Sinema serüveni boyunca çoğu kez hastalıklı karakterleri ve mafya dünyalarını perdeye taşıyan Martin Scorsese, iki ara durakta (‘Günaha Son Çağrı’ ve ‘Kundun’) da ‘uhrevi’ meselelerin peşine düşmüştü. Son çalışması ‘Silence’ bu açıdan, belki de Scorsese filmografisi içinde bir ‘üçleme’nin son adımı olarak nitelendirilebilir.
SILENCE
Yönetmen: Martin Scorsese
Oyuncular: Andrew Garfield, Adam Driver, Issei Ogata, Yosuke Kubozuka, Liam Neeson, Shin’ya Tsukamoto / ABD yapımı
Japonya’nın Graham Greene’i olarak adlandırılan Katolik yazar Shüsaku Endö’nun 1966 tarihli romanından sinemaya uyarlanan yapım, Portekizli iki genç cizvit papazın Uzakdoğu’da yaşadıklarına odaklanıyor. 1633’te açılan filmde Sebastião Rodrigues ve arkadaşı Garupe, Hollandalı bir gemicinin eski ustaları Cristóvão Ferreira’nın Hıristiyanlığı yaygınlaştırmak adına gittiği Japonya’da davasından vazgeçtiğini, hatta yöreden bir kadınla evlendiğini öğrenir. Bu bilgiye inanmak istemeyen ikili, durumu yerinde görmeye karar verir. Çin üzerinden Japonya’ya gizlice girerler ve burada Hıristiyanlığı kabul etmiş insanların ‘Budist’ yönetim tarafından gördüğü zulme şahitlik ederler.
Senaryosunu Jay Cocks’un kaleme aldığı ‘Silence’, upuzun (süresi 2 saat 39 dakika) bir dinsel tören adeta. Daha çok Rodrigues’in yerel güçlerin eline düşüp engizisyonun başındaki yaşlı yönetici tarafından psikolojik işkenceye tabi tutularak inançlarından vazgeçirmeye çalışılmasını anlatan yapım, Scorsese’nin maharetli üslubuyla sıkılmadan izleniyor. Emektar yönetmen, sinemasında çokça rastlanan insanoğlunun şiddete olan yatkınlığı meselesini bu kez Japon tarafı ve değişik işkence teknikleri aracılığıyla perdeye aksettiriyor. Bütün bu aşamalarda müritler sırf Rodrigues boyun eğmedi diye ölüme yollanırken genç papaz da giderek kendisini fiziken ve ruhen ‘İsa’laştırıyor. Belki noktalarda da Hıristiyanlık ve Budizm tartışmalarına, iki dinin kıyaslanmasına şahit oluyoruz.
‘Silence’ı bir iç yolculuk olarak nitelendirmek de mümkün. Keza görüntü yönetmeni Rodrigo Prieto, gerek yakın çekimlerde gerekse genel peyzaj karelerinde enfes çerçeveler sunarken ortaya şiirsel bir atmosfer çıkıyor. Bir de filmin, yönetmenin sineması açısından farkının altını çizelim; malum Scorsese öykülerini son derece tempolu bir anlatımın ve hızlı kurgunun eşliğinde önümüze getirir. Bu kez belki de ana karakterinin ruhsal gelgitlerine bağlı olarak sakin, yumuşak, ağır akan bir Scorsese filmi var karşımızda.
Eskişehir, ev sahibini sadece ilk devre maça ortak etti ama skor olarak soyunma odasına üstün giren taraftı. Topla daha fazla haşır neşir olan ev sahibi ancak pozisyon zenginliğine misafirdi.
MEYE BİR GOL ATSAYDI...
İkinci devre, Axel Meye’nin ‘gol atmama yemini’ne sahne oldu! Meye tam üç net pozisyonda ağları bulamadı. Birini dahi atsa, Eskişehir, maçı çok erkenden koparacaktı. Mustafa Denizli’nin ekibi Erkan Zengin’in klasını konuşturmasıyla Malatya’dan kritik bir galibiyet çıkardı. Ligin boyu kısaldı ve artık bundan sonra Denizli klası devreye girecek. Zaten o da bu yüzden göreve getirildi...
Hollywood, “Hayatın son derece yumuşak aktığı, ortama neşenin, müziğin, dansın hâkim olduğu, sokaklarında 50 ya da 60 model arabaların boy gösterdiği sakin bir Havana ortamına ancak bir Amerikalı hareket getirebilir” diye düşünüyor sanırım. Bu düşüncesinin emarelerini yıllar önce (2002’de) James Bond’un ‘Die Another Day’ macerasında bir ‘kuple’ göstermişti, şimdi asıl hamlesini ‘Hızlı ve Öfkeli 8’de (‘The Fate of the Furious’) sahaya sürüyor. Film Küba topraklarına, bir araba yarışına katılarak adrenalin yükleyen Dominic Toretto’nun ortalığı adeta ateşe verdiği bir aksiyon sekansıyla başlıyor. Serinin sürükleyici karakteri, ‘Adalı’ bir rakiple kapıştıktan sonra sevgilisi Letty’yle romantizmine devam etmek isterken yoluna gizemli bir sarışın çıkıyor. Sonradan anlıyoruz ki ‘Cipher’ isimli bu kadın, dijital âlemin üst düzey suçlularından biri ve yanına Toretto’yu çekerek dünyayı yeni bir belanın içine sürüklemeye çalışıyor.
HIZLI VE ÖFKELİ 8
Yönetmen: F. Gary Gray
Oyuncular: Vin Diesel, Charlize The- ron, Dwayne Johnson, Jason Statnam. Michelle Rodriguez, Kurt Russell, Tyrese Gibson, Nathalie Emmanuel ABD yapımı
‘HIZLI VE ÖFKELİ 7’ REKOR KIRMIŞTI
‘Hızlı ve Öfkeli’, 2000’lerin sinemadaki en uzun serisi... Bugün itibariyle sekizci adımı izliyoruz. Bazen kanun dışı bir çizgiye düşseler de temelde Amerikan çıkarlarını koruyup kollayan, sisteme ve dünyaya zarar vermesi muhtemel düşmanlara karşı mücadele veren, neşeli, maharetli, işbilir ve aksiyona meyilli bir grubun maceralarını anlatan seri, zaman zaman çıtasını düşürse de özellikle gişeden dünyada ve bizde genellikle mutlu ayrıldı. Öyle ki serinin bir önceki adımı ‘Hızlı ve Öfkeli 7’, ‘Titanic’i geçerek Türkiye’de tüm zamanların en çok izlenen yabancı filmi olmuştu.
Belçikalı çizer Pierre Culliford’un (ki ‘Peyo’ imzasını kullanırdı) elinden çıkan ‘Les schtroumpfs’ adlı çizgi seri, Türkiye’deki miniklere bir zamanların kült dergisi ‘Doğan Kardeş’ üzerinden ulaşmıştı. Yaş itibariyle söz konusu derginin son dönemine (1977’de yayınına son verilmişti, yıllar sonra yeniden çıktı ama eski tadından eser yoktu; yeni hamlenin uzun süreli bir macerası da olmadı) yetişen, içinde yer aldığım kuşak, bu seriyi ‘Mantar Cüceleri’ olarak tanıdı. Liderlerini ‘Mantar Dede’, kötü büyücüyü Gargamel, hain kedisini Azrail, topluluğun tek kadın üyesini de ‘Mantar Kız’ olarak... Çünkü çeviri böyle yapılmıştı. TRT’de yayımlanan çizgi film serisi ise aynı kahramanları bu kez ‘Şirinler’, ‘liderlerini ‘Şirin Baba’, kadın üyeyi ‘Şirine’, Gargamel’in kedisini ise Azman olarak tanımladı. Çünkü TRT’nin çevirisi de bu isimler üzerine yapılandırılmıştı.
ŞİRİNLER: KAYIP KÖY
Yönetmen: Kelly Asbury
Seslendirenler: Aysun Topar, Fatih Özacun, Harun Can, Fatih Özkul, Hakan Vanlı, Engin Alkan, Özden Ayyıldız, Ayça Koptur
ABD yapımı
SİZİ GİDİ KOMÜNİSTLER SİZİ!
Dolayısıyla mesela 2011 tarihli, Hollywood işi insani karakterlerle animelerin karışımı bir öyküye sahip olan ‘The Smurfs’de karakterlerin Türkçe adları TRT çevirisine sadık kalınarak seyirci karşısına çıktı. Bu hafta vizyona giren ve sadece animasyon karakterlerden oluşan
Çeyrek finaldeki 4 takım; Akhisar, Kayseri ve Rize ligde kalmak, Sivas ise lige yükselme derdinde olduğundan Türkiye Kupası onlar için de izleyenler için de angarya oldu. Harcanan suya, elektriğe de yazık.
YARIM SAATTE BİTTİ
Fenerbahçe, yarı finale ilk maçı oynamadan çıkmıştı. “Önceliğimiz ligde kalmak” diyen Sergen Yalçın, yedeklerle çıkıp 3-0 kaybetmişti. Bu kafadaki bir takımın rövanşa gelmeyip, 3-0 hükmeni kabul etmesi bile sürpriz olmazdı.
Fenerbahçe, yine yedek soyunan Kayseri’ye karşı formalite maçını da yarım saatte bitirdi. Kanarya için maçın iki manası vardı. Birincisi, sakatlıktan çıkan Volkan Demirel’in aklının takılı olduğu Galatasaray için bir hazırlık maçı oynaması; ikincisi de Karabük’te oyuna girdikten 10 dakika sonra alındığı için kendi ifadesiyle ‘rencide’ olan Volkan Şen’in bu sezon ilk golü atıp morallenmesiydi.
Bir ‘gözyaşı klasiği’dir ‘Canım Kardeşim’... İzleyip de ağlamayanın insanlığından şüphe duyarız... Leman ve Sıtkı Akçatepe gibi oyuncu bir anne-babanın oğlu olmanın avantajıyla setlere çok küçük yaşlarda dahil olmuştur Halit Akçatepe ama seyircinin gönlüne ve zihnine bu Ertem Eğilmez filmindeki rolüyle yerleşmiştir ilk ve derinden... Aslında bu film sadece onun için değil, yönetmeni için de bir dönüm noktasıdır. Çünkü Tarık Akan, Halit Akçatepe ve Kahraman Kıral’ın başrollerini paylaştığı ve bugünden bakıldığında bir melodram klasiği olan ‘Canım Kardeşim’, vizyona girdiğinde gişede çalışmamıştır ve bunun üzerine Eğilmez melodramı bırakarak komediye yönelmiştir.
(Fotoğraf: Gaye Yön)
‘HİMMET ABEY’...
Melodramın kaybı, belki de ‘Türkiye Sineması’nın bambaşka bir kazancı olmuştur. ‘Ertem Eğilmez sineması’ denen bir gerçek ‘Hababam Sınıfı’ydı, ‘Köyden İndim Şehire’ydi, ‘Süt Kardeşler’di, ‘Gülen Gözler’di derken bugün her biri hatıralarımızda yerleri alabildiğine sağlam ve sonsuza kadar değişmeyecek olan yapıtlar ortaya çıkmıştır. Eğilmez, yeni ve uzun yolculuğunda da Akçatepe’ye yer vermiştir. O artık ‘Hababam Sınıfı’nın ‘Güdük Necmi’si, ‘Köyden İndim Şehire’nin ‘Gayret’i (ki biz onu hep “Himmet Abey” repliğiyle hatırlayacaktık), ‘Süt Kardeşler’in ‘Ramazan’ıdır... Sempatik gülümsemesi, saflığı, haytalığı ve her daim sadık dostluğuyla...
‘Süt Kardeşler’ filminin setinde Kemal Sunal’la.
Antalyaspor dün topa daha fazla sahip olan takımdı ancak ileride etkili olduklarını söylemek zordu. Genelde Celutska ve El Kabir’le sağdan hücul ettiler, bol bol orta yaptılar. Ancak artık yaşı ilerleyen ve ikili mücadelelerde eskisi gibi ayakta kalamayan Eto’o ile topu buluşturmakta zorlandılar. Zaten sorun da burada, buluştursalar gol olma ihtimali yüksek. Nitekim El Kabir 29. dakikada Eto’o’yu buldu, o da takımının ilk yarıdaki tek isabetli şutunu ve golünü kaydetti. Hemen burnunuzu kıvırmayın, Kayserispor’un ilk 45 dakika hiç şutu yoktu!
Aslında Antalyaspor bu golden sonra rahat bir oyun da çıkarabilirdi ancak gerek golden üç dakika önce (o ana kadar bence sahanın en iyisi olan) Chico’nun sakatlanarak çıkması gerekse oyuncular arasında çıkan gerginlik ve kırmızı kartlar oyunu soğuttuğu gibi Antalya’nın hızını kesti. Ev sahibi ikinci yarının henüz 6. dakikasında gelen beraberlik golüyle bir şok daha yaşadı. Oyuna devre başında giren Mendes nefis bir gol kaydetti ancak sakatlanıp oyundan çıktı. Yani konuk ekip de hem ilk isabetli şutunda golü buldu hem de en iyi ismini sakatlığa verdi.
ASİST KARDEŞLİĞİ
Şartlar eşitlenmişti yani. Antalya kalan bölümde baskısını artırdı. İlk golde El Kabir asist yapmış, Eto’o atmıştı, 90+2’de bu kez Kamerunlu verdi Faslı attı. Antalya ikinci yarıda belki de en organize güzel atağını geliştirdi ve golü de buldu.
Tecrübenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördük. El Kabir ve Eto’o dört dörtlük oynamadılar belki ancak topla buluştuklarında neler yapabildiklerini dün bir kez daha gösterdiler. Kırmızı beyazlılarda hücum arkasındaki üçlüden Mbilla ve Danilo dün beklenen düzeyde değildi, genelde yan paslarla ‘idare ettiler’. Biraz daha dikine oynarlarsa Antalya hücumda daha etkili olacaktır.
Önce ‘çeviride kayboldu’ (‘Lost in Translation’), sonra bir tablo zarafeti (‘İnci Küpeli Kız’) içinde kendini hatırlattı. 1984 doğumlu Scarlett Johansson, ‘Rüya fabrikası’ namlı Hollywood’un, ‘Rüyaları süsleyen kadın’ kontenjanının belki de günümüzdeki en belirgin temsilcisi konumunda artık. Bir Vermeer tablosu güzelliğindeki ve masumiyetindeki görüntüsünün uzağında, bir arzu nesnesine dönüştü adeta. Basamakları çıkarken de en güçlü yardımı Woody Allen’ın filmografisi içindeki en farklı yapımlardan biri olan ‘Maç Sayısı’ndan aldı sanırım. ‘Suç ve Ceza’nın bu modern uyarlamasındaki karakteri, bir anlamda ‘şuh’ kimliği üzerinde yoğunlaşılmasını ve kitlelerce ‘Seksi kadın’ unvanıyla ele alınmasını sağladı.
KABUKTAKİ HAYALET
Yönetmen: Rupert Sanders
Oyuncular: Scarlett Johansson,
Pilou Asbaek,Takeshi Kitano, Juliette Binoche, Michael Pitt, Chin Han
ABD yapımı
Peşi sıra gelen