini toparlayan ve dünya sahnesinde yeniden bir güç odağı haline gelmeye başlayan Avrupa'nın yükselen bir cazibe merkezi haline gelmesi oluşturuyor. Avrupa artık kuvvet kullanımına dayalı bir çekim merkezi olmaktan çok, yaşam stili, refah düzeyi ve çokuluslu bir uluslararası aktör olma özellikleriyle yarattığı yeni etki alanları üzerinde doğal ortaklıklar geliştirebiliyor, bu sayede hem kendini güçlendiriyor, hem ortaklıklarına güvence veriyor.
Avrupa'nın geleceğine yönelik üretilen çok senaryo var. Yirmibirinci yüzyılın başından itibaren, özellikle de 2008 yılında yaşanan dünya finans krizinin yarattığı ekonomik durgunluk ve daralmanın da etkisiyle, AB projesinin tökezlemeye başladığını ileri süren çevreler çoğalmıştı. Belki biraz klasik bir söylem olacak ama, tarih Avrupa'nın her zaman krizlerden fırsat yaratabildiğini, kendini yenileyerek ve güçlenerek yeniden tanımlayabildiğini göstermiştir.
Dolayısıyla, Brexit üzerine kurulan "AB'nin sonu geliyor" söyleminin de tarihte daha önce yaşanan benzer kriz dönemlerinde olduğu gibi bu defa da gerçekleşmeyeceği belirtiliyor. AB'nin daha homojen ve daha güçlü bir yeniden yapılanmaya doğru evrilmesiyle birlikte, merkezini çekirdek Avrupa Federasyonu'nun oluşturduğu iki, belki daha çok katmanlı bir Avrupa modelinin ortaya çıkabileceği fikri yaygınlaşıyor. Böyle bir Avrupa'nın çekim merkezi olması çok doğal, zira son yılların mülteci krizinin de gösterdiği gibi, gelişmekte olan ülkeler bugünkü zor koşullarda dahi hedef olarak Avrupa yönünü seçiyorlar.
Avrupa'nın geleceğine ilişkin senaryolarda Türkiye'den çok söz edilmemesi dikkati çekiyor. Türkiye için elbette bugün üzerinde durduğumuz iyimser senaryo tercih edilir olmalı. Türkiye'nin Cumhuriyet tarihi ve özellikle İkinci Dünya Savaşı ertesinde uluslararası sistem, uluslararası hukuk ve uluslararası örgütler ile bütünleşme süreci de Ankara'nın yüzünün Batı eksenine dönük olduğunu gösteriyor.
Türkiye'nin AB ile iç halkada bütünleşmesi tam üyelik perspektifi ile uyumlu. Ancak mevcut durum işlem bazında ilişkiler sürdürülen ülkeler grubu içinde kalma, ya da en iyi ihtimalle dış halkaya tutunma olasılıklarının şimdilik daha gerçekçi göründüğüne işaret ediyor.
Türkiye'nin bu algıdan kurtulması, Avrupa'nın geleceğinde vazgeçilmez ve güvenilir bir ortak haline gelebilmesi için hala vakit geç değil. Bu gelişme Türkiye ile AB'nin birlikte geçirmeleri gereken bir sınav sonucunda sağlanacak.
Paylaş