Geçmek ya da Durmak, İşte Bütün Mesele

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer’in Meclis’ten Çankaya Köşkü’ne gidişini televizyondaki haberlerde seyretmiştim. Her kırmızı ışıkta bütün konvoyun durması beni heyecanlandırdı. Uygar bir davranışa ne kadar hasret kaldığımı o an fark ettim.

Bu davranış Cumhurbaşkanı’nın gazetecilerle sohbetinin de önemli bir konusu olmuş. Sedat Ergin’in yazdığına göre sayın Sezer, 'Ben cumhurbaşkanı olarak kırmızı ışık yasağına uymazsam, başkalarının kurallara uymasını nasıl bekleyebilirim' demiş.

Sedat Ergin bu davranışı Özal’ın geçmişteki tutumuyla karşılaştırıyor. Sonra da 'Sezer’in yerleştirmeğe çalıştığı üslup, Özal döneminde büyük bir aşınmaya uğrayan 'eski'nin kuralları gözeten toplumsal değerlerine geri dönüşü işaret ediyor' yargısına varıyor. Doğru ama burada Süleyman Bey’e yapılmış küçük bir iltimasa da işaret etmeden geçemeyeceğim. Kimse Demirel’in bu konularda fazla hassas olduğunu söyleyemez.

Amatör Psikologluk

Üniversite’de çok sayıda psikoloji dersi aldım. Ama alanım sosyoloji olduğundan, psikoloji hocalarımız, 'sakın bunları okuyoruz diye ileride amatör psikologluk yapmaya kalkmayın' diye uyarırlardı. Bu kez uyarılara uymayıp bir psikolojik tahlil denemesine girişeceğim.

İnönü’nün Hikayesi

Bizde özellikle devlet adamları, gücü göstermeyi çok seviyor. Göstermeyi sevdikleri gücü ise kendi kişiliklerinden çok, işgal ettikleri makamdan aldıklarını düşünüyorlar. Bunda bir kişilik eksikliği duygusu mu ön plana çıkıyor, bilemiyorum. Böyle düşünmemi gerektiren neden şu: Gerçekten güçlü kişiliği olan insanlara baktığımda onların bu tür gösterilere tevessül etmediklerini, hatta giderek bunlardan hoşlanmadıklarını görüyorum. Aslına bakılırsa makam da artık onları ilgilendirmiyor.

Bunun küçük bir hikayesini nakledeyim.

1960 sonrası İsmet Paşa’nın muhalefette olduğu yıllar. Milli Şef’lik, tek parti başkanlığı, cumhurbaşkanlığı, 'Ali kıran baş kesen'lik dönemleri çoktan geride kalmış. İnönü sayıca küçük bir partinin genel başkanı olmanın yanısıra yaşlı ve yalnız bir adam portresi çiziyor.

O günlerde Söke’de eşraftan birisinin kızı nişanlanacak ve yüzükleri İnönü’nün takacağı söyleniyor, ama çoğu kimse buna ihtimal vermiyor.

Kuşadası’nda Tusan Oteli’nin lobisindeyim. Sıcak bir yaz günü. Herkes sereserpe oturmuş, uzanmış, olanca rahatlığıyla ortalıkta dönenmekte. Beklenmedik bir anda içeri İsmet İnönü giriyor. Birden salonda müthiş bir elektriklenme oluyor. Türkü, yabancısı; tanıyanı, tanımayanı herkes ayağa fırlıyor. Büyük bir saygıyla Paşa yerine geçip oturuncaya kadar ayakta bekliyor...

İsmet İnönü, sevdiğim politikacılar listesinde herhalde çok alt sıralarda gelir. Ama bu hikayeyi, daha doğrusu tanığı olduğum bu olayı asla unutamam.

Güç Gösterisi

Anı kitaplarına dikkatlice bakacak olursanız, önemli bir ayrıntıyı mutlaka görürsünüz: 'Büyük adam' diye nitelenen insanların neredeyse tümü inanılmaz derecede mütevazıdır. Tevazu ile büyüklüğün bu kontrast görüntüsü çok ilginç.

Belki domuzuna, tevazu büyüklüğü daha iyi göstermeye yarayan bir fon oluşturmaya yarar diye düşünebilirsiniz. İlk bakışta belki doğru gibi görünür bu yargı. Ancak sahte tevazu çok çabuk sırıtır ve her şeyi kolayca berbat edebilir.

Güngör Uras’ın bayıldığım deyimiyle, 'ünlü Türk büyüklerimiz' ise maşallah tevazunun adını bile bilmezler. Çoğu kez kendilerinden menkul bir kerametleri bile bulunmadığının farkında olduklarından, eksikliklerini bir takım güç gösterileriyle kapatmaya çalışırlar. Eskortlar, sirenler, durulmayacak yerde durup, durulacak yerde durmamalar hep bu tür güç gösterileridir. Güvenlik bu gösterinin tek başına açıklanmasına yetmez. Bir yerden bir yere yetişme telaşı da mazaret olamaz. 'O zaman erken kalk' derler adama. Zaten ortada böyle bir mazaret ileri süren falan da yok.

Davranışların Anlamı

Bütün bu hareketlerin Türkçe’den Türkçe’ye tercümesi şudur: Ey sokaktaki sıradan insan! Sen Ben’im -ki doğrusu Ben olarak daima ilki büyük harfle yazılmalıdır, o yüzden bu imlaya şaşırma- yaptığım yasalarla sımsıkı bağlısın. Canım istediği an bu yasaları kolluk kuvvetlerim ve yargı gücümle uygulayıp seni cezalandırırım. Ama Ben, -Olimpos Dağı’nda tanrılarla birlikte oturan ve onlardan tek farkı ölümlülük olan Ben- hiçbir hukuk kuralıyla bağlı değilim. Onlar senin gibi hamamböcekleri için yapılıyor. Benim gibiler ise bunlardan münezzehtir.

Ayrıca Ben, yüce varlığımla şereflendirdiğim bu toplumda sadece itaat ve saygı isterim. Bu saygı tek taraflıdır. Herkes bana saygılı olmak zorundadır. Ancak Ben kimseye saygılı olmak zorunda değilim. Başkalarına saygı göstermek Beni küçültür. Hamamböcekleri ancak ayak altında dolaşabilirler. Paçaya çıkmaya çalışanlar da silkelenerek ayakkabımın tabanı altında ezilmeye mahkumdurlar.

Aksini İddia Etmek

Yukarıdaki söylemin aksini hiçbir 'büyük Türk büyüğü' ileri süremez. En azından davranışları buna engeldir. Türk halkı da bu yüzden Kafka’nın 'Değişim'indeki hamamböceği olmadığını göstermek üzere, madem büyüklüğün raconu buymuş diyerek yasaları var gücüyle delmeye çalışır. Nitekim Sedat Ergin yazısında, 'Kırmızı ışıkta durmamak, geçmişte gördüğü büyük teşvik ve himaye ile Türk toplumunun azımsanmayacak bir kesiminde yaygın bir davranış biçimi haline gelmiştir' diyor.

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in davranışı ise bu toplumsal zihin bozukluğunu ve onun bir yansıması olan davranış çarpıklığını tedaviye yönelik.

Cumhurbaşkanı kırmızı ışıkta geçmeyerek, insanları önce hukuk kurallarına, sonra da birbirine saygı göstermeye davet ediyor.

Bu davranış biçimi, Türk milletine ve özellikle İstanbul başta olmak üzere kentlerde oturan ve birbirine karşı saygısını büsbütün yitirme noktasına gelmiş olan insanlara yapılmış son yılların en büyük iyiliği olarak herkes tarafından şükranla karşılanmalı.

Yazarın Tüm Yazıları