Paylaş
Tarihe tanık olduğumuz zamanlardayız. Yaşadığımız günlerin sıradışılığını izliyor ve ömrümüze ne derece iz bırakacağını tahayyül edebiliyoruz. Ne düşünürsek düşünelim, Türkçe konuşan hepimiz ortak bir bilince dahiliz. Ülkenin ve toprağın nasıl hissettiğini sezebiliyoruz. Kolektif bilinç şeklinde algıladığımız müşterek bir gerçekliğin içindeyiz. Çocuklarımıza anlatacağımız müstesna hikâyelerimiz var şimdiden.
Tarihi kayda geçiren kimi olayların mistik ve ilginç bir durumu var. Tarihin işleyişi hakkında en yaygın bilinen şey tekerrür edişidir; benzer olaylar, zaman gelir, yinelenir. Peki, ‘Bu işin ardında bir sistematik, ilmi bir düzen var mıdır’ sorusu eminim çoğu insanın aklını kurcalar. Uzay-zamandaki sorulara yanıt arayan insanlardan en ünlüsü Albert Einstein’dı. Einstein, bir boyut olarak yorumlanan zamanın göreceli olduğunu gösterdi. Referans noktasına göre zamanın hızı değişebiliyor olmalıydı. Uzaya çıkmamızın en güzel yanı, pek çok fizik teorisini deneme imkânı açılmasıydı. Einstein’ın teorisi geçen yüzyılda defalarca ispatlandı. Atomik saatlerle yapılan ölçümlere göre iki referans arasında süratli hareket eden obje için zaman yavaş ilerliyor, sabit olan içinse daha çok zaman geçmiş oluyordu. Bir anlamda hızlanan obje zamanın önüne atlıyor, diğerinin ilerisine varıyor.
Birkaç hafta önce retronedensellik teorisiyle geleceğin geçmişe etkisini ele almıştık. Şimdiyse geçmişin, bugünü ve geleceği nasıl etkilediğine bakalım... Zaman, doğrusal perspektifte dün, bugün ve yarın arasında yol alan bir hat gibidir. Gelecek, bugünü ve geçmişi takip eder. Tekerrüre gelince... Geçmişteki büyük bir enerji dalgalanmasının gelecekte tekrar hissedilmesi, ender yaşanan fenomenlerden biri değil. Yakın tarihli bir tanesi var: Pandemi. Hatırlayacaksınız, pandemiden tam 100 yıl önce İspanyol gribinin Avrupa’yı vurması salgının başında en çok konuşulan konulardan biriydi. Dünyada 7 yılda bir kuraklık yaşanması, buzul çağları gibi döngüler, doğanın saatlerle işlediğini bize anlatıyor. Bedenimiz özünde biyolojik bir saat taşıyor. Saati ve takvimi biz geliştirmiş olsak da zaman tutma işini doğadan, kendi içimizden öğrendiğimiz muhakkak. Zamanın döngülerle hareket etmesini kimi kaynaklar oldukça rasyonel bir sistemle açıklıyor. ‘İlâhi Nizam ve Kâinat’ kitabına göre, zamanın iki türü var.
Bunlardan biri, Dünya’nın kendi ekseni ve Güneş etrafındaki dönüşüyle ilerleyen ‘yerel zaman’. Einstein’ın teorisini ispatlamaya yarayan atom saatleri sayesinde yerel zamanı mükemmel biçimde ölçebiliyoruz. Mükemmelik tabii, bizden değil, atomdan geliyor. Elektronların titreşim sabitiyle kabul edilen uluslararası bir zaman ölçütü var, dilerseniz Wikipedia’da bulabilirsiniz. Yerel zamanı Dünya’mızın nasibi olan zaman olarak düşünelim. Tüm gezegenlerin kendi zaman ayarları mevcut elbette. İkincisi zaman türüyse sonsuz zamanları kapsıyor. Einstein’ın görecelilik teorisiyle olayı daha rahat kavramak mümkün: Yavaş ve hızlı objeler izafi zamanlarda bulunduğuna göre tek bir zaman akışı yok. Sonsuz zaman hatları mevcut. Hepsi ebedi uzayda sonsuz açılardan kesişiyor. Tüm bu zamanların yekvücut haline gelmesine ‘küresel zaman’ deniyor. Daha kolay anlaşılması için buna evrensel zaman diyelim. Evrensel zamandaki sonsuz zaman hatlarının birbirleriyle kesişen noktalarına ‘an’ diyoruz. İşte bu noktaların, yani anların biri üzerinde sabit kalırsak, yerel zaman ortaya çıkıyor. Örneğin bir insanın ömrü, doğduğu yerel zamana tabi oluyor.
“Başı ve sonu olan zaman döngüsünün tekrarını belirleyen evrenin tanıdık bir sırrı: Spiraller...”
Başı ve sonu olan bu zaman döngüsünün tekrarını belirleyense evrenin tanıdık bir sırrı: Spiraller. Lineer yani doğrusal olarak bildiğimiz gece gündüz akışındaki ilerleyiş, aslında bir doğru üzerinde gerçekleşmiyor. Dünya’nın dönüşü, Güneş’in yörüngesindeki tur, hepsi dairesel hareketler. Neticede zaman spiral şeklinde aktığında, ileri doğru yolculuk edenler daha önce tesadüf ettikleri bir zaman aksından tekrar geçmiş oluyorlar. Aynı noktada uzay-zamana yayılmış olan titreşimler tekrar hissedilir oluyor. Güncel anda benzer olaylar tetiklenmeye başlıyor, titreşimler kolektif bilinci etkiliyor. Tarih böylece tekerrür ediyor. Döngünün yenilenmesi, ilk anındaki titreşimin kuvvetiyle doğru orantılı. Yani tarihteki olay ne kadar büyükse, bir sonraki devreye o kadar etki edebiliyor.
Paylaş