‘Wah Wah’, gerçekten vah vah!

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

TÜRKÇE konusunda aşırı hassasım. Dile yapılan her sataşma, hatta giderek dozunu arttırarak tecavüze dönüşen eylemleri şiddet ve nefretle kınıyorum.

Bu protestoyu da bir görev bilmekteyim. Çünkü öncelikle dil benim mesleki aracım. Daha önemlisi ise dil, bizi bir güruh olmaktan çıkartıp, bir millet yapan en önemli öğelerden biri, belki de birincisi.

Bu millet sözüne de sadece milliyetçi bir açıdan yaklaşılmasını doğru bulmadığımı söyleyeyim. Ben, 'dil bizi millet yapıyor' derken, biraz da medeni insan yapıyor demek istiyorum. Uygar ülkelere baktığımızda onların uygarlıklarına paralel bir de dil zenginliği olduğunu görüyoruz. Uygarlıkla dil arasındaki ilişki bu kadar açık.

Özensizlik

Türkçe konusunda söylenecek çok söz var. Yine de ilk söylenmesi gereken giderek çok az insanın dile saygı göstermesi.

İğneyi başkalarına, çuvaldızı kendimize batırmak için basından örnek vereyim.

Daha bu hafta bir gazetedeki köşe yazısında 'geri iade etmek' sözünün geçtiğini gördüm. Tüylerim diken diken oldu. Gerçi bu bir alıntıydı, ama olsun. O köşenin yazarı dostumdur ve iyi Türkçe bilir. Öyleyse bu alıntı niçin düzeltilmedi anlayamadım. Hadi yazar atladı diyelim, peki niçin bir başka görevli yoktur bunu düzeltecek, o da bilinmez.

İşim gereği bana ulaşan yerel gazeteleri okurum. Bunlardan birinde, adının önünde doktor sıfatı bulunan bir yazar, aynen şöyle yazmış: 'Hani bir deyiş vardır, zarf değil, mazruf içindeki önemlidir diye'. Mazruf zaten zarfın içindeki demek. 'Mazruf içindeki' lafı da ne oluyor?

Aynı yazarın aynı yazısındaki 'ebeveynler' yanlışına değinmek bile istemiyorum. Ebeveyn sözcüğü zaten çoğul. Arapça veya Osmanlıca bilen herkes 'eyn' takısının ikili bir çoğula işaret ettiğini bilir. Tarafeyn sözcüğünde olduğu gibi. 'Ebeveynler' deyince iki kere çoğul yapmış olmuyor muyuz?

'Herkes Arapça veya Osmanlıca bilmek zorunda değil'demeyin sakın. Elbette böyle bir zorunluk yok. Ama öte yandan bilmediği dilde yazı yazmak zorunluğu diye bir şey de yok. 'Ana-babalar' der geçersiniz, olur biter.

Tıpkı havaalanlarında sürekli yinelenen 'yolcuların uçağa teşrifi...' anonsu gibi bir durumla karşı karşıyayız. Kibarlık budalası duyuru meraklılarının komik duruma düşmesi beni hep rahatsız etmiştir. Teşrif, Arapça kökenli bir sözcük. Anlamı da, 'onurlandırmak'. Bunu bilirseniz, insanların 'uçağa' onurlandırmalarının mümkün olmadığını kolayca fark edersiniz. Olsa olsa 'uçağı onurlandırmak' mümkün. O da ne demekse! Şuna düpedüz 'yolcuların uçağa binmeleri' demek varken niçin böyle alengirli deyişlere rağbet edilir, biri bana açıklayabilir mi acaba?

Aşağılık duygusu

Dil üzerine nutku burada kesip imla konusuna geleceğim.

Son zamanlarda yeni bir moda çıktı. O da öz be öz Türkçe sözleri yabancı bir imlayla yazmak merakı.

İlk örnekler 'Hammam', 'Pasha', 'Laila' gibi eğlence yerleri adlarında görüldü. Bunları şirinlik olsun diye söylenmiş sözler olarak algıladım başlangıçta.

Ancak ne yazık ki, kötü örnek bal gibi örnek oluşturdu.

Bu yerlerin ticari başarıları adlarındaki garip yazıma mı bağlandı nedir, taklit edenleri çoğaldı.

Adam yer açmış ve adını da 'vişne' koymuş. Olur ya. İşin olmayacak yanı ise bunu 'Vishne' diye yazması.

Bir başka örneğe Türk İstanbul’un en eski yerleşim yerlerinden biri olan Beşiktaş’ın arka sokaklarında rastladım. Oturanı Türk, yaşayanı Türk olan bu ara sokaktaki sandviççi dükkanının adı 'Sandwichchi'. Yerin sahibi 'sandwich' sözcüğünü İngilizce yazmakla yetinmemiş, sonundaki öz be öz Türkçe 'çi' ekini de 'chi' diye yazmaya utanmamış. Bir zamanlar Şair Nedim’in oturduğu semtte Türkçe’nin böyle ırzına geçilmesi , bu olayda hiç bir kabahitimin olmamasına rağmen, beni yerin dibine soktu.

Bu örneği Hakkı Devrim’e anlattığımda yüzünü görmenizi isterdim. Hakkı Bey hislerini ertesi gün Radikal’deki köşesinde açık açık dile getirdi. Okuyanlar bilir.

Harf devrimi

İşin kökü dil devriminin ayrılmaz bir parçası olarak gerçekleştirilen harf devrimi’ne uzanıyor.

Hem Osmanlıca okuduğum için, hem de siyaset bilimi doktoram dil devrimi konuda olduğundan bilirim. Eski yazıdan Latin alfabesine geçişte birçok teknik konu tartışılmadan, kestirme biçimde İskender’in düğümü çözmesi veya Kristof Klomb’un yumurtayı dik durdurması biçimi çözümlendi. Sorunlar da peşinden geldi.

Amacım o tartışmaları yeniden alevlendirmek değil. Olan olmuş, biten bitmiş. Aradan bunca yıl geçmiş.

Buna rağmen böyle diyerek ellerimizi yıkayıp işin içinden sıyrılmamız mümkün olmuyor. Nitekim kir elimize yapışmış halde.

Kabahat, yıllardır Türk dilinin imlasını bir düzene sokup oturmuş kurallara bağlayamayanlarda.

İmlayla o kadar oynanınca da ortaya böyle şaklabanlıklar çıkıyor.

Ama daha kötüsü de var.

Korkarım bu şaklabanlıklara biraz da aşağılık duygusu ve tatlısu frenkliği merakı neden olmakta.

Ne ayıp!

Reklamlar

Bu arada moda deyimle 'trend'i reklamcılar da görmüş olmalı.

İçlerinde utanma duygusu yokolmuş, dile saygısı büsbütün yitmiş olanları da yangına körükle gitmekte gecikmemişe benziyor.

Bin yıllık 'kasaba'yı 'casaba' yapanlara yine Hakkı Devrim iyi bir ders vermişti.

Yetmedi.

'Waplayın' diye bir laf ortaya attılar. Şimdi Türkçe bilinci ya büsbütün olmayan ya da gelişmemiş on binlerce gencimiz 'waplamak'la meşgul. Hayırlı olsun!

Heyecan sürdü, arkası geldi.

Şimdi de 'wah wah' diyerek banka reklamı yapmaktalar.

'Wah wah' ! Çok doğru, gerçekten de onlara 'wah wah', bize de vah vah!

TEL: 677 04 25

FAKS: 677 04 21

E-MAİL: tsavkay@hurriyet.com.tr

Yazarın Tüm Yazıları