İstanbul-New York karşılaştırması

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Bu aralar Zekeriya Sertel’in 'Hatırladıklarım' adıyla kitaplaştırdığı anılarını okuyorum.

Bilmeyenler için Sertel’in Cumhuriyet’in ilk yirmi beş yılında en önemli gazetecilerinden biri olduğunu söylemekle yetineyim.

1919 yılının son günlerinde Amerika’ya giden ve Columbia Üniversitesi’nde gazetecilik öğrenimi yapan Sertel’in o günlere ilişkin anıları arasında New York’a ve İstanbul’a ilişkin bazıları dikkatimi çekti.

O yıllarda korular içinde köşkleri, bahçeli evleri, şehrin neredeyse içindeki bostanları ve yemyeşil Boğaziçi ile çok farklı bir manzara çizen İstanbul’dan yola çıkan Sertel, New York’taki ilk izlenimlerini şöyle anlatmış...

Manasız bir şehir

'Burası Avrupa’ya hiç benzemiyordu. Bizim için her şey yeni, her şey merak çekiciydi. Amerika’nın taşı toprağı başka, şehirleri başka, insanları başkaydı.

Dilini de bilmediğimiz için ilk zamanlar hayli yalnızlık ve yabancılık duyduk. Memleketi, yaşayış tarzını yadırgadık. New York ağaçsız çirkin bir şehirdi. Ağaçsız cadde ve sokakları boylu boyunca uzanıyor, yolların iki yanında kışla gibi evler yükseliyordu. Zevksiz, manasız bir şehirdi. 40-50 katlı binaları, geceleri büyük caddelerdeki renkli ışık oyunları gözümüzü çekiyordu. Birkaç ay bu yabancı şehre ve bu yabancı insanlara alışıp ısınamadık.'

Boğaz’da tavla oynamak

Yine 1920’lerde ve yine Amerika’dayız.

Zekeriya Sertel anlatıyor...

'Amerika’da yirmi beş yıl kalmış ve Amerikalılaşmış ihtiyar bir Ermeni ile de tanıştık. İstanbul hasreti içinde yaşıyordu. Hayatını kurmuş, yapacak işi de kalmamıştı. Rahat yaşıyordu. Ama tatmin edilmemiş bir isteği, bir hasreti vardı: İstanbul’a dönmek, Boğaziçi’nde Emirgan’da büyük çınar altında Boğaz’ın maviliklerine gömülerek bir tavla oynamak ve orada ölmek.'

Sertel hemen ardından bir hatırlatma yapıyor, 'O vakit Ermenilerin yurda dönmeleri yasaktı' diye.

Hikayenin sonunu ise şöyle anlatıyor Zekeriya Sertel: 'Fakat üzerinden zaman geçti, bu yasak kaldırıldı. İhtiyar Ermeni vatandaş İstanbul’a döndü, Emirgan’da çınar altında tavla oynadı ve isteğine kavuşarak öldü.'

Yarayı kaşıyanlara cevap

Bugün Zekeriya Sertel’in anılarından İstanbul’a ilişkin birkaçını aktardım.

Aslında bilinçli bir seçim yapmış değilim ama, söz nedense Ermeni ve Musevi İstanbullulardan açıldı.

Son günlerde Avrupa’nın bu yaraları kaşımasının cevabı aslında yukarıda aktarılan anılarda bir miktar var.

Ancak kitapta çok daha önemli hatıralar yer almakta. Milli Mücadele sırasında Amerika’daki Türklerin yaptıklarını okurken gözlerinizin dolmaması mümkün değil. 'Ne var? Türkler başka türlü mü davranacaktı?' demeyin. Ben Türk dedimse içlerinde çoğu Kürt, Musevi gibi bugün bize azınlık diye dayatılmaya çalışılan insanlar.

İlk fırsatta bu anılara da değineceğim.

Sıla hasreti

Sertel’in hatıralarında sıla hasretine ilişkin bazı bölümleri paylaşmak istedim. Ancak, aşağıdaki satırları okurken bunların seksen yıl öncesine ilişkin anılar olduğunu da tekrar hatırlatmak isterim.

'Amerika’ya giden vatandaşların oraya uyamamalarının en önemli nedenlerinden biri de vatanla bağlarını koparamamalarıdır' bir teşhisle konuya giriyor Zekeriya Sertel.

Birkaç cümle sonrasında da, 'Değil yalnız Türk ve Kürtler, Türkiye’den kaçıp Amerika’ya gelmiş olan Rum, Ermeni ve Yahudi gibi unsurlar bile aynı derecede yurt hasreti içindedirler' diyor.

İstanbullu bir Musevi

İstanbullu bir Musevi’ye ait anısı ilginç.

'Bir gün yirmi yıldan beri Amerika’da yaşayan ve orada zengin olup Amerikalılaşmış sayılan bir Yahudi vatandaşımız bizi evine çağırmıştı' diye anlatıyor. 'Kendisi İstanbulluydu. Türkiye’yi rüyasından ve hayalinden çıkaramamıştı. Kendi yaptırdığı iki katlı bir evde oturuyordu.

Kapıdan girer girmez inanılmaz bir manzara ile karşılaştık. Merdiven ayağından yatak odalarına kadar bütün duvarlar boydan boya yağlıboya İstanbul resimleriyle süslenmişti. Bir duvarda yükselen cami ve minareleriyle İstanbul’u, bir duvarda Boğaziçi’ni, bir duvarda Adalar’ı, bir ötekinde Yeniköy’ü veya Moda koyunu gördük.

Ev sahibi övünerek bize evini gezdirdi ve duvarlardaki resimleri gösterdi.

'Ne yapayım' dedi. 'Ben memlekete gidemiyorum. Memleketi buraya getirdim.'

TEL: 677 04 25

FAKS: 677 04 21

E-MAİL: tsavkay@hurriyet.com.tr

Yazarın Tüm Yazıları