Paylaş
Salı gecesi ARENA'nın yayınından sonra, merhum MHP Lideri Alparslan Türkeş'in yakın koruması Tahsin Pehlivanoğlu aradı. Pehlivanoğlu, çok önemli açıklamalarla dolu konuşmasına, ‘‘Şuna adınız gibi emin olun, ben Başbuğ'umun haberi olmadan, adımını bile atmayan bir görevliydim!’’ diyerek başladı. Merhum Türkeş'in yakın koruması, daha sonra şunları söyledi:
‘‘Görüşme isteği, Başbuğ'umdan değil, Kumarhaneler Kralı Ömer Lütfü Topal ve adamlarından gelmişti. O sırada, 1995 seçim kampanyasına hazırlanıyorduk. Topal'ın Türkmenistan'daki otel ve kumarhane işleri için referans mektubuna ihtiyacı varmış. Bunu bizim vermemizi rica ediyorlardı. Topal'ın Ankara'daki işlerini takip eden Aliye Kara, referans mektubu karşılığında, partimizin seçim kampanyasına katkıda bulunmak üzere 1 milyon 750 bin dolar verebileceklerini söyledi. Ayrıca diğer partilere de yardım ettiklerini belirtti. İlk görüşme böylece noktalandı. Bunun ardından sağda solda dedikodu yapılınca, merhum Türkeş çok kızdı ve Kara'yı yeniden çağırtarak, onu azarladı. Hadise bundan ibarettir! Partiye tek kuruş verilmemiştir...’’
Ömer Lütfü Topal'ın başkentteki işlerini takip eden ve itiraflarıyla, rüşvetçi bürokrat ve politikacıların ipliğini pazara çıkaran Aliye Kara, polisteki videolu sorgusunda farklı konuşmuştu. Kara, ‘‘Merhum Türkeş'in adını kullanan bazı kişiler, bizden 6 milyon dolar, yani yaklaşık 2 trilyon lira aldılar!..’’ demişti. İtiraflarıyla bir bakıma ‘‘Topal İmparatorluğu’’nun önlenemez yükselişinin sırlarını da anlatmış olan Aliye Kara, bu paranın 1 milyon 750 bin dolarlık bölümünün, MHP Lideri Türkeş'in yakın koruması Tahsin Pehlivanoğlu aracılığıyla istendiğini iddia etmişti.
Pehlivanoğlu verdiği yeni bilgilerle,‘‘ Türkmenistan olayı’’na açıklık getirmiş oldu.
‘‘KİMİN CEBİNE GİTTİ?’’
Türkeş'in tüm sırlarına vakıf olan kişi ‘‘Tek kuruş alınmadı, aksini kanıtlayan olursa, canıma kıyarım!..’’ derken, iddialı ve inandırıcı konuşuyor. Peki o halde, Aliye Kara'nın ‘‘alındı’’ dediği 2 trilyon lira, kimin cebine gitmiş olabilir?
Bu noktada gözler, bir filmciye çevriliyor. Alparslan Türkeş'in oğlu Tuğrul Türkeş, Hürriyet'ten Enis Berberoğlu'na yaptığı açıklamada, duyumlarına dayanarak bu kişinin babasının adını kullanıp çıkar sağladığını ima ediyor.
KIRCI'NIN MEKTUBU
Haftanın önemli bir başka gelişmesi ise Eskişehir E Tipi Cezaevi'nde yatmakta olan ‘‘Bahçelievler Katliamı’’ hükümlüsü, Haluk Kırcı'dan gelen ikinci mektup oldu.
Haluk Kırcı, 4 buçuk sayfalık mektubu, aynen yayınlanması koşuluyla yazmış. ‘‘Eğer uygun görmezseniz, sizde bilgi olarak kalsın’’ diyor. İlkinde olduğu gibi, bunu da sütunlarıma aktarmak isterdim. Ancak bana ayrılan köşe, buna olanak sağlamıyor.
Mektubun Abdülkadir Uslu ile ilgili bölümünü, kısaltma yapmaksızın sunmak istiyorum. Uslu, banka müdiresi Sema Adın'ın parasını gasp ettikten sonra, onu diri diri denize atan çetenin başı olmakla suçlanan kişi. Aynı zamanda Haluk Kırcı'nın da arkadaşı. Bakın Haluk Kırcı onun hakkında neler yazmış:
‘‘Abdülkadir Uslu'yu, Bursa Cezaevi'nde yatarken, 1989 yılında tanıdım. Abdülkadir o yıllarda, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde okuyor ve birçok üniversiteli genç gibi, ziyaretimize gelip gidiyordu. Onu tanıdığım günlerde, yazılarını cezaevinde hazırladığımız ve dışarıda bastırdığımız ‘Bizim Dergah' isimli aylık derginin, içeride sorumluluğunu yapıyordum. Derginin basım işlerinde yardımcı olmaları için Abdülkadir ve arkadaşlarından yardım istedim. Onlar da bana bu konuda yaklaşık bir buçuk yıl boyunca yardımcı oldular. Cezaevinden çıktıktan sonra, birçok arkadaşla olduğu gibi, Abdülkadir ile de, aralıklarla da olsa görüştüm. Bu arada ailesini tanıma fırsatını da buldum. Benim tanıdığım Abdülkadir, zeki, çalışkan ve temiz bir çocuktu. Hatta nikáhında da bulundum ve bir kere de ailece görüştüm.’’
‘A.KADİR'E ŞAŞIRDIM’
‘‘Rahmetli Çatlı, ortağı Ahmet Baydar'dan teminat parasını almadığı gibi, Ahmet Bey ile bir hesaba da oturmamıştı. Yani Baydar'dan alacağı vardı ve eğer ailesiyle bir hesaplaşma yapmamışsa, halen de alacağı var. (Baydar tam tersini iddia ediyor-U.D.). İşte bu gerçek çerçevesinde, 1998 yılının başlarında, ihtiyacım olduğu için Ahmet Bey'den para istemek amacıyla, kendisini telefonla aramaya başladım. Ama, bir türlü ulaşamadım. Cep telefonları değişmişti ve şirket telefonlarına da çıkmıyordu. Tam o günlerde kitabımı bitirmiş ve bastırmak için arayışa girmiştim. (Kitabın adı 'Zamanı Süzerken' U.D.). Daha önce yayınevi sahipliği yapan Abdülkadir Uslu'yu, kitabımı basıp basamayacağı konusunda aradığımda, aklıma Baydar geldi ve adresi vererek, ona gitmesini, benim adıma ve rahmetlinin alacağına mahsuben, 10 bin dolar istemesini söyledim. O da gitmiş ve biraz da nezaket kurallarının dışına çıkarak para istemiş. Baydar parasının olmadığını belirterek, benim kendisini aramamı söylemiş. Bunun üzerine aradım ve konuştuk. Parasının olmadığını, işlerinin ters gittiğini söyleyerek, para vermesinin imkánsız olduğunu anlattı ve konu böylece kapandı. Abartarak anlattığınız ve tahsilatçılık mesabesine taşıdığınız olay, bundan ibarettir.
Abdülkadir Uslu'nun adının karıştığı olaylara gelince... Size gayet açıklıkla söylüyorum, iddialar doğruysa, hálá inanabilmiş değilim ve şaşkınlık içindeyim. Çünkü benim tanıdığım Abdülkadir, bu olayları yapabilecek bir çocuk değildi ve bildiğim kadarıyla, maddi durumları çok iyiydi. Eğer böyle bir işe bulaşmışsa nefretle kınadığımı, hiçbir sebebe dayandırmadan bu suçu normal karşılamayacağımı, arkadaşlığımın son bulacağını bilmenizi isterim.’’
Haluk Kırcı’nın bu satırları samimi duygular içinde yazdığına inanmak istiyor, kendisine teşekkür ediyorum.
Abdülkadir Uslu ve çetesinin ünlü bir sanatçıyla ilgili korkunç eylem planını, bu hafta ARENA'da açıklayacağız.
Sanırım Kırcı'nın şaşkınlığı, bir kat daha artacak.
Paylaş