Erkek öğrencilerin yüzde 69’u, kızlarınsa yüzde 88’i bilememiş.
Öylece bakmışlar ak saçlı ihtiyarın resmine.
İşte o ak saçlı ihtiyar, karakola ifade vermeye gitti dün. Yine erken kalktı muhtemelen. Tıraşını olup biraz egzersiz yaptı. Temiz bir mavi gömlek giydi, aynada kendine baktı.
“Araba hazır komutanım” dedi şoför saygıyla. (Belki de “cumhurbaşkanım” demiştir.)
Yolda aklından neler geçti? 12 Eylül 1980 sabahına dair görüntüler uçuştu mu yorgun zihninde?
Şu dünyada kimse kötü adam rolünü kabul etmez. Gangster bile sıkışsa “sistem kurbanı” olduğunu falan söyler.
Başımızı yastığa koyunca rahat etmemizi sağlayacak bir bahane illa ki buluruz yaptıklarımıza.
Hepimiz iktidar yanlısı olacak değiliz ya, biz de muhalefetten dem vuruyoruz. Bir de bakıyorum o aslan parçası: “Sen adam olsaydın zaten evliliklerinde başarılı olurdun!”
Kadın-erkek ilişkileri hakkında derinlere yelken mi açtık, yine o aslan: “Sen önce kendi ilişkilerine bak!”
Bunları söyleyenler hangi bağın bülbülüdür bilmem. Ama hal böyleyse gıybet milli sporları olmuş.
Elemanların değil kitaplarım, yazılarımla bile ilgileri yok ve medeni halime saldırıyorlar. Akılları sıra zayıf noktadan vuracaklar.
Bu hayalle yanıp tutuşan bütün aslan parçaları, sizedir sözüm: Laflarınız nezdimde Taksim’den aşağı Kasımpaşa muamelesi görmektedir.
Yazarların “ailenizin sanatçısı” ya da “iktidar yanlısı” olmak gibi bir mecburiyeti yoktur. Eğer ondan arıyorsanız size Elif Şafak verelim. Hem yeni romanı da çıkacak. Eminim şahanedir.
Her yazarın hayatında dönemsel dalgalanmalar, çalkalanmalar olur. Edebiyat tarihi bunlarla dolu. Bunu o yazarı imha etmek için kullanmaya çalışmaksa hıyarlıktan ibaret. Başaramazsınız.
Vay. Romantik olduğu kadar ürpertici bir deneyim bu.
İnsanın bir başkasının yüzünde kendi gözlerini görmesi sarsıcı bir şey.
Gözler ruhun dışa açılan pencereleri olduğuna göre, arkadaşımın baktığı kendisininkine çok benzeyen bir ruh. Tanıştığı kişi de bir nevi ruh ikizi.
Bir başkasının gözlerine bakıp kendi gözlerine bakıyormuş gibi olduğunda geçmiş olsun, artık geri dönüşsüz bir maceraya dalar.
Bizimkiler Güney Afrika belgeseli hazırlamış. Can da sunucu rolünde. Beyaz gömlek, kravat, siyah pantolon...
Büyük bir ciddiyetle Güney Afrika’nın havasından suyundan bahsettiler. Arada da Afrika dansları ve oyunları.
Çetin Altan’ın sözüdür: Çocuğun odasına bir dünya küresi koy. Duvara da Nobel kazanmış insanların listesini as. Ne olduklarını açıklama. Bırak kendi kendine keşfetsin.
Bir çocuğa yapılabilecek en büyük iyilik, dünyanın Türkiye’den ibaret olmadığını anlatmakmış gibi gelir bana. Bu yüzden müsameredeki Güney Afrika belgeselini tuttum. 6 yaşındaki elemanların hepsi dünyanın bir ucunda böyle bir ülkenin varlığından haberdar şimdi. Aslında aynı ihtiyacı hepimizin hissettiğini düşünmüyor da değilim. Yaşadığımız seçim itiş-kakışı yüzünden hayatın Türkiye’den ibaret olduğunu sanmaya başladık.
Bakıyorum gazetelere, sanki kâinat çevremizde dönüyor. Bir nevi çocukluk hali. Malum, çocuklar her şeyin kendi etraflarında döndüğünü sanır.
İnsanlık da çocukluğundan dünyanın evrenin merkezi olmadığını ispatlayan Kopernik sayesinde çıkmıştır.
Bu yüzden her eve bir Kopernik lazım. Alemin çevremizde dönmediğini hatırlatacak, dünyayı Türkiye gündeminden ibaret sanmaktan bizi kurtaracak bir Kopernik.
Tıpkı vaktiyle iktidara “küresel güçlerin tasarımı” diyen muhalefetin haklı olması gibi.
“Muhtemelen” diyorum çünkü bu tasarımları kimlerin yaptığını bilmiyoruz.
Bizim kapıcı Faruk Bey de bilmiyor, her akşam televizyonda ahkâm kesen “siyaset uzmanları” da.
Hepimizin elinde gerçeğin en fazla yüzde 20’si falan var. Bunları size büyük bir ciddiyetle ve mutlak hakikatmiş gibi sunmaya çalışıyoruz. Haybeden konuşuyoruz yani.
Başbakan’ın dediği gibi, bizim seyrettiğimiz parti liderleri birer aktörden ibaret.
İpleri ellerinde tutanlarsa yüzlerini televizyonlarda ya da gazetelerde göremediğimiz tipler.
Liderler gelip geçiyor, bakanlar değişiyor ama onlar kalıyor. Onlar, parayı dizayn edenler.
Üzüldüm, çünkü biz erkeklerin karşı karşıya bulunduğu tehlikenin boyutlarını görmemi sağladı.
Baktım yazılıp çizilenlere: Tehlikenin farkındaymış gibi görünen tek bir erkek köşe yazarına rastlamadım.
Hep beraber bir çağdaşlık-eşitlik muhabbeti yapıyorlardı, sanki mevzu buymuş gibi.
Yahu çok kadınla evlenmenin bütün zararı erkeklere.
Olayı meşrulaştırmak bizi bitiren hareket olacak, haberimiz yok.
Ey ademoğulları, siz daha birini idare edemezken evde dört kadın olduğunu düşünebiliyor musunuz?
İktidar yanlısı olayım, şeriata uyayım derken bir de bakmışız ev “Muhteşem Yüzyıl” setine dönmüş.
Siyasetimize iki dakika bakan herkes paso seks düşündüğümüzü görür.
Bu sefer de Bülent Arınç, internet yasaklarını eleştiren Ümit Boyner’e ‘pornocu’ demeye getirdi.
Eh, herhalde ‘senin dernek bizim MÜSİAD’ın ezeli rakibi. O yüzden gıcık oluyorum’ diyecek hali yok. Muhabbeti cinsellik üzerinden yürütmüşler. Yine de anlayan anlamış.
Meraklıyız her şeyi sekse bağlamaya. Birbirine “kaymayı” seven maç fanatikleri gibi, rakip siyasetlere “döşemeye” bayılırız.
Bu yüzden internet yasaklarında da olay geliyor erotik sitelerin yasaklanmasına dayanıyor.
Muktedirler “internetin şeffaflığı bizi bozuyor” diyemediğinden, suçu sekse atıyorlar.
Başbakan özel hayatlara tecavüz eden kasetleri “bunlar özel değil, genel, genel!” diye bağırarak savunurken aklımıza “genelev” sözcüğünün geleceğinden son derece emin. Çünkü ne duysak seks geliyor aklımıza. Bu yüzden asıl günahın sansür olduğunu unutuyoruz.