Pop kültürü

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

DOĞAN Hızlan’ın pazartesi günkü köşesinde yayınlanan 'Klasikçiler popçuları geçti' yazısı üzerine arayan arayana.

Doğan Hızlan’ın yazısı üzerine benim niçin arandığım konusu meşkûk göründüğünden açıklayayım. Bu konuda çok düşündüm ve vardığım sonuçları da dostlarımla paylaştım. Beni aramaları o yüzden.

Bir yazının çağrışımları

Önce Doğan Hızlan’ın yazdıklarını hatırlayalım...

Doğan Bey yazısında Fazıl Say’ın yeni CD’sinin (Stravinski’nin 'Bahar Ayini') ödül almasını, sanatçılarımızın dünyadaki başarılarının zirveye tırmanış habercisi olarak nitelemiş.

Bu arada yargısını destekleyen bir noktayı da hatırlatmayı unutmamış. 'Say, daha önce de Bach ve Mozart CD’leri ile dinleyicisine ulaşmış, uluslararası başarı normunu yakalamıştı' diyor.

Ardından popçuların nerede olduklarını soruyor ve bence yazının en can alıcı noktasına geliyoruz...

'Gazetelerin, dergilerin Fazıl Say’ın başarısının üzerinde durmalarını, okurlarına iletmelerini sanat adına talep ediyorum' sözleri Doğan Bey’in yazısından taşıp gelen bir talep. Bir de dilek var: 'Klasikçileri yazmaya elleri alışır umudundayım.' demiş.

'Wünschtraum'

Doğan Bey’in tesbitine de, talebine de katılmamak elde değil. Nitekim çok haklı bir gerekçeye de yer vermiş yazısında. Uluslararası değeri tescil edilmiş birçok klasik müzik sanatçımızı isim isim saydıktan sonra, 'yukarıdaki adlar, en az Türkiye’deki popçular kadar gazete ve dergilerde yer kaplamalı. Çünkü sesimizi, Türk adını yurt dışına asıl onlar duyuruyor' diyor.

Bütün söylenenlerin doğru olmasına karşılık dilekler bir iyiniyet çağrısından ibaret gibi geliyor bana.

Alman dilinde bunun için çok güzel bir deyim vardır: 'Wünschtraum.' Doğrudan çevrilecek olursa 'dilek rüyası' diyebiliriz. İngilizce’de aynı duygu, 'wishful thinking' olarak adlandırılır. Yani 'dileğin dile getirilmesi' denir. Her iki tabirde de bir tür hüzün, bir tür umutsuzluk ve hatta çaresizlik duygusu gizlidir.

İlgisizliğin nedeni

Bence basının gerçek sanata ve sanatçıya duyarsızlığına olduğu kadar popüler sahte değerlere geniş yer ayırmasının altında psikolojik bir neden var.

Fazıl Say’ın ve Leyla Gencer’in hayat hikayelerini yakından biliyorum. Her ikisinin de sanat dünyasında yükselişlerinin, yıldızlarının parlamasının altında yetenek kadar çalışma, alın teri ve hatta gözyaşı var. Bir Fazıl Say, bir Leyla Gencer olmak çok zor. Burada sanata adanmış ve sadece sanatla doldurulan uzun ve zahmetli geçen bir hayat sözkonusu. Eğer şöhret bir ödülse, bu ödül ancak bundan sonra geliyor.

Oysa pop sanatçılara bakın. Hepsinin ortak öyküsü, bütünüyle bir rastlantıya bağlı. Ya inşaatta harç kararken ya da mutfakta veya hamamda şarkı söylerken keşfedilmişler. Müzikle ilgileri ise -içlerinden birinin itirafına bakarak söylemek gerekirse- dayısının halasının oğlunun bir saz sanatçısı olmasından ibaret! Nice armoni bilmez, solfej bilmez, kontrpuan bilmez, hatta nota okumasını bile bilmez sanatçı plaklarının üzerine 'besteci' diye adını koydurmuyor mu? Hangi yüzle?! Ama kimse bunların ipliğini pazara çıkartamıyor. Basın bu konularda bir put kadar sessiz. Tıpkı koskoca bir İstanbul Operası’nın açılışı, senfoni orkestrasının konserlerinin başlaması konularında olduğu kadar sessiz. Siz bunlarla ilgili kaç habere rastladınız?

Buna karşılık, basının büyük desteği ile, çoğu şöhretin bütün nimetlerinden kana kana içmekteler. Neredeyse başımıza taç edilmiş durumdalar.

İlginç bir mesaj

Peki niye? Benim cevabım, basının bu insanlar aracılığı ile geniş kitlelere ilginç bir mesaj vermeye çalışması.

Şöhret için çalışmaya, bilgiye ihtiyaç yok demeye getiriyorlar. Birazcık yeteneğiniz olsun yeter. Hatta aslında Bir gün milli piyangodan büyük ikramiye çıkar gibi siz de keşfedilebilir ve şöhretin zirvesini yakalayabilirsiniz.

Böylece herkese bir umut, bir horoz şekeri dağıtılıyor.

'Size de çıkabilir' bir piyango sloganı olmaktan öteye geçip bir piyango kültürünün şiarı haline geliyor.

Emeksiz, çabasız bir ödül. İşin garip yanı, kimse daha derin düşünmeye gerek görmeden buna inanıyor. Birikimsiz kitleler bu düşünceyle uyuşturuluyor. Adlarını sayamayacağım kadar çok sayıda 'sözümona sanatçı'nın haberlerinin reyting yapması bundan.

Onun için Erol Aksoy gibi ünlü bir koleksiyoncu bile Fahr el nissa Zeid’in sergisi basında yer alsın diye Hülya Avşar gibi güzide bir sanatçımızı sergi açılışına davet etmek gereğini hissediyor. Yukarıda Allah var ya, Hülya Avşar da kendisine biçilen rolün hakkıyla -hem de fazlasıyla- altından kalkıyor!

Abuzer Kadayıf filmini seyretmedinizse gidin görün. Son sahnede şöhrete ulaşan 'sanatçı' 'Milenyum çocuğu' Mahmut Künefe’nin hikayesi bunu çok güzel anlatıyordu.

Bu piyango kültürü ve sahte sanatçılar cennetinde Doğan Bey’in iyi dileklerle dolu rüyasını ne yazık ki paylaşamıyorum.

Gerçekten çok yazık...

TEL: 677 04 25

FAKS: 677 04 21

E-MAİL: tsavkay@hurriyet.com.tr

Yazarın Tüm Yazıları