Ünal Çeviköz

Bir hayalim var...

28 Ağustos 2017
Tarihte iz bırakan yürüyüşler vardır. Geniş kitlelerin katıldığı, simgesel olarak taşıdığı yük, anlam ve bütün bunlarla birlikte yarattığı etkiyle anılır.

Tarihte iz bırakan konuşmalar vardır. Hitap edilen kitleler üzerinde yarattığı etki, sorunlar karşısında dile getirdiği çözüm önerileri ve bütün bunların sonucunda tarihin akışı içinde önemli bir dönemeci, yeni bir başlangıcı yaratmasıyla anılır.

 

Bugün 28 Ağustos. Tam 54 yıl önce bugün yapılan, tarihe iz bırakan bir yürüyüşün ve o yürüyüşün sonunda Dr. Martin Luther King Jr.'ın yaptığı "Bir hayalim var" başlıklı efsanevi konuşmanın yıl dönümü.

 

Dünya, King'in 54 yıl önce dile getirdiği eşitsizlik, adaletsizlik, haksızlık ve hukuksuzluk gibi sorunlardan bugün hala aynı şekilde etkilenmeye devam ediyor. Başta Amerika Birleşik Devletleri'nde olmak üzere, birçok ülkede benzer sorunlar hala halkları ve toplumları olumsuz etkiliyor. 

 

1963 yılının 28 Ağustos günü Vaşington'da yapılan ve sonunda Martin Luther King'in meşhur konuşmasıyla tarihe kayıt düşen yürüyüş aslında Amerika Birleşik Devletleri'nde Sivil Haklar Hareketi'nin doruk noktasını oluşturur. 1954-1968 yılları arasında barışçıl sivil direniş eylemleri ve protesto gösterileriyle desteklenerek zaman içinde büyüyen bu hareketin temel hedefi ABD'de Afrika kökenli Amerikalılara karşı uygulanan eşitsizlik ve ayırımcılığa son vermek idi.

 

Yazının Devamını Oku

İleriyi görmek için ileriye bakmak gerekir

24 Ağustos 2017
Dış politikada Suriye ve Irak gündemin ana maddeleri olmaya devam ediyor. Bu iki ülkenin topraklarında IŞİD ile mücadelede önemli ilerlemeler kaydedildi. Peki, sona doğru yaklaşılıyor mu? Bu konuda kesin bir hükme varabilmek için hala zamana ihtiyaç var.

Suriye'de Rakka harekatı sürüyor. Bununla beraber, Rakka kenti IŞİD'den tam olarak kurtarılabilse dahi, kentin IŞİD'in kalıntılarından temizlenmesi, bubi tuzaklarının, mayınların ve umulmadık yerlere yerleştirilen tahrip gücü yüksek diğer bomba  düzeneklerinin ayıklanarak zararsız hale getirilmesi zaman alacak. Uzmanlar, ihtiyatlı bir tahminle, böyle bir temizliğin ve Rakka'nın tam anlamıyla "kurtarılması"nın daha iki ila üç yıl sürebileceğini belirtiyorlar.

 

Peki, IŞİD Rakka'yı boşaltınca yok mu olacak? Hayır. Büyük bir olasılıkla bir sonraki hedef Deyr ez Zor olacak. Bu bölge, yani Suriye'nin orta ve doğu bölgeleri IŞİD'in safha safha yer değiştirdiği, Suriye rejiminin kuvvetleriyle amansız çatışmalar sonucu zaptedip, sonra kaybedip daha sonra yeniden zaptettiği yerleşim merkezleriyle dolu. Örneğin Palmyra böyle el değiştiren kentlerden biri. 

 

Bölgenin bir diğer özelliği de, sınırlı da olsa, Suriye'de  hidrokarbon kaynaklarının üretiminin en yoğun olduğu alan olması. Bu civarda birçok petrol kuyusu bulunuyor ve bunlardan bazıları henüz IŞİD'in kontrolünden kurtarılabilmiş değil. Rejimin geleceği bu kaynakların kontrolünü elinde tutmasına bağlı. Dolayısıyla, Rakka Suriye'deki IŞİD operasyonlarının sonuncusu olmayacak.

 

Irak'a gelince, Rakka benzeri bir durum Musul için de geçerli. Musul'da belki askeri operasyon sona erdi ama temizlik sürüyor. Öte yandan, son günlerde Irak ordusunun IŞİD'e yönelik olarak Tel Afer odaklı harekatının başladığı belirtiliyor. Bu harekata Irak Şii milis gücü Haşdi  Şabi'nin de katılacağından söz ediliyor. Bu harekatın da öyle kısa sürede bitmeyebileceği, oldukça ciddi katliam riskleri taşıdığı söylentileri yaygınlaşıyor.

 

Yazının Devamını Oku

2011 yılının başındaki dış politika vizyonu...

21 Ağustos 2017
Bazen eski defterleri karıştırmak, tarihe düşülen kayıtları gözden geçirmek yararlı oluyor. Çok değil, altı yıl öncesine dönmek bile yetebiliyor.

Türkiye'nin 2011 yılının başındaki dış politika vizyonunu gözden geçirince söylemde başlıca dört unsurun öne çıktığı görülüyordu:

 

1. 2009-2010 yılları için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) Daimi olmayan üyelerinden biri olarak seçilen Türkiye, bu konumunun verdiği avantajlardan yararlanarak küresel görünürlüğünü artırmıştı. Türkiye bu görünürlüğünü pekiştirmeli ve en çok on yıl içinde yeniden BMGK üyeliğine aday olmalıydı.

 

2. İçinde bulunduğumuz ve aday olduğumuz örgüt ve kuruluşlardaki yerimiz güçlendirilmeliydi. Türkiye NATO üzerinden yeni bir cephe ülkesi olmamalıydı. AB yolunda yürüyüşümüz sürmeliydi. Gerçek bir Avrupa vizyonuna sahip olan ülkeler, içinde Türkiye'nin de bulunduğu AB'nin nasıl küresel bir aktör olacağını görüyorlardı. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanı bir Türk idi.

 

3. Barış ve istikrarın inşası için çalışan bir Türkiye olmalıydık. Rusya, Suriye, Irak, Libya, Lübnan, Yunanistan gibi ülkelerle ilişkilerimizde yapıcı bir dönüşüm gözleniyordu. Balkanlar'da, Kafkasya'da ve Ortadoğu'da Türkiye algısı değişmişti. Bunu kalıcı bir hale getirmeliydik.

 

Yazının Devamını Oku

Charlottesville sonun başlangıcı mı?

17 Ağustos 2017
Amerikan tarihinin önemli bir kısmı beyazlar ile siyahlar arasındaki mücadele ile geçmiştir. Beyazların üstünlüğünü savunanlar siyahların köleliği üzerine kurulu bir düzeni de savunagelmişlerdir. Amerikan iç savaşı bu kutuplaşmanın savaşıdır.

Amerika'nın güney eyaletlerinde ağırlıklı olarak tarıma dayalı olan üretim ilişkilerinin en önemli dayanağını tarım işçisi olarak çalıştırılan siyah köleler oluşturuyordu. Bir yandan da kuzeyde ve batıda yavaş yavaş köleliğe son verilmesi için adımlar atılıyordu. Bu ortamda Amerikan başkanlık seçimlerini köleliği kaldırma vaadinde bulunan Abraham Lincoln'ün kazanması güney eyaletlerini tedirgin etti. Birkaç güney eyaleti birlikten ayrılarak Amerika Konfedere Devletleri'ni kurdular.

 

Kuzey eyaletleri birliği savundukları için iki taraf arasında savaş başladı. Amerikan iç savaşı bu coğrafi gerçeklik nedeniyle "Kuzey-Güney Savaşı" olarak da anılır. Savaşın sonunda Kuzey kazanır, Güney teslim olur. Amerikan birliği yeniden sağlanır. Kölelik kaldırılır. Savaşın bitmesine az bir süre kala da Lincoln bir Güney'li tarafından suikastle öldürülür.

 

Böyle trajik bir tarihi arka plana sahip olan Amerika Birleşik Devletleri'nde iç savaşın Kuzey-Güney kutuplaşmasını, dolayısıyla beyazların üstünlüğünü savunanlar ile eşitlikçi, kölelik karşıtı ve demokratik bir toplum yapısını savunanlar arasındaki ayrışmayı tam olarak çözümlediği söylenemez. Yakın tarihte bile bu ayrışmanın etkilerinin bazen toplum yaşamındaki dengeleri tehdit ettiği görülmüştür.

 

2008 yılında ABD tarihinde ilk kez bir siyah Amerikalı'nın, Barack Obama'nın, başkan seçilmesiyle bu tarihi kutuplaşmanın artık sona ereceği sanılıyordu. 2016 yılında Donald Trump'ın başkan seçilmesiyle kutuplaşma yeniden hortladı. Hem de öyle güçlü şekilde hortladı ki, bu defa sadece toplumsal dengeleri olumsuz etkilemekle kalmayacak, aynı zamanda ülkenin siyasi yönetim yapısını da sarsacak bir gelişmeye yol açacak gibi görünüyor.

 

Yazının Devamını Oku

Referandumlar demokrasi'nin sonu değildir

14 Ağustos 2017
Birleşik Krallık 23 Haziran 2016 tarihinde yapılan bir referandum ile Avrupa'yı ve tüm dünyayı ilgilendiren önemli bir karar aldı. Britanyalılar bu referandum ile ülkelerinin Avrupa Birliği'nden çıkmasını onayladılar. Bugün, üzerinden bir yıl geçen bu referandumun sonucu Birleşik Krallık'ta tartışılıyor. 

Kararın doğru olduğunu savunanlar ile yanlış olduğunu savunanlar kendi görüşlerinin haklılığını ve meşruiyetini birbirlerine anlatmaya, hukuki ve siyasi gerekçelendirmelerini ortaya koymaya çalışıyorlar. Aynı konuda yeniden bir referandum yapılmasını savunanlar da var. Kamuoyu araştırmaları Avrupa Birliği ile Birleşik Krallık arasındaki ilişkiler hakkında yeniden bir referandum yapılsa bugün farklı bir sonucun çıkabileceğini  belirtiyorlar.

 

Bu tartışmaların sebebi nedir? Birleşik Krallık 23 Haziran 2016'da AB'den ayrılıp ayrılmama konusunda bir referandum düzenlemekle yanlış mı yapmıştır? Demokrasinin, hukukun üstünlüğünün ve düşünce özgürlüğünün temel prensipler olarak kabul edildiği çağdaş bir ülkede belli konularda halkın görüşüne başvurulması doğru değil midir? Yöntem doğru olsa bile, halkın görüşüne başvurulduktan sonra ortaya çıkan sonuç mutlaka en doğru sonuç mudur? Halkın görüşü aynı konuda bir süre sonra soru yeniden sorulduğunda değişemez mi? Değişirse demokrasiden sapılmış mı olur? 

 

Birleşik Krallık bu konuları tartışıyor. Aslında son bir yıldır tartışıyor ama tartışmaların yeni bir ivme kazanması İşçi Partisi'nin iktidar olduğu yıllarda Dışişleri Bakanlığı yapmış olan David Miliband bu konuda güçlü bir görüş ortaya koyunca daha da yoğunlaştı. 

 

David Miliband, "Brexit" kararının ülkenin tarihinde görülmemiş bir zararla sonuçlanacağını, Birleşik Krallık'ın bu konudaki nihai düzenleme ile ilgili kararının ya yeni bir referandum ile ya da parlamentoda yapılacak bir oylama ile verilmesi gerektiğini savunuyor.

 

Yazının Devamını Oku

Kim Jong-un ve Donald Trump'ın tehdit oyunları

10 Ağustos 2017
Kuzey Kore krizi tüm dünyayı meşgul ediyor. Yıllardır içine kapanmış, dış dünya ile ilişkilerini neredeyse asgari düzeye indirmiş ve halkını tam bir yokluk içinde yaşamaya alıştırmış, katı diktatörlük rejimiyle yönetilen küçük bir ülke, dünyanın en önemli askeri gücüne sahip ABD'ye kafa tutuyor. İlk bakışta orantısız bir gerginlik gibi görünse de, işin içine nükleer silahlar girince durum farklı oluyor.

Kuzey Kore ile ABD arasında yaşanan gerginliğe bakıldığında akla bu iki ülkenin sanki ezelden beri birbirine düşman olduğu düşüncesi geliyor. Böyle bir düşünce Uzakdoğu halkları arasındaki tarihi uyuşmazlıkları göz ardı etmek anlamına gelir. Doğu Asya'daki temel çatışma dinamiğini Japonya ile Çin ve Kore arasındaki husumet oluşturur.

Tarih boyunca, coğrafyanın da bir gereği olarak, Kore yarımadası üzerinde devletleşme çabaları içindeki Kore kabileleri kıtanın en güçlü devlet yapısı olan Çin ile uyumlu bir davranış kalıbı izlemiştir. Kore kabileleri arasında yarımadanın Kuzey ve Güney'inde farklı yerleşim ve yönetimler oluşsa da, yedinci yüzyıldan itibaren Kore'lilerin birleşik tek ulus haline geldikleri, kendi kültürlerini oluşturdukları görülür. İdari yapılanma modelini ise Çin örneğine yakın şekilde benimsemişlerdir.

Dokuzuncu yüzyılın sonlarında yeniden bir ayrışma yaşayan Kore halkı, kısa sürede siyasi birliğini tekrar sağlayarak ondördüncü yüzyılın sonuna dek bütünlüğünü korumuştur. Sonraki beşyüz yıl Japonya'nın güçlenmesiyle orantılı biçimde, yaşanan savaşlarla birlikte Kore'nin zayıflamasına yol açmıştır.

Japonya'nın 1895'te Çin'i, 1905'te ise Rusya'yı yenilgiye uğratması 1910 yılından itibaren Kore'yi de Japonya'nın sömürgesi haline getirmiştir.

Yazının Devamını Oku

Almanya'dan esen enerji rüzgarı Türkiye'nin Avrupa Birliği yelkenini şişirir mi?

7 Ağustos 2017
Enerji alanında ithalata bağımlı olan Türkiye uzun süredir alternatif ve yenilenebilir enerji kaynakları üzerinde planlar yapıyor. Doğalgaz ve petrole olan bağımlılıktan kurtulma isteği  Türkiye'yi güneş, rüzgar ve su enerjisi gibi kaynaklara yöneltiyor.

Aslında tüm dünyada böyle bir akım son yıllarda hız kazandı. Bir yandan hidrokarbon kaynaklarının bir gün tükeneceğine dair yadsınamayan gerçek, bir yandan da bu kaynakların kullanılmasının doğaya ve çevreye verdiği zararın geri döndürülemeyecek nitelikte olduğuna dair bilimsel veriler tüm dünya ülkelerini benzer arayışlara yöneltiyor.

 

Türkiye şimdiye dek rüzgar, güneş ve su gibi enerji kaynaklarını ihmal ettiğinin farkında. Geçmiş dönemlerde bu konuda dile getirilen fikirlere karşı ileri sürülen gerekçe başlangıç için gerekli yatırım maliyetlerinin çok yüksek olması idi. Ancak zaman içinde yapılan hesaplamalarla, başlangıç için yapılan yüksek yatırım maliyetlerinin göze alınması halinde, üretim maliyetinin düşüklüğü sayesinde makul bir süre içinde yatırım maliyetlerinin dengelenebileceği anlaşıldı. Dolayısıyla, bu kaynaklardan enerji üretiminin hidrokarbon kaynaklara oranla orta ve uzun vadede daha ekonomik olabileceği de görüldü.

 

Son olarak gerçekleştirilen rüzgar enerjisi ile ilgili ihale de bu farkındalığın en önemli göstergelerinden birini oluşturuyor. Geçtiğimiz hafta sonuçlanan ihaleyi kazanan konsorsiyum Türkiye'de 100 milyon dolarlık bir yatırım ile 1000 megavat üretim kapasiteli bir rüzgar enerjisi türbin fabrikası kuracak. Toplam yatırımın beş ayrı bölgede kurulacak santraller ile bir milyar doları bulacağı belirtiliyor.

 

Türkiye'nin 2017 Şubat ayı verilerine göre kurulu elektrik gücü  78,500 megavatı geçmiş durumda. Bu güncel kurulu güç içinde rüzgar enerjisi ile üretilen elektrik gücü de 5700 megavatın üzerinde. Dolayısıyla, yeni ihale ile kurulacak olan tesislerin Türkiye'nin enerji üretiminde rüzgar enerjisinin payını da önemli ölçüde artıracağı görülüyor. İhalenin en önemli yönünü ise üretilecek elektrik enerjisinin kilovat saat ücretinin 3,48 ABD dolarıyla dünya standartlarına göre alınabilecek en uygun ve düşük fiyat olması oluşturuyor.

 

Yazının Devamını Oku

Türkiye'nin eriyen yumuşak gücü

3 Ağustos 2017
"Yumuşak güç" kavramı uluslararası politikada 1980'li yıllarda  Harvard Üniversitesi'nden Joseph Nye tarafından ortaya atıldı.

Nye çok yalın olarak gücü "istediğiniz sonucu elde etmek için başkalarının davranışını etkileyebilme yeteneği" olarak tanımlıyor. Bu tanımdan yola çıkarak gücün çeşitli şekilleri olduğunu, istediğiniz sonucun tehditle, mali imkanlarla ya da cazibeyle elde edilebileceğini savunuyor. Bu sonuncu yöntemi de "yumuşak güç" olarak adlandırıyor.

Yumuşak güç, anlaşılacağı gibi sert gücün karşıtı. Bu haliyle bakıldığında, askeri güç kullanımının da karşıtı. Çağdaş toplumlar, özellikle de Batı toplumları, savaşın mümkün olduğunu bildikleri halde, artık savaşmayı, savaşmak için yabancı ülkelere asker göndermeyi tercih etmiyorlar.

Avrupa yirminci yüzyılda iki büyük dünya savaşı yaşadı. Savaşın acılarını biliyor ve tekrar yaşamak istemiyor. Öte yandan, bugünün silah teknolojisi, nükleer silahların mevcudiyeti ve savaşların yayılma ve sadece bölgesel değil daha büyük, küresel yansımaları olduğunun görülmesi askeri gücün giderek daha az tercih edilir hale gelmesine yol açıyor.

İşte yumuşak güç burada devreye giriyor. Uluslararası politika aktörlerinin başında gelen devletler elbette belli konularda istedikleri sonucu elde etmek için çeşitli yöntemlere başvuruyorlar. Yumuşak güç bu açıdan bakıldığında, "elde etmek istediğiniz sonucu başkalarının da istemesini sağlamanız halinde, zorlamaya ihtiyaç kalmaması" olarak görülüyor. Ne demek bu? Değerlerinizle ve davranışlarınızla örnek olmak ve başkalarının da sizin değer ve davranışlarınıza özenerek aynı şekilde hareket etmelerini sağlamak.

Yazının Devamını Oku