Paylaş
Havaalanı Türkçesi
DOĞRUSU Mümtaz Soysal’la Galatasaraylılık dışında ortak bir yanımız olduğu aklıma gelmezdi. (Hemen belirteyim ki, bu ortak yan aslında Galatasaray Liseli olmakla sınırlı. Yoksa Hoca’nın mümtaz bir Beşiktaş taraftarı olduğunu bilmeyen yok!)
Mümtaz Hoca geçtiğimiz pazar günü Türkçe’yi savunan yazısında tatlısu frengi özentilerinin ağzının payını iyi vermiş. Bir de öneri getirmiş: Ambulans sözcüğü yerine cankurtaran denmesini istemiş.
Ben de sayısız kere havaalanı duyurularındaki 'uçağa teşrifleri' lafına takıldığımı yazmıştım. Doğrusu 'uçağı teşrifleri' diye yazıp durduysam da sesimi duyuramadım.
Bir sözün Arapça -veya İngilizce- söylenince ağırlık kazandığı anlayışı terk edileli çok oldu. Üstelik doğru da kullanılmayınca söylenenler daha gülünç olmakta. Şuna düpedüz Türkçe 'uçağa binilmesi' dense günaha mı girilir?
Garip bir uygulama
BİLİYORSUNUZ uzun süredir toplu yaşanan alanlarda sigara içme yasağı var. Ara sıra sigara içen birisi olmakla birlikte, bu yasağa saygı duyuyorum.
Üstelik bu yasak, yasayla destekleniyor. Uymayanlara ceza verileceği her yerde ilan edilmekte.
Yasalar, aksi belirtilmediği sürece bütün Türkiye’de geçerli. Kanunları yapan da Türkiye Büyük Millet Meclisi. Yerel otoritelerin böyle bir yasama yetkisi yok. Yani bizde Amerika’da olduğu gibi yerel kanunlar sözkonusu değil.
Buna rağmen havaalanlarında ilginç bir uygulama mevcut.
Dikkatimi çeken Hıncal Uluç oldu.
Adana havaalanındaki yazıya bakılırsa burada sigara içmenin cezası 10 milyon lira. Aynı ceza İstanbul havaalanında sekiz katına çıkıyor. En azından yazılı olarak ilan edilen miktar böyle.
Hıncal bu yasağın başka bir yerde 151 milyon lira olduğunu söyledi. Yeri hatırlayamadı ama, bunun 240 bin lira gibi bir küsüratı olduğunu bile söylemekten geri kalmadı.
Sizce de bu garip bir yasal uygulama değil mi?
İstanbul havaalanı
YURTİÇİ uçak yolcuları için İstanbul’un eski Dış Hatlar Terminali'nin devreye sokulması çok isabetli bir iş oldu.
Eski havaalanınının içhatlara ait bölümündeki sıkış tepişlikten sonunda kurtulundu.
Ancak işletmecilik ayrı bir sanat. Mekanın büyümüş olması işletmenin de iyileştiği anlamına gelmiyor.
Nitekim geçenlerde uçağa binerken geçişlerin çoğunun kapalı olması yüzünden alanın taa öbür ucuna yollandık. Orada da sadece bir geçiş açıktı. Uçuşların en az olduğu bir vakitte bile kuyruğa girdik. Dakikalarca sırada bekledik. Boşuna eziyet çektik.
Birkaç görevliden tasarruf edilmesi uğruna çekilen bu eziyeti çok anlamsız bulduğumu söylemeden geçemeyeceğim.
Uçak yolcusu zaten iç hatlarda yüksek bir fiyat ödüyor. Bunun karşılığında biraz konfor istemesini çok görmemek lazım.
En büyük eksikliğimiz havaalanı falan değil. Bu durumu kavrayacak çağdaş kafaların bizde bir türlü bulunamaması.
Kent ve sanat
Yer darlığından salı günkü Adana izlenimlerine bugün de devam edeceğim.
1980’lerin başında Çukurova Üniversitesi kurulurken Adana’da öğretim görevlisi olarak bulundum. O zaman bile Adana, tıpkı Adanalı Yaşar Kemal’in söylediği gibi, büyük bir köyden ibaretti.
Ben Anadolu’nun taşına toprağına üniversite kondurulmasına şiddetle karşı çıkanlardan biriyim. Ama itiraf edeyim ki üniversite Adana’ya çok şey kazandırdı.
En önemlisi de kültür ve sanat hayatı böyle canlandı. Şimdi Adana’da tiyatro var, filarmoni orkestrasının konserleri var. Bir saatlik mesafedeki Mersin’de opera var.
Cinemaxx’ın salonları sayesinde Adana’ya sinema dünyasının bütün yenilikleri gelecek.
Ama o kadar da değil. Buranın fuayesi 2,800 metrekare. Giriş için sinema bileti almış olmak gerekmiyor. Yani giriş serbest. Tepe-Cinemaxx yetkilileri buranın bir tür sanat merkezine dönüşmesini arzuluyorlar.
Mesela burası ne mükemel bir sergi alanı olur?
Yazının başında Yaşar Kemal’den söz ettim. Tesadüfe bakın ki, İstanbul’a dönüşümde karşıma ilk çıkan bu büyük usta oldu. Ayaküstü sohbetimizin tadı da damağımda kaldı.
Paylaş