Paylaş
Aslında tüm dünyada böyle bir akım son yıllarda hız kazandı. Bir yandan hidrokarbon kaynaklarının bir gün tükeneceğine dair yadsınamayan gerçek, bir yandan da bu kaynakların kullanılmasının doğaya ve çevreye verdiği zararın geri döndürülemeyecek nitelikte olduğuna dair bilimsel veriler tüm dünya ülkelerini benzer arayışlara yöneltiyor.
Türkiye şimdiye dek rüzgar, güneş ve su gibi enerji kaynaklarını ihmal ettiğinin farkında. Geçmiş dönemlerde bu konuda dile getirilen fikirlere karşı ileri sürülen gerekçe başlangıç için gerekli yatırım maliyetlerinin çok yüksek olması idi. Ancak zaman içinde yapılan hesaplamalarla, başlangıç için yapılan yüksek yatırım maliyetlerinin göze alınması halinde, üretim maliyetinin düşüklüğü sayesinde makul bir süre içinde yatırım maliyetlerinin dengelenebileceği anlaşıldı. Dolayısıyla, bu kaynaklardan enerji üretiminin hidrokarbon kaynaklara oranla orta ve uzun vadede daha ekonomik olabileceği de görüldü.
Son olarak gerçekleştirilen rüzgar enerjisi ile ilgili ihale de bu farkındalığın en önemli göstergelerinden birini oluşturuyor. Geçtiğimiz hafta sonuçlanan ihaleyi kazanan konsorsiyum Türkiye'de 100 milyon dolarlık bir yatırım ile 1000 megavat üretim kapasiteli bir rüzgar enerjisi türbin fabrikası kuracak. Toplam yatırımın beş ayrı bölgede kurulacak santraller ile bir milyar doları bulacağı belirtiliyor.
Türkiye'nin 2017 Şubat ayı verilerine göre kurulu elektrik gücü 78,500 megavatı geçmiş durumda. Bu güncel kurulu güç içinde rüzgar enerjisi ile üretilen elektrik gücü de 5700 megavatın üzerinde. Dolayısıyla, yeni ihale ile kurulacak olan tesislerin Türkiye'nin enerji üretiminde rüzgar enerjisinin payını da önemli ölçüde artıracağı görülüyor. İhalenin en önemli yönünü ise üretilecek elektrik enerjisinin kilovat saat ücretinin 3,48 ABD dolarıyla dünya standartlarına göre alınabilecek en uygun ve düşük fiyat olması oluşturuyor.
İhalenin önemli bir boyutu da kazanan konsorsiyumun ortaklarından birinin Alman Siemens firması olması. İhaleye giren sekiz konsorsiyumun dördünde zaten Alman ortaklar bulunuyordu. Dolayısıyla, Alman ortaklı konsorsiyumların şansı yüksekti. Ancak sonunda gülen taraf Siemens'li konsorsiyum oldu.
Rüzgar enerjisi ihalesini kazanan konsorsiyumun içinde Siemens'in bulunması Türkiye ile Almanya arasında son zamanlarda artan gerginliğin yatışmasına da bir çıkış yolu olarak gösteriliyor. Bu konuda yapılacak yorumlarda biraz daha dikkatli ve ölçülü olmakta yarar var.
Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilerin olumsuz seyir izlemesinin nedenleri ekonomik değil. Alman firmalarının Türkiye'ye yatırım yapmak istememeleri, ya da Türkiye'nin onları engellemesi de değil. Nitekim, bu konuda dile getirilen bazı ileri-geri söylemlerin yersizliği Başbakan Yıldırım'ın Türkiye'de yatırım sahibi Alman şirketleri ile yaptığı toplantıda net olarak belirtildi.
Almanya Avrupa Birliği'nin Türkiye ile olan ilişkilerine baktığında Türkiye'yi elbette yatırım yapmaya değer önemli bir pazar olarak görmeye devam ediyor. Ancak Türkiye'nin AB üyeliği ile ilgili sürecin sadece bir pazar olma özelliği ve çekiciliği üzerine kurgulanamayacağını savunuyor. Almanya, AB'nin değerler bütünü açısından baktığında, Türkiye'de temel hak ve özgürlükler, hukuk devleti ve adalet konularında gözle görülür bir gerileme olduğu düşüncesinde. Bu da Türkiye ile Almanya arasındaki gerginliğin en temel nedenlerinden biri olarak öne çıkıyor. Bu sıkıntının aşılmasının da Siemens'in rüzgar enerjisi ihalesini kazanmasıyla giderilemeyeceğini görmek gerekiyor.
Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, AB'nin Dış İlişkilerden sorumlu yüksek temsilcisi Federica Mogherini'ye gönderdiği bir mektupta AB'nin Türkiye'ye vermekte olduğu yardım fonlarının kesilmesini talep etti. Gabriel, mektubunda Türkiye'nin 2016 yılında karşı karşıya kaldığı darbe teşebbüsünden sonra Avrupa değerlerine bağlılığına gölge düşüren gelişmeler yaşadığını, tartışmalı bir referandum süreci geçirdiğini ve idam cezasını yeniden kabul etme ihtimali olduğunu dile getirdi. Bu gelişmelerin Avrupa değerleriyle ciddi bir çelişki oluşturduğunu belirten Gabriel, mektubunda Türkiye'nin bu gidişatına net bir yanıt verilmesi gerektiğinin altını çizdi.
Gabriel bu argümanlardan hareketle, Türkiye'ye 2014-2016 yılları arasında verilmesi öngörülen üyelik öncesi yardımın sadece Türkiye'de demokrasi ve hukuk devleti uygulamalarını güçlendirmek üzere tahsis edilmesini önerdi. Ayrıca bu yardımın Türkiye'de sivil toplumun yararına olacak şekilde verilmesinin güvence altına alınmasını istedi. Gabriel Avrupa Yatırım Bankası'nın da Türkiye ile yeni bir iş ilişkisi içine girmemesi önerisini mektubundaki görüşlerine ekledi. Gabriel'in mektubundaki görüşler Almanya'nın önde gelen tüm siyasi partilerinin liderleri tarafından destekleniyor.
Siemens Türkiye'de rüzgar enerjisinin elektrik üretimindeki payını güçlendirecek. Ancak Almanya'dan esen enerji rüzgarının Türkiye'nin AB yelkenini şişirmeye yetmeyeceği anlaşılıyor.
Paylaş