Uğur Vardan

Yiğidim ‘aslanım’ı üzerlerse...

3 Eylül 2022
Kaçak avcıların ailesini yok ettiği bir aslan intikam almak için karşısına çıkan her canlıya saldıracaktır. İki kızıyla vefat eden eşinin doğup büyüdüğü topraklara gelen bir doktorun yolu da bu ölümcül tehlikeyle kesişecektir. Baltasar Kormákur’un yönettiği filmde Idris Elba başrolde.

Gecenin karanlığında bir aslan topluluğunu, ellerindeki son model silahlarla yok eden ‘kaçak avcılar’... Adeta katliam yaparlar, lakin gruptan bir aslanın kurtulduğunu fark ederiz... Doktor Nate Samuels, kanser olan eşini kaybettikten sonra iki kızını yanına alarak karısının vatanı Güney Afrika’ya getirmiştir. Burada onları vahşi hayat biyoloğu Martin ağırlayacaktır. Rehberleri aynı zamanda Nate’i, eşi Amahle’yle tanıştıran kişidir. Kızlar Meredith ve Norah’nın babalarıyla aralarında sorun vardır. Çünkü Nate bir doktor olmasına karşın ilişkileri soğumaya yüz tutmuş eşinin ölümü sırasında yanında yer almamıştır ve bu yüzden çocukları arasındaki mesafe de açılmıştır. Martin’in öncülüğünde safariye çıkarlar, çeşitli hayvanların fotoğraflarını çekip gözetim altındaki aslanları ziyaret ederler. Peşi sıra kaçak avcıların elinden kurtulan aslanın, etrafı kana buladığını fark ederler. Telsiz ve telefonların çalışmadığı bu vahşi beldede sıra acaba onlarda mıdır?


Amerikan sineması çocukları için kahramanlığa soyunan ebeveynlerin verdiği mücadeleleri çok sever.

Amerikan sineması, felaket anlarında aralarındaki geçmiş sorunları geride bırakıp yeniden dayanışan aile öykülerini ve çocukları için kahramanlığa soyunan ebeveynlerin verdiği mücadeleleri çok sever. Buzul çağına dönülse, deprem, hortum gibi doğal afetlerle karşılaşılsa, çeşitli yaratıkların, vahşi hayvanların saldırısına uğranılsa ya da eli büyütelim; uzaylıların istilası bile söz konusu olsa; genellikle yakın zamana kadar görevini yerine getirememiş baba devreye girer ve hayatı pahasına, ‘çekirdek ailesini’ korumak için adeta destan yazar!
Yukarıda konusunu özetlediğimiz ‘Canavar’ (Beast) da aynı formülleri yeniden üretiyor. Yıllar önce İstanbul Film Festivali’nde izlediğimiz

Yazının Devamını Oku

Daha iyi ‘veda’ları hak ediyor

27 Ağustos 2022
Sağlık sorunları yaşayan, Hollywood’un unutulmaz aksiyon yıldızlarından Bruce Willis’in de kadrosunda olduğu ‘Son Çıkmaz’ın senaryosu kötü yazılmış, karakterleri derinliksiz. Sinemayı bırakan Willis’in daha iyi vedaları hak ettiğini düşünüyoruz.

SON ÇIKMAZ (BEŞ ÜZERİNDEN İKİ YILDIZ)
Yönetmen: Mike Burns
Oyuncular: Bruce Willis, Ashley Greene, Michael Sirow, Massi Furlan, Texas Battle, Stacey Danger, Josh Rhett Noble, John D. Hickman
ABD yapımı

Kızlarına, amansız bir hastalığın teşhisi konulmasının ardından moral ve dayanışma yemeğine çıkan Maggie ve Frank çifti dönüş yolunda bir geyiğe çarpar. Kaza sonucu anne hayata veda eder. Baba, onca acının üstesinden gelmeye çabalarken eski bir şerif olarak bir mağazada güvenlik görevlisi olarak çalışır. Lakin yine de başı beladan kurtulmaz. Çalıştığı mağazanın yakınındaki ağaçlık arazide bir hesaplaşma yaşanmaktadır; uyuşturucu satıcısı Virgil Brown kendisine ihanet ettiği gerekçesiyle eski elemanını öldürür. Tam bu esnada dışarıya sigara içmek için çıkan Frank Richards yaşananlara şahit olur ve olaya müdahale ederek Virgil’i tutuklar. Ağaçlıklı araziye saklanmış durumdaki uyuşturucu satıcısının oğlu Jake yere düşen silahı alarak en önemli delili yok etmeye çabalar. Bir sonraki hamle eldeki tek tanığı ortadan kaldırmaktır. Bu amaçla hareket eden Jake, Frank’in evine gider ama burada kızı Chloe ve arkadaşı Tammy’yi bulur ve onları tehdit unsuru olarak kullanma yoluyla hedefine ulaşmaya çalışır.

Eski filmlerin anısına...

Bruce Willis, uzun kariyeri boyunca zihinlerde yer eden kimi etkili yapımlarla ilgi odağı olmuş, önemli bir Hollywood yıldızı... Televizyon ekranlarında başlayan yolculuğunda bizim kuşak onu ‘Mavi Ay’ dizisindeki David Addison karakteriyle tanıdı. Sonraki aşamalarda ‘Zor Ölüm’ (Die Hard) serisi, ‘Şenlik Ateşi’, ‘Hudson Hawk’, ‘The Last Boy Scout’, ‘Ölüm Kadına Yakışır’, ‘Pulp Fiction’, ‘Gecenin Rengi’,

Yazının Devamını Oku

Gökyüzünden bize ‘Hayır’ yok!

20 Ağustos 2022
Havada beliren bir cisim ve onu görüntüleyerek para ve şöhret kazanmak isteyen iki kardeş... Jordan Peele imzalı ‘Hayır’, ‘Üçüncü Türden Yakınlaşmalar’, ‘Jaws’, ‘İşaretler’, ‘Geliş’ gibi yapımlardan esintiler sunarken ‘gösteri toplumu’na ait eleştirilere soyunuyor.

Eadweard Muybridge’in 1878 tarihli hareket halindeki bir atla ilgili ünlü fotoğraf çalışması sinema açısından çığır açıcı bir hamledir. OJ (Otis Jr.) ve Emerald Haywood, bu görüntülerdeki siyah jokeyin büyük büyük büyükbabaları olduğunu iddia eden iki kardeştir. Onlara göre aileleri o zamandan beri sinema sektöründeler. Altı ay önce babası Otis Sr.’ı açıklanamayan bir vakadan dolayı kaybeden OJ, kederli bir yapıda, sessiz bir kovboydur adeta. Emerald ise onun tam zıddı, dışa açık, hoyrat bir kişiliğe sahiptir.

Güney Kaliforniya’daki Santa Clarita Valley’de, aile yadigârı çiftliklerinde yaşayan ve sinema-televizyon dünyası için eğitilmiş hayvan (atlar) hizmeti sunan ikilinin dünyası, tuhaf gelişmelerle sarsılır. OJ’in gökyüzünde gördüğü UFO’vari bir cisim onlara farklı bir maceranın da kapısını aralar. Yakınlarındaki ‘Jüpiter’in Madeni’ adlı tema parkının sahibi, bir zamanların popüler çocuk oyuncusu Ricky ‘Jupe’
Park da benzer vakalara tanıklık etmiştir. Bu aşamada Emerald’ın aklına bir fikir gelir; cismi görüntüleyerek para ve şöhret kazanmak... Teknoloji uzmanı Angel ve gizemli görüntü yönetmeni Antlers Holst da ekibe dahil olur ve ‘görsel takip’ başlar...

Oyuncu-yönetmen Jordan Peele’in sinemadaki üçüncü uzun metrajı ‘Hayır’ın (Nope) konusu özetle böyle. Siyahların tarihsel serüveni içindeki zorlu virajları modern korku (gerilim) öyküleri eşliğinde perdeye taşıyan filmleriyle dikkat çeken sanatçı, bu kez ırkçılığa ilişkin tonları daha az düzeyde seyreden ama yine sosyolojik bakışlarında ısrarlı bir hikâyeye soyunuyor. Amerikan sineması, uzaydan gelen tehlikeye fazlasıyla aşinadır. Geçmişte gökyüzü kaynaklı korku, komünizme ilişkin uyarıların bir tür metaforuydu; zamanla bu refleks giderek arkaik bir hal aldı ve evrenin sonsuzluğu içinde öteki dünyalar farklı metaforların, korku ya da umutların kaynağına dönüştü.

‘Hayır’daki gökyüzü kaynaklı tehlikeyse öncelikle yanında birçok sinemasal referansı barındırıyor. Peele’in filmi Spielberg’ün ünlü klasiği ‘Üçüncü Türden Yakınlaşmalar’ (Close Encounters of the Third Kind) gibi başlayıp ‘Jaws’vari bir gerilime dönüşürken Shyamalan’ın ‘İşaretler’inden (Signs) ya da Villeneuve’ün ‘Geliş’inden (Arrival) de esintiler sunuyor. Ama bence asıl referansı, daha sonra Keanu Reeves’lı yeniden çevrimi de yapılan 1951 tarihli Robert Wise başyapıtı ‘Dünyanın Durduğu Gün’ (The Day the Earth Stood Still). Çünkü burada da biz dünyalıların dertleri ve hırsları, gezegeni belki bu kez fiziksel değil ama ruhani ve ahlaki olarak bir çürümenin eşiğine taşırken devreye yukarıdan ‘parmak sallayan’ ve bir anlamda “Böyle yapmayın” diyen uzaylı devreye giriyor...


Yazının Devamını Oku

Ve karşınızda ‘Hint Forrest Gump’

13 Ağustos 2022
90’lı yılların klasiklerinden ‘Forrest Gump’ı Hindistan’a taşıyan ‘Laal Singh Chaddha’, çok başarılı bir uyarlama. Başrolünde ‘Bollywood süperstarı’ Aamir Khan’ı izlediğimiz yapımda, 80’lerden günümüze ülkenin siyasal gelgitleri de perdeye yansıyor.

Tom Hanks’e ‘En İyi Erkek Oyuncu’ dalında ikinci kez Oscar kazandıran ‘Forrest Gump’, izleyicisine 1950’lerden 80’lere uzanan bir süreçte kahramanının kişisel öyküsüyle birlikte Amerikan tarihinden de kimi önemli notları sunuyordu. Haftanın yenilerinden ‘Laal Singh Chaddha’, Robert Zemeckis’in yapıtına 28 yıl sonra tekrar uğruyor ve bize Hindistan’da geçen bir Forrest Gump hikâyesi anlatıyor. Başrolünde ‘Bollywood süperstarı’ Aamir Khan’ı izlediğimiz bu versiyondaysa tarihsel dilim 80’lerden günümüze uzanıyor.


Bu, Aamir Khan ve Kareena Kapoor’un birlikte 3’üncü filmi.

Önce konu diyelim: Trenle seyahat eden Laal Singh Chaddha bir yandan yerel bir atıştırmalık olan ‘golgappa’sını yerken öte yandan karşısında oturan kadına kendi öyküsünden pasajlar aktarıyor. Kavrama yetenekleri açısından problemler yaşayan küçük Laal, okulda arkadaşları tarafından dışlanırken kendisine Rupa adlı kız öğrenci sahip çıkıyor ve onun en yakın arkadaşı oluyor. Yolculuk sürerken Laal’in trende yaşadıklarına kulak verenlerin sayısı artıyor; bu arada kendisinin savaşa katıldığını, iş hayatına atıldığını, Rupa’ya olan aşkını defalarca dillendirmesine rağmen karşılık göremediğini öğreniyoruz...

Advait Chandan’ın yönettiği, Atul Kulkarni’nin adapte ettiği ‘Hint Forrest Gump’ın öyküsünü anlatan bu yapım, yerinde hamleler ve ustaca dokunuşlarla özgün yapıt olmayı başarıyor. ‘Laal Singh Chaddha’, enerjisi, renkleri, duygusu itibariyle ‘Bollywood’ geleneğine yakın gibi dursa da arka plana taşıdığı vakalarla seyircinin zihnine tarihsel notlar da düşüyor. 1984’te Başbakan Indira Gandhi’nin Sih korumaları tarafından suikasta uğrayarak öldürülmesi, akabinde ülke içinde başlayan çatışmalar, ilan edilen olağanüstü hal, sonrasında 1999’daki Kargil Savaşı, 2008’deki Bombay saldırıları vs. bütün bunlar, Laal’in hayatındaki dönemeçler aktarılırken gerçekleşen, zaman zaman da ana karakterin içinde yer aldığı eylem ve olaylar olarak karşımıza çıkıyor. Bu açıdan Advait Chandan’ın filmi Hindistanlı seyirci için belki hafıza tazeleme görevi üstleniyor, bizim gibi olayların uzağında olanlara da kronolojik bilgilendirme sağlıyor.


Yazının Devamını Oku

Uçuk kaçık bir yolculuk!

6 Ağustos 2022
İçinde 10 milyon dolar olan bir çanta ve Rus mafya babasına teslim edilecek oğlu...Tokyo-Kyoto hattındaki bir hızlı trende geçen, Brad Pitt’in sürüklediği ‘Suikast Treni’, Kôtarô Isaka’nın romanından uyarlanmış. Dalgacı tonu belli noktalara kadar başarıyla seyreden bu aksiyon komedi, daha sonra karikatürize bir hal alıyor.

Hareket halinde bir tren ve bazen düz, bazen kıvrımlı rayları aşarken içinde yaşanan onca aksiyon... Sinema için eski ve defalarca üzerinden geçilmiş bir zemindir demiryolları. Haftanın yenilerinden ‘Suikast Treni’ (Bullet Train) bu tanıdık formülleri Tokyo-Kyoto arasındaki bir hızlı trende (Japonya’da onlara ‘Shinkansen’ deniyormuş) yeniden inşa ediyor.

Önce konu: ‘Limon’ ve ‘Mandalina’ lakaplı iki İngiliz suikastçı, ‘Beyaz Ölüm’ namlı Rus mafya şefinin oğlunu ve içinde 10 milyon dolar olan bir çantayı teslim için trende yolculuk etmektedir. ‘Uğur Böceği’ lakaplı, deneyimli suikastçı da 10 milyon dolarlık çantanın peşindedir. Çok geçmeden bu denklemin farklı bileşenleri olduğu anlaşılacaktır; liseli ‘Prens’, Japon suikastçı ‘Kimura’, Meksikalı ‘Kurt’ ve kadın suikastçı ‘Eşek Arısı’ da kendince sebeplerden dolayı trendedir. Hepsinin birbirlerine karşı eski husumetleri vardır ve yolculuk, hesapları kapatmak için yeni bir fırsattır!



Oyuncu ve dublör olarak tanınan, daha sonra yapımcılık ve yönetmenliği de deneyen David Leitch, ‘Sarışın Bomba’, ‘Deadpool 2’, ‘Hızlı ve Öfkeli: Hobbs ve Shaw’ gibi yapıtlara imza atmış bir isim (ilk ‘John Wick’te de yardımcı yönetmendi). Yukarıda özetini sunduğumuz ‘Suikast
Treni’ Leitch’in ‘aksiyon filmleri’ kariyerindeki yeni adımı.

Yazının Devamını Oku

Havada ‘Gremlin’ sesi var!

30 Temmuz 2022
İkinci Dünya Savaşı sırasında Müttefik Hava Kuvvetleri’ne ait bombardıman uçağında erkek mürettebat arasında yolculuk eden bir kadın yüzbaşı ve hem Japon jetlerine hem de kendilerine musallat olan Gremlin türü yaratığa karşı verdiği mücadele... Chloë Grace Moretz’in sürüklediği ‘Buluttaki Gölge’ feminist yapıda ilerleyen bir aksiyon filmi.

Buluttaki Gölge (Beş üzerinden üç yıldız)
Yönetmen: Roseanne Liang
Oyuncular: Chloë Grace Moretz,
Taylor John Smith, Nick Robinson, Beulah Koale, Callan Mulvey, Benedict Wall, Joe Witkowski, Byron Coll
Yeni Zelanda-ABD ortak yapımı

Başta Hitler ve Naziler olmak üzere yeterince ‘canavar’ barındıran İkinci Dünya Savaşı döneminde sahaya bir de ‘kurgusal’ canavarları sürmek mantıklı mı? Değil elbet ama sinema bu; gönlü istediği konuya konuyor! 2018 yapımı ‘Overlord Operasyonu’nda, savaş ortamında (Dr. Mengele’nin genetik deneylerini hatırlatan) birtakım gizli kapaklı tıbbi müdahaleler sonucu işin ucu zombielere uzanıyor ve bir anlamda sinemasal türler birbirinin içine geçiyordu.

Bu haftanın öncelikli yapımı ‘Buluttaki Gölge’de (Shadow in the Cloud) de aynı çaba var. Savaş ortamındaki öykü ‘Yaratık’lı filmler kulvarına uzanıyor.

Yazının Devamını Oku

‘Yaratık’ gibi bir terörist!

23 Temmuz 2022
İstanbul’da, bir hastanede patlayan bombayla birlikte hayatını kaybeden çok sayıda insan...

CIA operasyon görevlisi Abigail (Abby) Trent için hayatının en büyük gayesi, kurbanlar arasında bulunan kocasını ve küçük kızını öldürenlerden hesap sormaktır. Merkez onu Ürdün’de, çölün ortasındaki Citadel isimli gizli hapishaneye yönetici yardımcısı olarak atar. Tutuklular arasındaki Farhan Barakat bombalama eylemine ilişkin sorgulanmaktadır. Tam bu esnada Ankara’daki paravan bir şirkete düzenlenen operasyonda birçok terör saldırısının faili olarak aranan Hatchet kod adlı terörist yakalanır ve üsse getirilir. Lakin bu gizemli ve acımasız fail sorgu işlemi sırasında kaçarak etrafı kana bular.


‘Çıkış Yok’, Ridley Scott’ın ‘Yaratık’ını askeri bir hapishane ortamında yeniden inşa etmeye çalışan bir aksiyon. İstanbul’da patlayan bir bombayla kocasını ve küçük kızını kaybeden bir CIA ajanı olan ana karakter Michelle Monaghan, ‘Teğmen Ripley’ (Sigourney Weaver) esintileri sunuyor.

Birçok ödüllü reklam ve moda filminin yönetmeni olarak tanınan Sophia Banks’in ilk uzun metrajı ‘Çıkış Yok’ (Black Site) ailesini yok edenlerden intikam alırken kendisini bir komplonun içinde bulan bir masabaşı ajanının yaşadıklarını anlatıyor.

Beş ülkeden (ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda) oluşan (yöreyi tanıyan bir tür gözlemci olarak İsrail de var işin içinde) ‘Five Eyes’ adlı bir topluluğun parçası olarak hareket eden ekip odakta yer alırken üsse giren ve sonrasında firar eden Hatchet vasıtasıyla öykü ‘aksiyon’un sularına doğru ilerliyor. Filmde her ne kadar İstanbul ve Ankara öykü açısından önemli ayaklar olarak dillendiriliyorsa da

Yazının Devamını Oku

Yazdı, çizdi, çekti... Erden Kıral

19 Temmuz 2022
Toplumsal sorunlara duyarlı bir yönetmendi...

SİNEMAMIZIN 100 yılı aşkın serüvenine baktığımızda emekleme ve ayağa kalkma, sonra da büyüme süreçlerinde favori olan tür melodramdı. Evet, arka plan ‘sınıfsal’dı ama işin içinde aşk olunca ‘Yeşilçam’a göre aşılmayacak dağ, yıkılmayacak ekonomik duvarlar yoktu! Büyük kente göçün yarattığı sorunlarla filizlenen kimi meseleler ve komedi formatındaki popüler filmler de melodramın yanındaki sacayaklarıydı. Daha önce, yine Hürriyet sütunlarındaki bir başka yazıda altını çizdiğim gibi takvim yaprakları 60’ların ikinci yarısını ve 70’leri gösterirken, kendi ‘Yeni Dalga’sını arayan, dünya görüşü olarak daha çok ‘sol’da yer alan o dönemin genç sinemacıları toplumsal sorunları bazen güçlü romanların adaptasyonlarıyla, bazen de etkili senaryoların yansımalarıyla perdeye taşıdılar...



ÖĞRENCİLİĞİNDEN BERİ...

Bu kuşağın öncüleri arasında Yılmaz Güney, Zeki Ökten, Şerif Gören, Erden Kıral, Ali Özgentürk gibi isimler vardı ve onlar genel bir çerçevede ‘İtalyan Yeni Gerçekçiliği’ çizgisinde seyreden yapımlara imza atıyorlardı. Pazar günü aramızdan ayrılan Erden Kıral ise aynı zamanda sinema üzerine kalem oynatmış, fikir üretmiş, sonra da kamera arkasına geçerek kimi dönemeç yapıtlarla akıllarda yer etmiş yaratıcılarımızdandı. 1942 Gölcük doğumlu sanatçı İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Seramik Bölümü’nü bitirmişti. Öğrenciliği sırasında kimi filmlerde asistanlık yaptı, reklam ajansında çalıştı. Sonrasında ‘Gerçek Sinema’, ‘Çağdaş Sinema’, ‘7. Sanat’ ve ‘Güney’ dergilerinde yazı yazdı, yöneticilik görevlerini üstlendi. ‘Kumcu Ali Yaşar’ adlı orta metrajıyla yönetmenlik serüvenine atıldı.

‘BİZİ SİNEMATEK YETİŞTİRDİ’

‘1978’de ‘Kanal’la başlayan uzun metraj cephesinde ise

Yazının Devamını Oku