İzmirli gurmelerin kulübü

İşte sahne! Yemek salonu müthiş bir itina ile hazırlanmış. Personel, çakı gibi. Masalar son derece şık şekilde dekore edilmiş. Benim masama, Ahmet Güzelyağdöken ve eşi düştü.

Ahmet Bey Hilton Oteli'nde bu yemeği düzenleyen Gurme Kulübü'nün kurucularından. Otelin müthiş bir destek verdiği bu kulüp, İzmir'in ağzının tadını bilen kişilerini seçkin sofralarda buluşturmayı amaçlıyor.

Ege'de doğup büyüyüp de İzmir'e aşık olmayan birisinin bulunduğuna inanmam. İzmir, Egeliler için bir düşler kentidir. Çocukluğumda denizi ilk kez burada görmüştüm. Körfez'de çalışan vapurlar ne de büyüktü! İnsanların aktığı caddeler, Konak Meydanı'ndaki kule, geçmişten izler taşıyan Kemeraltı çarşısı, hepsi Binbirgece Masalları'nda okuduğum Bağdat'ı çağrıştırmıştı. Her ikisi de birer masal kentiydi.

Çok masal kitabı okuduğumdan olsa gerek, annemden en büyük isteğim beni İzmir'e götürmesi olurdu. Yalnız hak yemeyeyim, fuar mevsimi gelince Kabe'yi tavaf eden hacılar misali bir göç başlardı İzmir'e. Ege'nin taşra kasabalarından binlerce kişiye birlikte biz de ailece mutlaka her yıl bu kafile içinde yer alırdık.

BÜYÜ DEVAM EDİYOR

Aradan yıllar geçti... Rüyadan hala uyanmış değilim. İzmir, benim üzerimdeki büyüsünü sürdürmeye devam ediyor. Ne zaman buraya gidecek olsam, içimi tatlı bir ürperti sarar. İzmir Hilton'un satış müdiresi Leyla Cingöz, ‘‘Gurme kulübümüzün bir yemeği olacak. Gelir misiniz?’’ deyince nasıl hayır diyebilirdim?

26 Ocak, İzmir'de güneşli ve sıcak bir gündü. Erken bir uçakla vardığım havaalanından etrafı seyrederek kentin merkezindeki otele geldim. Yerimiz önceden ayrılmış. Eşyalar odaya taşınırken ben 30. kattaki Clubroom'da çayımı içiyordum. İzmir, bu kadar yukarıdan seyredilince bir başka güzel görünüyor insanın gözüne. Bu arada belirteyim, ‘‘clubroom’’ otelin özel katlarının bir tür oturma odası. Özel katlar ise misafirlerin hemen her tür isteklerinin neredeyse kayıtsız şartsız sağlanmaya çalışıldığı en üstteki üç kat. Onların üzerinde ise -yani 31. katta- muhteşem bir Körfez panoraması olan ‘‘Windows on the Bay’’ adlı restoran ve bar katı bulunuyor.

Üst baş değiştirildi. Biz, Leyla Hanım'ın uyarısı üzerine getirdiğimiz smokinlerimizi giydik. Bir kat üste çıkıldı. Ve işte sahne! Yemek salonu müthiş bir itina ile hazırlanmış. Personel, çakı gibi. Ama hepsinin yüzünden heyecanları okunuyor. Masalar son derece şık şekilde dekore edilmiş. Misafirler yerlerini aldı. Benim masama, artık rastlantı mı yoksa değil mi bilmiyorum, sevdiğim bir dost, Ahmet Güzelyağdöken ve eşi düştü. Ahmet Bey Hilton Oteli'nde bu yemeği düzenleyen Gurme Kulübü'nün kurucularından. Otelin müthiş bir destek verdiği bu kulüp, İzmir'in ağzının tadını bilen kişilerini seçkin sofralarda buluşturmayı amaçlıyor. O günkü yemek de bunlardan biriydi.

Şimdi küçük bir es vererek size İzmir ve yemek işinden söz edeyim. İzmirliler yemeyi, içmeyi ve eğlenmeyi çok severler. Sözkonusu balık olunca da paraya acımazlar. Ama bunun dışındaki şık davetleri, batılı lezzetleri ve Avrupai bir şıklığı ortalıkta görmek zordur. Bu nitelikler genellikle ev davetlerinde olur. Toplumsal bir ortamda -bir otelde, bir restoranda veya benzerinde- düğün dernek gibi bir vesile bulunmadıkça gastronomik şıklıklar ortaya dökülmez. Bunlara para da harcanmaz. Sakın pintilikten sanılmasın, çünkü aynı insanlar İstanbul'da, Paris'te, Londra'da bu tür yerlerde su gibi para harcamaktan çekinmezler. Nedense İzmir'de bu tür gösteriler hoş karşılanmaz.

SADECE BALIK YENMEMELİ

Ben bu durumu, kendi ortamında gösterişten kaçınma diye niteliyorum. Ama artık bu tür eski kafalar değişmeli. Bunun başlıca nedenini İzmir Hilton'un genel müdürü Clement Hassid kısa konuşmasında çok güzel dile getirdi: ‘‘Bu tür organizasyonlarla İzmir'de yalnız balık yenir imajını sileceğiz’’ dedi. Ne diyeyim, inşallah! Çünkü gerçekten de içine kapanmakla ilerlemeyi sağlamak mümkün değil. Şıklık, zarafet, güzel şeyler sari hastalık gibidir, çabuk yayılır. Birileri bu işe öncü olmalı. İzmir Hilton'un yaptığı ve ilerlemek istediği yol da bundan başka bir şey değil.

Bu görüşlerime aynı masayı paylaştığım İzmir Musevi Cemaati başkanı Moris Bencuya ile National Britannia'nın yönetim kurulu başkanı Martin Sanford da katıldı. Hatta aralarında yeni gurme projeleri ürettiler.

Otelin Fransız şefi Philippe Perraudeau ve brigadı ile servisteki bütün personeli o akşamki unutulmaz gayretleri için kutlamak isterim. Tabii, katkıda bulunan hiç kimseden bu teşekkürü esirgememek lazım.

İzmir benim sevgilim. İnsan sevdiği birisi için nasıl olur da kötü düşünebilir? Ben de İzmir'in yemek dünyasının güzellikleriyle en kısa zamanda buluşmasını dilerim.

Biraz özel bir yazı oldu ama ne yapayım. Bu kent hala düşlerimi süslemeye devam ediyor...


Rakı-balık meselesine CNN'de son nokta


Bugün saat 21:10'da CNN Türk'te Doğan Hızlan'ın ‘‘Karalama Defteri’’ programı var. Doğan Bey bu haftaki programını yemek ve içki kitaplarına ayırdı. Programa konuk olarak Eser Tutel, Vefa Zat ve ben katıldık.

Doğan Bey güzel güzel Nietzsche'den, eski İstanbul mutfağından sözederek başlamışken birden sıra bana gelince iş rakı-balık meselesine döndü. Doğan Bey'in hoş yanı da, programdan önce buluşup konuşmuş olmamıza rağmen bu sürpriz sorudan hiç bahsetmemiş olması. Yine de sözümü sakınmadım. Ama bu kez beni sigaya çeken Molla Kasım durumunda birisi var yanımda. Vefa Zat beyi bu köşenin okurları iyi bilir ama ben bir kere daha hatırlatayım kendisi Türkiye'de içki konusunda tanıdığım en deneyimli hizmet erbabı. Tabii aynı soru Vefa Bey'e de yöneltildi. Vefa Bey de rakıyla iyi giden lakerdadan, çirozdan ve daha nice deniz ürününden söz etti.

Sonunda şu noktada anlaşıp Doğan Hızlan'ın huzurunda bu meseleye son noktayı koyduk. Rakı, meze olarak hazırlanmak kaydıyle, balık ve deniz ürünleriyle çok iyi gider. Ancak, bir yemek sofrasında, hele ana yemek olarak ortaya gelen balıkla rakı içilmez.
Yazarın Tüm Yazıları