Bir zamanlar bir Zuckerberg varmış… İnsanları çok seven bu Zuckerberg onları bir arada tutmak için elinden geleni yapar, sonra da onlara istediği şeyi satarmış. Meta ve Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg, ‘Hansel ile Gretel’ gibi tuhaf masallar yazan Grimm Kardeşler’in hikâyelerinde belirecek bir karakter pekâlâ olabilirdi. Modern kültürde kendisi daha çok ‘Yüzüklerin Efendisi’ üçlemesindeki ilahi güçlere sahip kötü karakter Sauron’un Gözü ile ilişkilendiriliyor. Şimdilerdeyse bu ibretlik masalın son perdesine yaklaşıyoruz. Bloomberg’in açıkladığı rapora göre geçen yıl servetinden tam 71 milyar dolar kaybeden, hem kişisel imajı hem de yarattığı dijital imparatorluğun prestiji darbe üstüne darbe alan Zuckerberg, Harvard’lı bir profesörün benzetmesine göre artık kendisinin en büyük düşmanı haline geldi.
Şoke eden açıklama
Geçen yıl Facebook şirketinin ismini Meta’ya dönüştüren ve metaverse dünyası ekseninde büyük bir ‘hype’ (heyecan) yaratan Zuckerberg’ün çöküş hikâyesinde evdeki hesabın internete uymaması önemli rol oynuyor. İlk başlarda Meta, kendi AR (Augmented Reality/Arttırılmış Gerçeklik) dünyasını yaratacağı bir metaverse evreni tasarısını vitrine koymuştu. Geçen haftalardaysa şirketin küresel ilişkiler direktörü Nick Clegg, yatırımcıları da şoka uğratan bir açıklama yaparak şirketinin metaverse’ü internet gibi bağımsız bir ortam olarak gördüğünü, kendi metaverse’lerini yaratmayacaklarını duyurdu: “Tıpkı Microsoft interneti, Google interneti olmadığı gibi Meta’nın işlettiği bir metaverse de olmayacak. Yekpare kumaştan ziyade yamalı bir örtü gibi düşünmeli…”
Halbuki Meta, en başta Horizon Worlds platformuyla kendi evrenini yaratmaya başlamış görünüyor, tanıtımlarını bu yönde yoğunlaştırıyordu. Oculus VR setleriyle deneyimin teknolojisini de sunmaya hazırlanıyorlardı. Meta’nın vaat ettiği ölçüde ürün ortaya koymayışı akıllarda soru işaretleri uyandırmaya başlamışken şimdi de merakla beklenen yeni VR setlerinin ekimdeki lansmanına sıra geldi. Yeni gözlükleri ilk kez mayısta tanıtan Mark Zuckerberg, gözlükleri maskeleyerek (blur) gösterdiği videoyla da “Acaba neyi gizliyor” diye eleştiri almıştı.
İzlenme hissi... Şehir insanıyla doğada yaşayanların gerçeklik algısı arasındaki büyük farklardan biri... Doğada bir çift göz tarafından izlenme hissine kapılıyorsanız bir miktar gerçek tehlike altındasınız demektir. Şehirdeyse izlenme hissi o kadar alışıldık ki... Gözetlenme meselesi, George Orwell’in distopik bir geleceği tarif ettiği ‘1984’ romanından bu yana artar biçimde modern toplumu yakından ilgilendiriyor. Güvenlik ve mahremiyet arasındaki ince çizgi, insanın konforu ve huzursuzluğu arasındaki sınırı belirliyor. Ulusal emniyet birimlerinin sokakları ve meydanları izlemesi güvenliğimiz için artık vazgeçilmez. İzleme kontrolü, insanların mahremine girmediği müddetçe toplum refahı için işlevsel ancak gözetleme meselesi ulusal ölçekten ayrılıp ‘özel gözlerin’ merceğine girmeye başlayınca işler değişiyor. İnternet ve akıllı telefonlar kişisel bilgilerimizin en çok para ettiği mecralara dönüştü. Şimdiyse yapay zekâ insanları kendi menfaatine izlemek isteyenlerin önünü açıyor.
Gözetleme meselesinin vahametine dikkat çekmek amacıyla Belçika’da yapılan bir deney ilgi çekici... Aynı zamanda bir çağdaş sanat işi olan deneyin fikir sahibi ve uygulayıcısı Dries Depoorter. Belçikalı sanatçı yapay zekâ, teknoloji ve sanatı buluşturan, provokatif ve farkındalık uyandıran işleriyle tanınıyor. 12 Eylül’de başlayan, Instagram kullanıcılarını ve influencer’ları (sosyal medyada etkili kişi) ‘hedef alan’ işin ismi ‘The Follower’ (Takipçi). Brüksel’de açık izleme kameralarındaki görüntülerle insanların sosyal medya hesaplarını eşleştirmenin yolunu bulan sanatçı huzursuz edici bir gerçeği ifşa ediyor.
Konum etiketi sayesinde...
Instagram’a koymak için çektiğimiz fotoğraflarla ilgili hiçbir mahremiyet kaygısı gütmediğimiz belli. Ancak o kare çekilene kadar girilen haller, sakarlıklar kimsenin şahit olmasını istemediğimiz anlar aslında. Depoorter tam da bu özel anları ifşa ediyor. Brüksel’in Instagram’lık popüler köşelerini ve cazibe noktalarını halka açık kameralar vasıtasıyla izleyen sanatçı, yapay zekâ kullanarak o noktada çekilen fotoğrafları konum etiketiyle Instagram’da tespit ediyor. Çok beğenilen karelerin kamera arkası anlarının ortaya çıkması, işin tanınmış kişileri, influencer’ları ilgilendiren boyutu. Çünkü bu görüntüler hafif sarkastik, sanatsal bir alt mesaj içeriyor. Halen aktif olan sistem şimdiye kadar 100 binden fazla takipçisi olan influencer’ları tespit etmiş.
Yaşadığımız evrenin bir ‘dualite’ yani ikilik evreni olduğu bilinir. Her şey zıddı ve tamamlayıcısıyla var olur. Çinli Tao kültüründe siyah-beyaz Yin Yang sembolüyle ifade edilen bu dengeyi çevremizde, iyi ve kötü, aydınlık ve karanlık, olumlu ve olumsuz gibi binbir çeşit tezahürde görürüz.
Şu sıralar Dünyamızı; daha doğrusu medeniyetimizi tuhaf bir kıtlık hali sarmaya başlamışken ve erişebildiğimiz kaynaklar hızla azalırken uzayda ve uzay çalışmalarında giderek artan bir bolluk ortamı bana bu dualiteyi çağrıştırıyor. James Webb Teleskopu’ndan gelen yepyeni ve muazzam görüntülere çok yakın zaman önce şahit olmuştuk. Ha fırlatıldı ha fırlatılacak denen Artemis projesinin sürekli ertelenmesinin bile ilginç bir bereketi var. NASA’nın yeni Ay misyonuna olan kamuoyu ilgisini ‘reklamın iyisi kötüsü olmaz’ diyerek fevkalade yoğunlaştırmayı, heyecan yaratmayı başarıyor. Önceki günlerdeyse Elon Musk’ın Starlink uydu internet ağının dünyada 40 ülkeye ve 7 kıtaya ulaştığı haberi geldi. Son haberse Ay yüzeyinde araştırmalarını ilerleten Çin’den. Chang’e-5 projesiyle uzayda başarılara imza atan Çin, bu kez nükleer füzyonla sınırsız enerji üretmeyi mümkün kılacak bir kristalin Ay toprağında bolca olduğunu keşfetti.
Biz de teleskopumuzu gökyüzüne yöneltip uzayda yaşanan gelişmeleri yakından inceledik.
Türkiye’yi de kapsayacak
Falcon-9 roketiyle seri halde fırlatılarak Dünya’nın alçak yörüngesine yerleştirilen Starlink uyduları, öncelikle ABD ve sonrasında tüm dünyadaki kör noktaları ortadan kaldırarak tüm dünyayı internet kapsama alanına sokmayı planlıyor. Geçen günlerde Malta’yı da ağ yapısına dahil eden Starlink’e erişilebilen ülke sayısı böylece 40’a ulaşırken üzerinde medeniyet yer almayan, yalnızca bilim üsleri olan Antarktika kıtasına da sinyal eriştirildiği haberini aldık. Böylece Starlink resmen 7 kıtaya erişebilir hale geldi.
ister Salvador Dali’nin uçuk soyut resimleri olsun, ister Rembrandt’ın neredeyse 4K detaylı, muazzam ışıklı yağlıboyaları, her tablo tuvale geçmeden önce sanatçının zihnindeki imgelerle şekil alır. Sonra maharetle tuvale yansır. Şimdiyse yalnızca “At bacaklı filler sırtlarında kubbeli tahtlar taşıyor” şeklinde komut vererek, elini fırçaya ya da kaleme değdirmeden tablo yaptırmanın mümkün olduğu bir çağdayız. Yapay zekânın yaptığı işlere İngilizcesinin (artificial intelligence) kısaltmasıyla ‘AI sanatı’, yapana ‘AI sanatçısı’ deniyor. Yapay zekâ sanatçısının işi sadece hayal etmek, sanattan anlamasına bile gerek yok. Ortaya çıkan işlerse pekâlâ evimizin duvarına asabileceğimiz kalitede. Hal böyle olunca “Sanat elden gidiyor” serzenişleri yükselmeye başladı. Üstüne de önceki hafta bir AI sanat işinin ABD’de resim yarışmasını kazanması bardağı taşıran son damla oldu! Gelin, son dönemin bu tartışmalı yapay zekâ marifetini örnekleriyle inceleyelim... An itibariyle dünyada en gelişmiş yapay zekâ sanat bot’ları olarak Midjourney, DALL.E2 ve Disco Diffusion kullanılıyor.
Midjourney
Sanatçılar rakip değil, müşteri...
Discord platformu üzerinden kullanılan Midjourney’ye kelimelerden ve kısa cümlelerden oluşan bir dizi komut vererek görsel sanat üretmesini sağlayabiliyorsunuz. Önden yüklediğiniz bir görseli baz alarak da soyut resimler yaratabiliyor. Foto-gerçekçi dokular barındıran Midjourney’nin işleri, özellikle dijital sanatçılar ve yapay zekâ meraklılarınca rağbet görüyor. Midjourney’nin yaratıcısı David Holz, sanatçıları platformun rakibi değil, aksine müşterileri olarak görüyor. Holz’a göre sanatçılar ve tasarımcılar saatlerce taslak hazırlamak yerine Midjourney’yle zamandan ve emeklerinden tasarruf edebiliyor, yapay zekâyla ürettikleri taslakları müşterilerine sunarak daha verimli çalışabiliyorlar. Henüz tam anlamıyla faaliyete geçmeyen ve temmuzda açık beta sürümü kullanıma açılan Midjourney, ‘freemium’ sistemiyle hizmet veriyor. Ücretsiz kullanabiliyorsunuz ancak programı hızlandırmak için üyelik ücreti ödemeniz gerekiyor. Midjourney şimdiden yatırımcıları için kârlı bir işe dönüşmüş. Haziranda Midjourney’yi haber yapan The Economist, kapak görselini yapay zekâya hazırlatarak basın tarihinde bir ilki gerçekleştirmiş oldu. Ardından İtalya’nın önde gelen Corriere della Sera gazetesiyle ABD’nin efsanevi The Atlantic dergisi Midjourney tasarımlarına yer verdi. Ancak AI sanatının anaakımda yer bulması, sanatçılar ve eleştirmenler tarafından sanatın dejenere edildiği gerekçesiyle tepki gördü. Son olarak iki hafta önce Jason Allen isimli bir oyun tasarımcısı, Midjourney’ye yalnızca kelime komutları vererek yaptırdığı eserle Colorado Üniversitesi’nin düzenlediği dijital resim yarışmasında birincilik ödülü alınca tartışmalar büyüdü. Yarışmaya katıldığı eserde “James Allen via Midjourney” imzasını kullanan tasarımcı, özür dilemeyi reddederek yanlış bir şey yapmadığını savundu. Jüri üyeleriyse durumu anlamadıklarını ancak bilseler bile yine ödülü bu esere vereceklerini dile getirdiler.
DALL.E2
Salvador Dali’den ilhamla...
Microsoft’un desteklediği OpenAI tarafından geliştirilen DALL.E2, birbirinden çok farklı iki konsepti birleştirebilme özelliğiyle tanınıyor. Aklınıza gelen her tür objeyi birbiriyle görsel olarak ilişkilendirebiliyor. Motosiklet kullanan bir koala veya yağlı güreş yapan cyborg’lar hayal edebilirsiniz. DALL.E2 milyonlarca fotoğrafla eğitilmiş bir nöral network kullanıyor. Nöral network’lerin yapısı insan beyin hücrelerinin ağ yapısını örnek alıyor. Dolayısıyla insanın zihninde canlandırdığı imgelere yakın görseller çıkabiliyor. DALL.E1’inkiler daha çok karikatürize, illüstratif görsellerdi. DALL.E2 ise fotoğraf kalitesinde, yüksek detaylı ve gerçekçi imajlar üretmeye başladı. İşte bu durum, tıpkı ‘deepfake’ videolarına benzer bir risk oluşturuyor. Montaj gibi suiistimallere yol açabileceği için halkın erişimi kısıtlanmış durumda. DALL.E2 şimdilik yalnızca seçkin gruplara ve dikkatle gözetim altında tutulan beta tester’lara sunuluyor. DALL.E2’nin ismiyse, Disney Pixar animasyonu Wall-e karakteri ve ünlü ressam Salvador Dali’nin isimlerinden türetilmiş.
Bir dikili ağacı olmak… Türkçenin güzel deyimlerinden biri. Anlamlı ve hayata katkı sunan bir yaşamın önemini vurgularken insanın doğayla sürdürülebilir bağının gerekliliğini de hatırlatıyor. Peki, modern şehir insanı ve teknolojiyle büyüyen yeni nesil için dikili bir ağacının olması ne ifade eder?
Yanıtı dünyanın cennet köşelerinden birinde kurulan, metaverse bağlantılı bir ‘cangıl’ sığınağında arayabiliriz... Fiziki coğrafyayla sanal toprakları birleştiren dünyanın ilk metaverse projelerinden biri: Alóki. Kosta Rika’da 750 hektarlık bir arazi üzerinden hayata geçirilen Alóki sürdürülebilir çevre değeri yaratmayı hedefleyen bir sanal girişim. Alóki projesi, şu sıralar dijital dünyada popüler olan yenilikçi ve bağımsız teknoloji araçlarını içeriyor. Blokzincir teknolojisiyle yaratılan Alóki, metaverse ortamında oyunlaştırılmış bir sanal dünyaya açılıyor. Kosta Rika’daki yağmur ormanlarıyla doğrudan ilişkili olan Alóki henüz geliştirilmekte olan ve gerçekçi hedefleri olan bir proje. 2023’te tüm özellikleriyle hayata geçirilecek projeye şimdiden Discord kanalı üzerinden katılmak mümkün.
Ziyaret edilebilecek
Alóki’nin ilk hedefi sürdürülebilir çevreye katkıda bulunma amacıyla ağaçlandırma çalışmalarına metaverse üzerinden destek vermek. Alóki üyeleri NFT teknolojisiyle çalışan oyunu oynayarak metaverse’te bir ağaç dikmeyi başardıklarında Kosta Rika’daki bölgede de bir ağaç dikilecek. Madem ağaç dikecekler, niye dolaylı yoldan gidiyorlar diye düşünebilirsiniz... Aslında ağaç dikmek, projenin hem gerçekçi hem de sembolik bir boyutu. Küresel ısınmaya sebep olan karbon salınımı doğal yollardan azaltmanın en etkili yolu dünyayı yeniden ağaçlandırmak. Ağaçlar havadaki karbonu emip toprağın içine gömebiliyor. Bir insan vücudundan salınan yıllık karbondioksit miktarını dengelemek için yaklaşık 15 ağaç gerekiyor. İşin içine enerji ve fosil yakıtları girince, örnek olarak Amerika’nın emisyonları kişi başına bölündüğünde, her bir ABD vatandaşı için gereken ağaç sayısı 640’a yükseliyor. Yuvarlak bir hesapla, 2030’a kadar tüm dünyada 1 trilyon ağaç ekilirse ancak küresel ısınmanın önüne geçilebileceği hesaplanıyor.
Alóki’nin kurucuları arasında eski IKEA yöneticisi Bartek Lechowski de yer alıyor. IKEA’yı müşteri odaklı bir marka haline getirme başarısıyla tanınan Lechowski aynı zamanda 30 milyon dolarlık yatırımla projeyi finanse eden isim. Sadece günlük hayat öğelerini metaverse’e taşımanın, yani normal hayatı kopyalamanın yeterince anlam taşımayacağını düşünen Lechowski metaverse projelerine bir amaç yüklemenin önemli olduğunu ifade ediyor. Hatta metaverse aracılığıyla uzun vadede doğaya erişimin herkes için daha demokratik bir hale gelebileceğine inanıyor.
Alóki, bir metaverse oyun dünyası olarak gelecek yıl halka açıldığında 750 hektarlık cangılın bire bir simülasyonunu deneyimlemek mümkün olacak. Orman bölgesi üç boyutlu tarayıcılarla metaverse ortamına aktarılacak. Kosta Rika’daki özerk bölgede ortak yaşam ve çalışma alanları da yer alacak. Alóki oyuncuları, sürdürülebilir çevreye katkıları ve oyundaki başarıları neticesinde istedikleri zaman Kosta Rika’yı ziyaret edip Alóki’nin fiziki mekânlarını kullanma imkânı bulabilecek. Projeyle ilgili gelişmeleri @Alóki.io Twitter hesabından takip edebilirsiniz.
Ukrayna’nın tarihi sanal dünyaya taşınıyor
Son haftalarda sosyal medyanın toplumsal bilince hasar vermeye başladığı ve bireylerin duygularını dengesizleştirdiği yönündeki makale ve haberlerin artışını gözlemliyordum. Konuyu gündeme getirme niyetindeyken, ünlü aktör Tom Holland’ın ‘akıl sağlığını korumak’ maksadıyla Instagram’dan çekildiği haberi önümüze düştü. Görüş almak üzere başvurduğum uzman psikoloğun aynı gün terapi alan bir danışanının sosyal medya yüzünden depresif hissettiğini paylaşması da taşları yerine oturttu. Kolektif bilinçte bir şeyler açığa çıkmaya başlıyordu...
‘Örümcek Adam’ serisiyle tanıdığımız Tom Holland, 70 milyon takipçisi olan Instagram hesabından, bir süredir ortalarda görünmediği sosyal medyayı akıl sağlığına odaklanmak amacıyla bıraktığını ifşa etti. “Akıl sağlığım için sosyal medyaya ara verdim çünkü Instagram ve Twitter’ı fazla uyarıcı ve bunaltıcı buluyorum” diyen ünlü aktör, bilhassa kendisiyle ilgili paylaşımlardan etkilendiğini ifade ediyor: “Çevrimiçinde kendimle ilgili yorumlar okuduğumda bunlara tutuluyorum, çıkmaza giriyorum ve sonunda zihnime fazlasıyla zarar verdiğini hissediyorum.” Holland, örümcek hislerini dinleyerek tehlikeden uzaklaşmayı faydalı bulmuş: “Durum böyle olunca geri adım atmaya ve uygulamaları silmeye karar verdim.”
Dopamin ihtiyacı
Uygulamaları silmek herkesin harcı olmayabilir. Ancak sosyal medyayla dopamin bağımlılığımız üzerinden kurduğumuz ilişkiyi gözden geçirmenin vakti geldi. Duygusal yemek yemeyi bilirsiniz. Aç olduğundan değil de kendini iyi hissetmek için yemek... Sosyal medya ve akıllı telefonlar da benzer zihin mekanizmaları yaratıyor. Telefonu eline alınca beyin dopamin salgılıyor, kendimizi bir an mutlu hissediyoruz. Sonra dopamin seviyesi düşüyor, ardından yine telefonu elimize alıyoruz. Buna ‘dopamin ödül döngüsü’ adı veriliyor. Yıllardır bilinen bir kavram. Bugün gelinen noktaysa artık beynin sosyal medyayla dopamin ihtiyacını gideremediği, bağımlılık durumu nedeniyle dengesini yitirmeye başladığı ve tıpkı diğer bağımlılıklarda olduğu gibi fenalık fazına ilerlediği şeklinde.
ABD’de hafta başında yaşanan gelişme dünyadaki her bir insanın geleceğini; havayı, suyu ve toprağı ilgilendiriyor. ABD’li Demokratlar, 34 yıllık çabaların neticesinde küresel ısınmaya karşı hazırlanan en kapsamlı yasa tasarısını senatodan geçirmeyi başardı. En az yüzde 20’lik oranla dünyanın bir numaralı ‘çevre kirleticisi ve iklim bozucusu’ olduğu bilinen ABD’nin harekete geçmesi, gezegenin geri kalanı için çok şey ifade ediyor.
NASA’nın kıdemli yöneticilerinden biliminsanı James Hansen, 1988’de senatoda bir konuşma yapmış ve o güne kadar sadece bir hipotez olan ‘küresel ısınma’nın fiilen ‘başladığı’ yönünde uyarıda bulunmuştu.
7 Ağustos’ta senatodan geçen yasa tasarısının oylama süreci ülkenin karakterini de gözler önüne koydu. 15 saat süren oylama maratonundan çıkan senato, tam anlamıyla ikiye bölündü: Demokrat senatörlerin tamamı ‘evet’ oyu verirken Cumhuriyetçilerin tamamı ret oyu kullandı. Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in oyuyla yüzde 51’lik üstünlüğe ulaşan Biden hükümeti, böylece 2030’da karbon emisyonlarını yarı yarıya düşürme hedefine yönelik önemli bir adım attı.
‘Tehlike abartılıyor’
Yasayla, ABD’de küresel ısınmayı tetikleyen tüm endüstriyel faaliyetler, tüketimler ve sosyal unsurlar kontrol altına alınacak. Karbon ve metan gazı emisyonlarının sınırlanması, vatandaşları elektrikli araçlara teşvik etmek için vergi indirimleri, yenilenebilir enerjiye yönelik yatırımlar, endüstrilerin enerji kaynaklarını dönüştürmesi için destekler içeren tasarının küresel ısınmaya ayrılan bütçesi 364 milyar dolar.
tikTok’un Instagram’ın tahtını salladığını biliyorduk fakat kendi eliyle kendi temelini sarsmasını hiç beklemiyorduk. Geçen hafta olan bitenden habersiz milyonlarca kullanıcı gördüğü ‘yeni’ Instagram karşısında adeta titreme geçirdi! Bugüne kadar izlediklerinizle, takip ettiğiniz profillerle hiç bağlantısı olmayan, hatta rahatsız edici derecede alakasız ‘önerilerle’ çok sık karşılaşmış olmalısınız. Instagram’ın yeni radikal güncellemelerinin yan etkisi olan öneriler kısa sürede sosyal medyada gündem konusu oldu. Seçili gruplara gösterilen tam ekran ‘feed’ özelliği de hemen benimsenmedi. Dünyanın dört bir yanından şikâyetler yükseldi. Aynı esnada New York’ta bir grup influencer Instagram’ın kısıtlayıcı içerik politikalarına yönelik protestolar düzenledi. Sonunda Instagram CEO’su Adam Mosseri, Twitter’dan bir videoyla açıklama yapma durumunda kaldı. Güncellemelerin henüz rayına oturmadığını, geliştirmeye devam ettiklerini anlattı. “Instagram giderek daha fazla ve daha fazla videoya dönüşecek” ifadesini özellikle vurguladı ve fakat uygulamanın fotoğrafları tamamen kaldırmayacağını, ‘desteklemeye devam edeceğini’ bildirdi! Durum açık: Instagram, TikTok’a dönüşmeye çalışıyordu.
Instagram’ın bir şeylere dönüşme çabasının yeni olmadığını biliyoruz. Bugün artık bir klasik haline gelen story özelliği de Snapchat’ten bire bir kopyalanıp yapıştırılmıştı. TikTok ise ezber bozan bir platform olarak ortaya çıktı ve insanların kendilerinden çok yaptıklarını sergiledikleri, imajlarından daha fazla yaratıcılıklarıyla değer kazandıkları bir âleme dönüştü. Hiçbir şeyi umursamaz göründüğü kadar kendi belirlediği değer normlarına sımsıkı sahip çıkan Z Kuşağı’nın kendini istediği gibi ifade ettiği bir dünya yaratıldı. Bu kuşak henüz çocuk yaştayken Instagram çıkmıştı, TikTok ise kendilerini ifade etme arzularının yükseldiği çağlarına denk geldi... Dolayısıyla Instagram, marifeti TikTok’un formatında sanıyor olabilir...
Aslında çağ değişiyor, fotoğrafın tılsımını bilenler yaş alıyor. Kısa video formatı, istatistiklere göre her platformda en yüksek dikkat çekme oranına sahip. Ancak format bir amaç değil, var olanı dönüştürmeye yarayan bir ifade aracıdır yalnızca. Instagram’ın özgün formatı hayatın güzel yüzünü göstermek için biçilmiş kaftandı. Şimdi ruhunu taşımadığı bir surete dönüşürse... Bize kimin dünyasını aksettirir ve o dünyada biz kendimize dair neler buluruz, kaydırıp göreceğiz...
364 milyon takipçili Kylie Jenner da birçok influencer gibi videodan çok fotoğraf paylaşıyor. Zaten güncellemeyi eleştirdiği ‘hikâyesi’, “Instagram’ı tekrar Instagram yapın” sözleriyle başlayıp “Sadece arkadaşlarımın tatlı fotoğraflarını görmek istiyorum” diye bitiyordu.
Öneriler ‘kültür şoku’ yarattı