Paylaş
Seyircinin milli maçlara artık tuttukları kulübün formasıyla gelmesi bunun belirtisi.
Taraftarın rakip kulübün milli futbolcusunu yuhalaması ve milli maçı angaryadan sayan futbolcunun isteksizliği de.
Hey gidi günler: 2002’de Japonya’da dünyanın tozunu atan efsane takım şimdikinden daha güçlü değildi. Hatta bazı bakımlardan geride bile kalırdı. Ama bir ruh vardı o takımda. Teknik direktöründen taraftarına dalga dalga yayılan.
Süper futbolcu olmasalar da arkalarında nasıl bir gücün olduğunu bilir, ellerinden geleni yaparlardı.
Zaten bu sayede devlerin yapamadığını yapıp dünya üçüncüsü olmayı başardık.
Emin olun, geçen hafta o takım çıksa Almanya’yı yenerdi. Hem de Ümit Davala ve İlhan Mansız’ın golleriyle.
Çok değil, 9 yıl öncesinden bahsediyorum. O zamanlar Türkiye bugünkü kadar “küreselleşmiş” değildi.
Hakan Şükür henüz milletvekili olmamıştı.
Milli takımın maçlarında rakip kulübün futbolcuları yuhalanmaz, tribünler kırmızı-beyaz gelincik tarlasına dönerdi.
Hani en son cumhuriyet mitinglerinde görüp hayran kaldığımız gelincik tarlasına.
Tribünde Viking kıyafetiyle oturan Danimarkalının ya da samba yapan Brezilyalının heyecanı vardı bizde de.
Milli takımla tek vücut olup dünya devlerinin bile yapamadığını yapıyorduk.
Peki ne değişti 9 yılda?
Bundan sonraki 9 yılda neler değişecek? Yoksa sonunda formadan o ay-yıldızı komple silecek miyiz?
Öcalan ile görüştüm
Tuncay Özkan’ın “Hapiste Yatacak Olana Öğütler” kitabını almaya gidecektim ki, avukatı Gizem Duygu Öcalan ile karşılaştım.
Her zamanki gibi zarifti.
Kitapçıya gideceğimi söyleyince buruk bir tebessümle çantasından kitabı çıkardı.
Bir solukta okudum: Şaka değil, gerçekten de “İçeride nasıl hayatta kalınır” kitabı yazmış Özkan.
Lezzetli bir dille. Acısı bol ve lezzetli.
Adını Nâzım Hikmet’in şiirinden alan kitap acı gerçeği gösteriyor: Şiirin yazıldığı 1949’dan beri dönüp dolaşıp aynı yere geldiğimizi...
tatlı Sözlük
Firar: Kaçırılmayacak bir dizi.
Paylaş