Uğur Vardan

Sinemada ilk yarının karnesi

19 Temmuz 2022
Yılı yarıladık, dolayısıyla vizyona çıkan filmlere ilişkin ilk yarı toparlaması yapabiliriz. Bu mantıkla şu ana kadar salonlara uğramış yapımlar arasından “En İyi 10 Yabancı” ve “En İyi 5 Yerli” çalışmayı sıraladık. Ki bu filmlerden bazıları ‘açık hava gösterimleri’nde tekrar seyirciyle buluşuyor, zamanında izlemediyseniz bu kez kaçırmayın deriz.

1) Paralel Anneler / Madres Paralelas (5 yıldız)

Acı bir tarihin kapısını aralarken...

Yaşları farklı olsa da modern zamanlardan iki annenin doğum yaptıkları hastanede başlayıp adeta İspanyol siyasi tarihinin yakın geçmişine de uzanan öyküleri. Penélope Cruz’a ‘En İyi Kadın Oyuncu’ dalında Oscar adaylığı getiren bu enfes filmde Pedro Almodóvar, ‘Franco faşizmi’nin darmadağın ettiği hayatları da hatırlatıyordu...

2) Vortex (5 yıldız)

Yaşlılara gerçekten yer yok mu?

Biri demans problemleriyle, diğeri de hem onunla hem de yayına hazırladığı kitabıyla uğraşan, 80’lerindeki bir çift. Provokatif yapıtlarıyla tanıdığımız Gaspar Noé, bence kariyerinin en iyi filmi “Vortex”te hem yaşlılığın trajik yanlarında hem de varoluşumuza dair soru ve sorunlarda dolaşıyordu.

Yazının Devamını Oku

Dondurmam Maraş!

16 Temmuz 2022
Geçen hafta vizyona giren, Chris Hemsworth’ün sürüklediği, Marvel ailesinden Çekiçli İlah Thor’un dördüncü solo çalışması ‘Aşk ve Gök Gürültüsü’nün (Thor: Love and Thunder) ilk üç günde 278 bin 195 kişi tarafından izlenerek gişede büyük ilgi gördüğü sinema ortamında, bu hafta üç yeni film var: ‘Külahıma Anlat’, ‘Zehir Zemberek’ ve ‘Babil-i Cin’...

Bu hafta vizyona giren filmlerin konularına göz atalım... Ahmet Karaağaç’ın yönettiği ve Tuğba Özay, Okan Karacan, Ahmet Dursun, Naci Taşdöğen, Max Bendo gibi oyuncuların rol aldığı ‘Külahıma Anlat’ta, dededen yadigâr aile işi dondurmacılığı sürdürmek için İstanbul’da setlerde figüranlık yapan arkadaşı Max’le Kahramanmaraş’a dönen Mert’in yaşadıkları ve eskiden âşık olduğu Mine’yle tekrar yakınlaşma çabaları ön planda.

Komedi türündeki bu çalışma ‘Dondurmam Gaymak’ ve ‘Türk İşi Dondurma’dan sonra yakın dönemdeki üçüncü ‘dondurmalı’ film olarak dikkat çekiyor!

Değişen düzeni anlatıyor

Azerbaycan yapımı ‘Zehir Zemberek’ bıçaklı saldırıdan sağ kurtulan ve asi bir kişiliğe sahip Adil’in tedavi gördüğü hastaneden taburcu olduktan sonra tesadüfen hayatına giren hamile bir kadınla değişen düzenini anlatıyor. Orijinal ismi ‘Zeher Tuluğu’ olan filmi Orkhan Mardan-Taleh Yüzbeyov ikilisi yönetiyor. Oyuncularsa Taleh Yüzbeyov, Leman Merrih, Nezaket Heyderova, Alikhan Rajabov, Zülfiye Kurbanova ve Javidan Novruz.

Haftanın yerli gerilimi ‘Babil-i Cin’ ise Ahmet Yaşar Gümüş imzasını taşıyor. Kadroda yer alan isimlerse şöyle: Tuğba Duygu, Ersin Özkan, Gülfem Eğilmez ve Arif Bal. Film her gece rüyasında kendisini eski bir kiliseye çağırarak oğluyla evlendirmek istediğini söyleyen yaşlı bir kadını gören Ela’nın kâbuslarla örülü hayatını konu alıyor.

Yazının Devamını Oku

Thor dostum Thor...

9 Temmuz 2022
Marvel Sinematik Evreni üyelerinden ‘Çekiçli İlah’ Thor’un dördüncü solo koşusu ‘Aşk ve Gök Gürültüsü’ kızının ölümüyle Tanrılara savaş açan Gorr’a karşı verilen mücadeleyi anlatıyor. Bu arada öyküde Thor’un yolu eski sevgilisi Jane Foster’la bir kez daha kesişiyor. Chris Hemsworth ve Natalie Portman’ın sürükledikleri filmin en akılda kalıcı performansları Christian Bale ve Russell Crowe’dan geliyor.

İnandığı Tanrı’dan hasta kızı için yardım dileyen bir fani... Gorr’un duaları bir türlü kabul olmaz ve en değerli varlığını yitirir. Üstüne üstlük Tanrı bellediği Rapu yaşananlara ilişkin üzüntü duymak bir yana ona hakaret eder. Bu durumda Gorr, ‘Necrosword’ adlı özel bir silahla ‘Altın Kaplı Tanrı’ Rapu’yu öldürür ve akabinde bütün Tanrılara savaş açar... Marvel Sinematik Evreni üyelerinden Thor’un perdedeki dördüncü solo koşusunda öykünün ‘kötü karakteri’ işte böylesi bir nedenden dolayı gücün karanlık tarafında yerini alıyor. Filmin ana ekseni, eski aşkı Jane Foster’la yolları kesişen ‘Çekiçli İlah’ (gerçi bizim kuşak için ‘Baltalı İlah’ Zagor Tenay’ın yerini kimse tutamaz ama!) Thor’un ekibiyle birlikte inançlarını yitirmiş ‘Tanrı Katili’ Gorr’a (Gorr the God Butcher) karşı verdiği mücadele üzerine kurulu.


Thor: Aşk ve Gök Gürültüsü
Yönetmen: Taika Waititi
Oyuncular: Chris Hemsworth, Natalie Portman, Christian Bale, Tessa Thompson, Russell Crowe, Chris Pratt, Dave Bautista, Sam Neill, Matt Damon, Luc Hemsworth, Melissa McCarthy, Sean Gunn, Jaimie Alexander, Jonny Brugh
ABD-Avustralya ortak yapımı

Yazının Devamını Oku

Robotlar da hisseder…

2 Temmuz 2022
Evlat edindikleri Çinli kızlarının kültürel bağlarını canlı tutmak için hayatlarına kattıkları Yang adlı robotun sistem dışı kalmasıyla birlikte açmaza sürüklenen bir çift... ‘Yang’dan Sonra’ yapay zekânın varoluşsal problemleri kadar bellek, aile olgusu, yitip giden bir varlığın yarattığı boşluk, anın yaşanması sırasında aldığımız hazlar gibi meselelere de vurgu yapıyor.

belirsiz bir şehir, belirsiz bir zaman dilimi... Kyra (bir şirkette yöneticidir) ve Jake (çay dükkânı işletmektedir) çifti Çin’den bir kız evlat edinmişlerdir. İkili, kızları Mika’nın kültürel bağlarını canlı tutmak için Yang adlı bir android’i de düzenlerine dahil etmiştir. Dünya çapında ailelerin katıldığı son derece eğlenceli bir dans yarışmasının ardından teknik adı ‘technosapiens’ olan robotları devre dışı kalır. Bu durum dengelerini bozar. Öncelikle Mika abisini, can yoldaşını ve kültürel rehberini kaybetmiştir. Jake bu durumun üstesinden gelmek için Yang’ı tekrar çalıştırmanın (hayata döndürmenin) yollarını arar. Sistem, eskiyen ya da fonksiyonlarını tamamlayan robotları yenileriyle değiştirme esası üzerinde yükselmektedir. Jake, Yang’ı bu tür bir alışverişin dışında tutmak adına bağımsız çalışan bir tamirciden yardım ister. Çok geçmeden bu eski model ‘tekno’nun, kayıtların toplandığı bir çipe sahip olduğunu fark ederler. Konunun uzmanı bir teknoloji müzesi küratörü olan Cleo, çipteki verilerin Yang’ın anıları olduğunu söyler. Bu durumda Jake, verilere göz atarak ailenin eski üyesinin geçmişine uzanır...


Yang’dan Sonra
Yönetmen: Kogonada
Oyuncular: Colin Farrell, Jodie Turner-Smith, Malea Emma Tjandrawidjaja, Justin H. Min, Haley Lu Richardson, Orlagh Cassidy, Ritchie Coster,
Sarita Choudhury, Ava DeMary, Clifton Collins Jr.
ABD yapımı

Yazının Devamını Oku

Bir ‘Kral’ın trajedisi

25 Haziran 2022
‘Rock’n Roll’un Kralı’ namıyla bilinen Elvis Presley’nin öyküsünü, hayatında bir gölge gibi her daim var olan menajeri Tom Parker’la birlikte anlatan ‘Elvis’, etkileyici bir biyografi. Baz Luhrmann’ın yönettiği yapımda ana karakterleri Austin Butler ve Tom Hanks ikilisi canlandırıyor.

Sahnede adeta trans haline geçen, ritmi, dansları ve performansıyla özellikle kadın seyircileri etkileyen, katılımı yüksek konserleriyle dikkat çeken genç müzisyen Elvis Presley, önce kendine kol kanat geren Sun Records ve sahibi Sam Phillips’le yollarını ayırıyor. Ardından devasa dağıtım şirketi RCA Records’a transfer oluyor. Her daim yokluk çeken ailesini Memphis’te satın aldığı ‘Graceland’ adlı malikâneye taşıyor ve bambaşka bir hayatın içine dalıyor. Presley kariyerinde yükselirken sistem onu ‘Müziği, sahne performansı ve enerjisiyle gençliği dejenere ediyor’ şeklinde suçlamaya başlıyor. Genç yıldızın bunlara göğüs germesine tanık oluyoruz.

Baz Luhrmann, son çalışması ‘Elvis’te kuşkusuz tarihin en tanınan müzisyeninin hayatını perdeye taşıyor. Film aslında ‘Rock’n Roll’un Kralı’ namıyla bilinen sanatçının öyküsü kadar onu adeta gölgesi gibi takip eden, kariyerindeki tüm basamaklarda söz sahibi olan, geçmişi karanlık, şimdiki zamanı fazlasıyla ürkütücü görünen ‘Albay’ lakaplı Tom Parker’la olan ilişkisi üzerine kurulu. Luhrmann senaryosunu kendisiyle birlikte Sam Bromell, Craig Pearce ve Jeremy Doner’ın kaleme aldığı yapıtında geniş bir alanı tararken hem bir sanatçının yükseliş ve düşüş dönemine odaklanıyor hem de elindeki yeteneği sonuna kadar sömürmekte kararlı bir menajerin portresini sunuyor.

Bazı sayfalar eksik!

‘Elvis’ öyküsündeki ayrıntılar, ele aldığı ana karakterin sanatsal virajları, müzik piyasası, hâkim ideolojinin meseleye bakışı, dönemin püriten ahlakının Presley’ye uyguladığı total ‘pres’ gibi yanlarıyla kayda değer bir çalışma. Şarkılar, görkemli konser sahneleri, koreografi, ışıltılı hayatların yansıması, yer yer sosyolojik bakış derken 2 saat
39 dakikalık sürenin nasıl geçtiği doğrusu pek hissedilmiyor. Bence filmin en çarpıcı yanı, Elvis’in müziğindeki kaynaklarda yaptığı gezi: Oturduğu semt ve siyahlarla geçen çocukluk günleri itibariyle caz, blues, kilise müziği (gospel) gibi kaynaklardan besleniyor. O muhteşem sesiyle farklı bir tarz ve müzikal büyü sunuyor. Bu açıdan çocukluk döneminde caz kulübüyle kilise arasındaki koşuşturma sahneleri çok başarılıydı. Öte yandan ‘Elvis’, kimi yerli ve yabancı müzisyenlerin hayatlarını perdeye taşıyan ‘Müslüm’, ‘Dilberay’, ‘Bergen’, ‘Bohemian Rhapsody’, ‘Rocketman’ gibi yapımlarla aynı kulvarı paylaşıyor. Bu da genel olarak ‘biyografik filmler’e ilişkin kıstasları yeniden hatırlamamıza vesile oluyor. Bu tür yapıtlar, bazen sanatçının bütün hayatını, bazen bir kısmını ele alıyor. ‘Elvis’, Amerikalı müzisyenin popülerleşme aşamasından ölümüne kadar geçen sürede geziniyor. Örneğin lise dönemimde izlediğim ve başrolünde Kurt Russell’ın yer aldığı, John Carpenter imzalı ‘Elvis’ (1979) 42 yıllık bir yaşamın ilk 35 yılında dolaşıyordu. Baz Luhrmann’ın çalışmasında birçok detay ve dönemeç var ve bütün bunlar, başarılı bir sinematografiyle aktarılıyor. Ama 2022 model ‘Elvis’e dışarıda şöyle eleştiriler getirilmiş: “Liberal hassasiyetlerle donatılmış filmde Presley ve yakın çevresinin Martin Luther King ve Robert F. Kennedy suikastlarından etkilendiğine dair vurgular var. Oysa o, Cumhuriyetçi Parti sempatizanıydı.” Ayrıca Presley Aralık 1970’te Başkan Nixon’la bir araya gelmişti. Beyaz Saray’daki buluşmada Nixon’ın, ABD’nin Vietnam’ı işgaline muhalefet yapan John Lennon’ı sınır dışı edebilmek için “Rock’n Roll’un Kralı”ndan kanıtlar bulmasını istediği öne sürülmüştü. Bu iddiaları radyo sunucusu Bob Harris, geçen yıl bir kez daha dile getirmişti. Yakın arkadaşı Jerry Schilling’se Elvis’in ‘The Beatles’ı ve Lennon’ı sevdiğini, Nixon’a tutkulu bir ‘vatansever’ görünmek için farklı davrandığını söylüyor. Bu tarihi buluşma filmde yok. Performanslara gelince: Elvis’te Austin Butler bence karakterinin enerjisini ve her daim terli (!) görüntüsünü aktarmada son derece başarılıydı. Keza Tom Hanks de Tom Parker’da...


Yazının Devamını Oku

'Bu suçlar unutulmaz'

18 Haziran 2022
Alzheimer’ın yavaştan kapısını çaldığı bir tetikçi, son işinde kurbanının küçük bir kız çocuğu olduğunu görür ve eylemden vazgeçer. Bu ona pahalıya patlayacaktır. Liam Neeson, Guy Pearce ve Monica Bellucci’nin başrollerini paylaştığı ‘Geçmişe Dönüş’ toplumsal yaralara da parmak basan bir aksiyon...

Yaşı kemale ermiş ve alzheimer başlangıcıyla boğuşan ‘kiralık katil’ Alex Lewis, emekli olma niyetindedir. Ama bu mesleği bırakmak kolay değildir; son bir iş alır... Fakat harekete geçtiğinde öldüreceği kişinin küçük bir kız olduğunu görür ve cinayetten vazgeçer. Bu karar ona pahalıya patlayacaktır...
Artık ‘aksiyon yıldızı’ olarak parlayan Liam Neeson, son çalışması ‘Geçmişe Dönüş’te (Memory) ahlaki ve vicdani hesaplaşmalarla çırpınan bir tetikçi rolünde karşımıza çıkıyor.



Adaletini kendin sağla!

Yönetmenliğini Martin Campbell’ın üstlendiği yapım, 2003 tarihli bir Belçika filminin yeniden çevrimi. ‘De Zaak Alzheimer’ adlı bu çalışma, Belçikalı yazar Jef Geeraerts’in 1985 tarihli, aynı adlı romanından uyarlanmıştı. Dario Scardapane’in yeniden harmanladığı ve kimi farklılıklara giderek yazdığı senaryodan çekilen ‘Geçmişe Dönüş’, iki koldan ilerliyor. Bir yanda ‘kötü adam’ olmasına rağmen kendine özgü bir sınıra ve vicdana sahip Alex Lewis var. Aldığı işi nihayete erdiremiyor ve kurbanının kimliğini öğrenmesiyle Meksika uzantılı fuhuş tacirlerine karşı tek başına mücadeleye girişiyor. Diğer kanatta da sistemin çarklarının nasıl işlediğini bilen ve mücadelesini, kendisine sürekli engel çıkaran üstlerine rağmen vermeye çalışan emektar FBI ajanı Vincent Serra... Bu iki karakter aynı amaç uğruna hareket eder ve düzenin koruduğu, dokunmadığı çevreleri cezalandırmaya çalışır. Tabii bu süreçte dengenin ‘kiralık katil’ konumundaki kısmı, işi hukuka bırakmaz, meseleyi silahıyla çözmeye çabalar.

Yazının Devamını Oku

Birbirimizi ısırmadan yaşamak mümkün mü?

11 Haziran 2022
Dinozorlarla bir arada yaşamanın ihtimali var mı? ‘Jurassic World: Hâkimiyet’ bu ana soruya odaklanırken diğer yandan değiştirilen gen yapılarıyla insanlığın karşılaşacağı felaketleri anlatıyor. Film, 1993’te başlayan ‘Jurassic Park’ ekibiyle ‘Jurassic World’ serisinin kahramanlarını buluşturuyor.

Steven Spielberg’ün Michael Crichton uyarlaması ‘Jurassic Park’ı çağlar önce gezegeni terk ettiği düşünülen dinozorları salonlara davet ediyordu. 1993’te başlayıp 2001’de biten üçlemede karşımıza çıkan devasa yaratıkların kenara çekildiği düşünülürken 2015’te bu kez ‘Jurassic World’ serisiyle arzı endam ettiler. Spielberg’ün yönetici-yapımcı sıfatıyla yer aldığı yeni hamlenin son halkası ‘Hâkimiyet’ (Jurassic World Dominion) bu hafta itibariyle vizyonda. 2018 tarihli, ‘Yıkılmış Krallık’ isimli ikinci adımın devamı niteliğindeki yapım, Kosta Rika’ya bağlı Nublar Adası’ndaki tema parkının yok edilmesinden dört yıl sonra başlıyor. Artık dinozorlar dünyanın her yerinde insanlarla birlikte yaşamaktadır. Bu yeni dengenin nereye evrileceği tartışma konusuyken dev çekirgelerin istila ettiği tarlalar, olası bir gıda krizinin habercisidir. Gelişmelerin nereden kaynaklandığını araştırmak da ilk serinin temel karakterlerinden Ellie Sattler ve Alan Grant’a düşer. Öte yandan dinozorları yeniden aramıza katan John Hammond’ın ortağı Benjamin Lockwood’un, Owen Grady ve Claire Dearing’in himayesindeki torunu Maisie’nin kaçırılmasıyla başlayan süreçte bütün ana karakterlerin yolu İtalya’daki Dolomit Dağları’nda inşa edilen gizli bir tesiste birleşir. Burası Biosyn adlı biyoteknoloji şirketinin ana merkezidir ve başında Lewis Dodgston bulunmaktadır. Kahramanlarımız çok geçmeden burada ‘bilimsel araştırmalar’ adı altında insanlığın geleceğine ilişkin felaketler üretildiğinin farkına varacaklardır.

‘Jurassic World’ serisinin ilk filmini yöneten Colin Trevorrow’un imzasını taşıyan, senaryosu da yönetmenle birlikte Emily Carmichael tarafından kaleme alınan ‘Hâkimiyet’ bence son üçlemenin en zayıf halkası olmuş. Zorlama bir öyküye sahip görünen yapım, modern bilimkurgu aksiyonlarındaki klişelerle dolu. Genlerle birlikte gezegenin de doğasıyla oynayan zengin kötü adam, ona engel olmak için çabalayan kahramanlar; ‘Bourne’, ‘Görevimiz Tehlike’ ya da ‘Hızlı ve Öfkeli’ serilerinden ödünç alınmış gibi görünen dinozorlu kaçma-kovalama sahneleri, dünyanın çeşitli yerlerine (Amerika’dan Malta’ya, oradan İtalya’ya) uzanan bir serüven... ‘Hâkimiyet’in özel yanıysa ‘Jurassic Park’la
‘Jurassic World’ serilerinde yer alan ana karakterleri bir araya getirmesi. Bir tür resmi geçit gibi yani.

Öyküden öte efektler...

Öte yandan filmin onca aksiyonunun yanı sıra arka perdedeki mesajları ‘Ekoloji çok önemli, çılgın projelerle gezegenin dengesini bozmamak lazım’ şeklinde özetlenebilir. Ama bu seri, dinozorları tarihsel uykularından kaldırıp zaten dengeleri bozmuş. Filmin konu hakkındaki çözüm önerisi de naif bir fikre dayanıyor: Hep birlikte uyumlu yaşanabilir! Laura Dern, Sam Neill ve Jeff Goldblum gibi serinin eski yüzlerinin tekrar sahalara döndüğü, Malta’daki aksiyon sahnelerinin nispeten iyi durduğu, mutasyona uğramış dev çekirgelerin etkili kareleri, Dilophosaurus, Giganotosaurus, Therizinosaurus, Quetzalcoatlus, Pyroraptor, Lystrosaurus gibi dinozor türlerinin boy gösterdiği, Blue adlı Raptor’la yavrusu Beta’nın evcil hayvanları andırdığı ‘Hâkimiyet’, serinin diğer filmleri gibi öyküsünden ziyade efektleriyle dikkat çekiyor. Gelecek ne getirecek bilinmez ama yaratıcı ekibin bu kurdeleyi uzatmak için zorlandığı belli. Kim bilir, genetik mühendisliğindeki kimi buluşlar, yeni filmler için ilham olabilir, bekleyip görelim.

 Zihni uçuk çocuklar…

Yazının Devamını Oku

Ah şu erkeklik halleri!

4 Haziran 2022
Evliliği, ayrılma fikriyle ‘şiddet’li bir noktaya gelen Harper için her şey çok kötü gelişir.

Kocası James bir üst kata çıkar ve aşağı düşerken de kendisiyle göz göze gelir. Bu bir intihar mıdır yoksa kaza mı; kaybın yanında böylesi bir muammayı da yanında taşıyan genç kadın, bir anlamda huzur bulmak için iki haftalığına Londra’daki hayatını bırakıp Hertfordshire’a bağlı Cotson adlı köydeki kır evini kiralar. Bahçedeki ağaçtan bir elmayı koparıp yemesiyle başlayan bu serüvende karşısına tuhaf erkek profilleri çıkar ve yaşadığı kâbus daha da büyür.
‘Ex Machina’ ve ‘Annihilation’ gibi yönettiği filmlerin yanı sıra ‘Kumsal’, ‘28 Gün Sonra’, ‘Günışığı’, ‘Beni Asla Bırakma’ gibi yapımlardan da yazar kimliğiyle tanıdığımız Alex Garland, genel olarak eserlerinde ‘cennet’ metaforunu öne çıkarıyor. Onun karakterleri ruhlarındaki acıları dindirmek için gittikleri yerde problemlerinden kurtulmuyor, aksine çok daha zor denklemlerin içinde boğuşuyorlar... Son filmi ‘Adamlar’da (Men) da Harper, bir anlamda ‘Yasak meyve’yi, yani elmayı yiyerek günaha adım atıyor. Gittiği köydeki manasızlıklarsa evi kiralayan Geoffrey’yle başlıyor, sonrasında önce metruk bir yapıda gördüğü ve bahçesinde sökün eden çıplak adam, pek de tekin görünmeyen rahip, Marilyn Monroe maskeli çocuk, pub’daki öfkeli müşteri, polis memuru derken parçalar birleşiyor ve ortaya büyük bir felaket çıkıyor.

Eşinin kaybı sonrası yaşadığı vicdani travmayı atlatmak için huzuru taşrada arayan ama burada daha büyük bir kâbusun içine dahil olan bir kadın... Alex Garland imzalı ‘Adamlar’, ‘toksik erkeklik halleri’ne ilişkin bir ‘korku filmi’.




Yazının Devamını Oku