Paylaş
Birçok girişimci yüklü servetler gömerek kafe ya da restoran açıyor. Çoğu da tam bir felaket. Yiyecek-içecek dünyasında körler sağırları ağırlıyor.
Uzun süredir beni müthiş rahatsız eden bir moda var. Üstelik bu moda galiba kriz mriz de dinlemiyor. Birçok girişimci yüklü servetlerin gömüldüğü kafe ve restoranlar açmakta birbirleriyle yarışıyor. Açılanların bir çoğu ise tam bir felaket. Görüntü çoğu zaman müthiş iddialı ama, yemek ve servise gelince ortada sergilenen hiçbir marifet yok. Üstüne üstlük marifet azaldıkça fiyatlar artıyor. Uyduruk bir salata ve kötü bir servise New York'takinin iki, üç misli para isteniyor. Ödeyen cahil cühela takımı çıkınca da isteyenlerin arsızlığı sınır tanımıyor.
Sanırım işin esrarı biraz da bu tür işletmelerdeki paranın nakit akışında. Bu durum bazı aklıevvel girişimcilerin gözünü kamaştırıyor. Ayrıca bu tür mekanlar insana televole dünyasında şöhret de kazandırıyor. Bir başka faydası da, karısını veya kız arkadaşının ‘‘başını bağlamak’’ isteyenler için ideal formül gibi görünmesi. Nasıl olsa bütün kadınların bu konuda parlak fikirleri olması işin doğasına uygun değil mi?!
Bu devirde iş açan insanları yerden yere vurmak inanın yapmak isteyeceğim en son şey. Ama her önüne gelenin bilmediği bir işe bu kadar cesurca soyunması da içimdeki bütün striptiz ahlakını (!) alt üst ediyor. Öyle ya, soyunmanın da bir adabı, daha önemlisi bir estetiği olmalı.
Tam bu noktada aklıma bir soru takılıyor: Parayla saadet olur mu? Bizde birçok kişi, biraz da eski Türk filmlerinin etkisinde kalarak, bu soruya olumlu cevap verir. Fakir çocuğun kurtuluşunun ancak zengin fabrikatörün kızıyla evlenmesi ile mümkündür.
Bunun ille de doğru olduğunu iddia etmiyorum. Ben sadece bize yapılan endoktrinasyondan söz etmekteyim. Fakir çocuğun bulduğu bir başka çözüm yolu olsa da, başarı sonunda ulaşılan maddi zenginlikle ölçülmekte. Şöhret bile paraya tahvil edilmediği sürece, bizim insanımızın gözünde, beş para etmez! Gördüğünüz gibi ‘‘para’’ para birimi olmaktan çıkmakla birlikte bu deyim hala geçerliğini koruyor. Yani her şey parayla ölçülüyor.
Böyle olunca da parası olan aklını beğeniyor. Aklını beğenen ise bunu abartıyor da abartıyor. Sonunda gelinen nokta, ‘‘çok akıllı olduğuma göre ne yaparsam iyi yaparım’’ düzeyine ulaşıyor. Bir şeyleri bilmek, deneyime saygı duymak, işin derinliklerine dalmak ve benzeri kıstaslar külfet olarak görülüyor. Ünlü bir girişimcimizin söylediği gibi, ‘‘yapanlar benden akıllı mı?’’ sorusu sorulup gereken cevaplar veriliyor.
Bu konuya çok değindim. Ama galiba zaman zaman benzer hikayeleri tekrar ısıtıp gündeme getirmek gerekiyor. Girişimciliğe hiçbir itirazım yok. Hele bu devirdekine hiç mi hiç. Ama insanların bilmedikleri bir alana bu kadar cesurane dalmalarını ve ortalığı bir cahiller ordusunun istila etmesini de asla kabullenemiyorum. Bilmediğini bilmenin bir erdem olduğu unutalı çok olmuş sanırım. Üstelik işin acıklı yanı bunu değerlendirebilecek olup eleştiri getirmesi beklenenlerin çoğu bir o kadar cahil. İnanmıyorsanız gazeteleri, dergileri açıp restoran ve yemek eleştirisi yapanları okuyun. Böylece Türkiye'de yiyecek-içecek alanında bir süredir körlerin sağırları ağırladığı daha iyi anlaşılır.
Peki işten anlayanlar nerede? Bu işten anlayan bir avuç insan ise, ünlü bir matematikçimizin deyimiyle, ‘‘körler çarşısında ayna satmaya çalışıyor’’. Niye bunlar bir avuç insan ve sayıları artmıyor derseniz, cahil girişimcilerimiz sadece zengin olmanın verdiği küstahlıkla akıllarını o kadar çok beğeniyorlar ki, yiyecek-içecek alanı uzun süredir gereken sayıda profesyoneli barındıramıyor.
Konuyu küçümsemeyin. Bu garip bir ruh hali ve aslında yiyecek-içecek dünyası ile de sınırlı değil. Bizde bir kesim, girişimcilik adına akıl almaz işler yapıyor. Bugün böyle bir kafayla kafe açan adamın bir benzeri yarın üzerine uçak inemeyecek havaalanı inşa etmekte beis görmüyor.
Gershwin'in o çok sevdiğim operası Porgy ve Bess'te hiç aklımdan çıkmayan bir bölüm vardır. İkinci perdenin başında Porgy, ‘‘Oh, I got plenty o' nuttin’’ adlı şarkıyı söyler. Türkçe'si ‘‘Bir sürü hiçbir şey elde ettim’’. Sanırım durumumuzu bundan daha güzel özetleyen bir şarkı olamaz. Bir başka biçimde söyleyecek olursak, parayla saadet olmuyor. Akıl ve bilgiyle donanmamış parayla insan olsa olsa rezil oluyor.
Sonunda söyledim ve en azından ruh huzuruna kavuştum...
Paylaş