Paylaş
GECEKONDULAR İstanbul’un durmaksızın kaynayan yarası.
İşin kötü yanı, arkasında müthiş dramatik bir toplumsal öykü yatıyor. Acımasız bir yoksulluk, çaresizlik sınırlarında dolaşan bir yaşama savaşı, çoğu zaman kaçınılmaz hale gelmiş bir göç var bu öyküde.
Hepsi bu kadar da değil. Gecekondular sayesinde kalitesiz ama ucuz emek, kentin varoşlarında talep çıtasını giderek yükselten emeğe karşı bir alternatif olarak tutuluyor.
Öte yandan arazi mafyası ile uyanık geçinen bir kitlenin bedavacı tavrı sözkonusu.
Belediyelerin çoğu zaman goygoycu, zaman zaman da çaresiz hali sorunun üzerine tüy dikiyor.
Kısacası ortada son derece karmaşık bir denklem bulunuyor.
Orta sınıfın isyanı
Geçen hafta bu denklemin sadece birkaç parametresi üzerine yazdıklarıma orta sınıfa mensup okuyuculardan müthiş tepkiler geldi.
Bugün bunlardan sadece birine biraz olsun değinmek istiyorum.
Nafiz ve Münire Doğan, orta sınıftan iki okuyucum. Söylediklerine kulak verelim...
'Bugünkü yazınızdaki gecekondu meselesinde çok haklısınız.
Resmi otoriteler konuya şöyle bir değindiler ve 'gecekondu yapın' mesajını verdiler.
Oysa bu insanlar sülük gibi kanını emiyorlar büyük şehirlerin. Uyandırın bu cahil politikacıları lütfen. Uyandırın! Yeter artık canım İstanbul mahvoldu.
Bakın televizyonlarda ağlayıp sızlayıp bağıran insanlar ne yazık ki bizi kullanıyor.
Biz devlete 30 yıl hizmet edip ancak iki odalı ve o gecekonducuların yaptığı apartmanda bir daire alabiliyoruz.
Utanç örnekleri
Gayrettepe, Karanfilköy, Rumeli ve Anadoluhisarı üstünde Boğaz manzaralı gecekondular var. Gidin bakın, kaç kat yapmışlar. Satıyorlar, kiralıyorlar.. Kurtarılmış bölge gibi...
Gerçek İstanbullu şaşkın. Gözleri önünde İstanbul yağmalanıyor. Bir şey yapamıyor.
Aklı başında olanlar, 'aman aman' deyip kaçıyorlar Bodrum’a, Marmaris’e. Yazık onlara! Mücadele etmiyorlar. Cahiller kadar cesur olamıyorlar. Bizler sinirlenmekten başka bir şey yapamıyoruz.
Lütfen sizler, elinde imkan olanlar, bu konunun peşini bırakmayın. Ne kurtarırsak kar.
O reytingci televizyonları uyandırın.
Bu insanlar, a’dan z’ye kadar eğitime muhtaç. Yağma dışında hiçbir şey bilmiyorlar .
Onun için sadece yazmakla kalmayın. Kampanyalar yapın. Hepimiz gelelim ve ne yapabilirsek yapalım'
Orta sınıfın feryadı bu. İçinde katılmadığınız yargılar olabilir. Ama söylenenlerin hepsi samimi, hepsi içten. Dikkat ederseniz, isyan edilen haksız kazanç, haksız işgal ve kentin acımasızca yağması.
Gelin de bir İstanbullu olarak bu kutsal isyana katılmayın!
Kızkulesi
Kızkulesi’nin bugünkü haline dair duygularımı biliyorsunuz.
Bugün internette rastladığım bir mektuba, biraz kısaltarak, değinmek istiyorum.
Mektubun yazarı, Metin Karadağ.
Muhatabı ise bir süredir yazıştığı Şükran Aydın.
Patina diye bir şey
Mektup şöyle...
'Sevgili Şükran Aydın,
Sen de gitmişsen artık orası; yani gittiğini zannettiğin yer artık Kızkulesi değildir...
Hani o denize girdiğin zaman var ya? İşte, bundan yaklaşık 2500 yıl önce gördüğün ile şu an gittiğin farklı şeyler. Artık geçmiş olsun...
Sen asıl 'patina' diye bir şey duydun mu?
Patina, zamanın herşey üzerinde bıraktığı iz anlamına geliyor. Yani yalnızca sana ait bir patinan var biliyor musun? Yalnız sana ait, kopya koyun Dolly gibi üretilmediğinin işareti olan bir patinayı taşıyorsun.'
Diğer örnekler
Karadağ’a göre asıl yitip giden İstanbul’un bu patinası.
'Aynı şeyi Çelik Gülersoy bir Hollywood dekoru hazırlar gibi Soğukçeşme 'restorasyonu'nda yapmıştı da tarih Hollywood maymununa dönmüştü.
Gökkafes kılıklı şey artık o adını söylediğin şey asla değil ve bu garabet de 'tabii ki' tarih içinde yer alacak ve geleceğe birşey taşıyacak. Zaman içinde 'patina' sahibi olacak.' diyen Karadağ’a ben de 'acaba mı?' diye sormaktan kendimi alamıyorum. Kentin estetiğini hançerleyen bir yapının nasıl bir patinası olabilir?
Mektubun sonunda Metin Karadağ 'çok şey var daha söyleyecek ama zorunlu olarak susuyorum..
Yazık... Sevgi, saygı ve acıyla' demiş. Bunların içinde galiba en kalıcı olanı acı olacak...
İktisatçı görüşü
GECEKONDU konusuna geçen hafta Asaf Savaş Akat bir yazısında değindi.
Asaf Savaş’ın 'gecekondu nedir?' sorusuna cevabı, 'mülkiyetine sahip olmadığınız bir toprak parçasına, yerel yönetimin izin vermediği bir inşaatı gerçekleştirmektir.'
Hoca bu tesbitin ardından yargısını, 'iki tarafı da kanunen suçtur' diye bildiriyor.
Suçtur ama...
'Suçtur ama' diyor, 'Türkiye’de sıradan bir vakadır. İnsanlar Hazine arazileri üstüne inşaat ruhsatı almadan bina yapar, sonra da iskan ruhsatı olmaksızın içinde otururlar.'
Bu garip meşruiyet duygusunun Hoca da farkında ki, sözlerini şöyle bağlamış: 'Hukukun üstün olduğu bir toplumda iki yol vardır. Ya kamu arazileri üstüne isteyenin serbestçe istediği inşaatı yapmasına izin verirsiniz ya da gecekonduları yıkarsınız. Biz üçüncü yolu bulmuşuz. Ne yıkarız ne de serbest bırakırız. Yasak sürer, ama gecekondular yapılır.'
Gecekondular üçüncü yolun örneklerinden yalnız biri. Devlet, temel eğitim parasızdır der. Kanun velilerden bunun için para alınamayacağına amirdir. Ama devletin okulları şakır şakır para alır. Ne kanun değişir ne de bu kanunsuz uygulama. Doğru değil mi?
Demek ortada hukukun tecavüze uğradığı bir kafa yapısı meselesi var.
Eğer teşhis doğruysa, asıl kafalarımızı değiştirmemiz gerekiyor galiba.
TEL: 677 04 25
FAKS: 677 04 21
E-MAİL: tsavkay@hurriyet.com.tr
Paylaş