Tolga Tanış

Gülen’in iadesi

23 Temmuz 2016
UZUN süredir iki ülke arasında birçok konuda farklılık vardı. Bir sürü meselede anlaşamıyorlardı. Ama şu anda yaşanan, daha önce benzeri görülmemiş, çok daha derin bir kopukluk.


Tarih nasıl şekillenecek elbette göreceğiz. Ancak şimdiki gidişat, 17 yıldır Pensilvanya’da oturan Fetullah Gülen’in Türkiye’ye iadesi işinin, Washington’ın pozisyonunu değiştirmemesi halinde Türkiye ve ABD arasındaki ilişkilerde bir dönüm noktası olacağı yönünde.

 

*

 

NEDİR durumu önemli kılan? Bir defa hükümetlerin konuya yaklaşımları temelden farklı. Cuma günkü darbe girişiminde Ankara’nın Gülen’i suçlayan ifadelerine Washington’ın Dışişleri Bakanı seviyesinde verdiği ilk tepki de bunun işareti. Çünkü John Kerry, “Bu kişi ABD’de yaşıyor. Bizim de sorumluluğumuz var. Biz de bakacağız” demedi. Onun yerine “Kanıt sunun” dedi. Sonra da “Yardım hazırız” diye ekleyip kestirip attı. Gerçi iade süreci için de birlikte çalışmayı, ekip kurmayı önerdiler. Ama bu da aslında Türkiye’nin salı günü Amerikan Yönetimi’ne yolladığı belgelerin Gülen için resmi bir iade başvurusu olarak görülmediği anlamına geliyordu. Yani baştaki tavır hiç değişmedi. En son cuma günü Başkan Obama da aynısını söylüyordu: “Kanıt”. Oysa Ankara, hikâyeye başından itibaren politik perspektiften yaklaştı. Amerikalıların teknik yaklaşımına karşı, “Sen müttefikimsin. Bu işte siyaseten yanımda ol” beklentisiyle hareket etti. Ve bu çelişki de, iki hükümet arasında aşılması zor bir görüş ayrılığına dönüştü.

 

*

Yazının Devamını Oku

Washington’la Gülen krizi şimdi başlıyor

17 Temmuz 2016
EMİNİM bazıları için sürpriz olmamıştır.

Mesela 30 Mayıs’ta Foreign Affairs Dergisi’nde çıkan “Türkiye’nin bir sonraki askeri darbesi” başlıklı yazıyı yazanlar, mutlaka “Biz söylemiştik” demişlerdir.


Ya da Washington’da en az iki yıldır, “Türk askeri gücüne yeniden kavuştu, politikaya döndü” analizleri yapanlar, kesin şimdi haklı çıkmanın gururunu yaşıyorlardır.


Hatta daha ötesi... Yine eminim cuma akşamı sağcı Fox News televizyonuna çıkıp işin başarılı olmasını beklediğini söyleyen Ralph Peters gibi bir sürüsü de olmuştur. Amerikan Ordusu’nun eski istihbaratçılarından emekli Yarbay. “Durum çok net. Bu darbe, Türkiye’nin İslami bir diktatörlük olmaktan kurtulması için son şansıdır. Sakın hata yapmalım. Bu darbede rol alanlar iyi adamlar” diyordu Peters.
Öyle ki, işin başında, Pentagon’daki bazı muvazzaflardan bile Amerikan medyasına işin başarılı olduğu izlenimi yayan temelsiz açıklamalar yapıldı. İlk saatlerde biri konuştu MSNBC’ye. Ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Almanya’dan sığınma talep ettiğini iddia etti.


Yazının Devamını Oku

Türkiye nasıl döndü

9 Temmuz 2016
SÜRDÜRÜLEMEZ olduğu malumdu, ama her şeyin bu kadar hızlı değişeceğini de sanırım kimse tahmin etmiyordu.

Türk dış politikasında son bir haftadır yaşananları ele almaya çalışacağım. İsrail’le barış, Rusya’dan özür dilenmesi, ABD’yle koordinasyon, NATO’ya dönüş... Niye böyle oldu ve izlenen bazı yanlışlardan vazgeçilmesi nerede başladı, aktarmaya gayret edeceğim.

 

*

 

İŞİN bedel kısmı ağır tabii. Özellikle 2011’de başlayan hatalar zincirinin Türkiye’ye faturasının büyüklüğünü en son Atatürk Havalimanı’nda gördük. Peki niye böyle oldu? Ben biraz “Tezkere sendromu” olarak görüyorum bunu. 2002’de iktidara gelince ilk büyük dış politika virajında işe ABD ile ters düşerek başlayan ve sonra haklı olduğu anlaşılan bir hareketin, uluslararası toplumla yaşadığı her anlaşmazlıkta tezkereyi hatırlayarak sürdürdüğü bir inat. Amerikalıların Irak işgalinde Türk toprağını kullanmasına olanak tanıyan ama Meclis’ten geçmeyen 1 Mart 2003 Tezkeresi’nin ruh hali. Zira başta Libya operasyonuna karşı çıkarak da haklıydı Ankara. Ama 2003 Irak’ın işgalinde de, 2011 Libya Saldırısı’nda da, Türk dış politikasının taşıyıcı ilkelerine uygun biçimde müdahale karşıtı olduğu için haklıydı. Bölgeyi karıştıran Batı’nın ihtiraslarına itiraz ettiği için. Ancak Libya’yla birlikte kendi kurallar kitabını bir kenara bırakıp Suriye İç Savaşı’nda sömürgeci bir Batı ülkesine benzeyen... Geleneğinde olmayan agresif bir dış politikaya geçen... Washington bile sonra hatasını anlayıp değişirken, “Dün de haklıydık bugün de haklıyız” düşüncesiyle aynı yanlışı yapmaya devam eden Erdoğan yönetiminin hatalarının sonucu bugün yaşananlar.

 

*

 

Yazının Devamını Oku

IŞİD tek taraflı pazarlık yürütüyor

2 Temmuz 2016
NİYE “Biz yaptık” demiyorlar?

 

IŞİD, şimdiye kadar örgütün Türkiye’de gerçekleştirdiği kitlesel saldırıları niye hiç üstlenmedi? Geçmiş eylemlere de bakarak İstanbul Havalimanı’ndaki intihar saldırısı için şunu söylemek mümkün: Sadece öldürme ve korku yaymaya dönük vurmuyor IŞİD. Hesaplanmış, amaçlı katliamlar bunlar. Ve bu saldırılarla da Türkiye’nin politikalarını etkilemeye çalışıyor. Tek taraflı bir pazarlık yürütüyor.


*

 

BU soruyu daha önce IŞİD’in Türkçe medyadan sorumlu Rakka’daki bir yöneticisine de sormuştum. Hem 22 Temmuz 2015 (Suruç bombalamasından iki gün sonra) hem de 15 Ekim 2015’te (Ankara bombalamasından 5 gün sonra) yaptığımız yazışmalarda, IŞİD’in eylemleri neden üstlenmediğini öğrenmeye çalışmıştım. 22 Temmuz’da “Bu konuda açıklama yapmamız yasak şu an” demişti. “Kim yasakladı” diye sordum. “İslam Devleti’nin medya sorumlusu” dedi. İsmini vermedi.

 

15 Ekim’de ise “İslam Devleti’nin Türkiye ile aktif bir savaşı yoktur. Bunun için Türkiye’de eylem yapmaz yapsa da üstlenmez. Ben kesin yapmadı, diyemem. Bize dair birçok karine var, ama resmen bir üstlenme olmadığı için benim aksini beyan etmem doğru olmaz. Ne yaptık diyoruz ne de yapmadık” diye yazdı.

Yazının Devamını Oku

Dönüm noktası Menbiç

26 Haziran 2016
ARTIK kimse reddetmiyor.

Suriye’de Türkiye’nin politikaları başarısızlığa uğradı.

 

Ve hükümet de bölge için yeni bir yaklaşıma ihtiyaç olduğunu söyleyerek şimdi bu durumu zımnen kabul etti.

 

Peki nerede koptu film? Mart 2011’de başlayan Suriye İç Savaşı’nda Ankara’nın mevcut siyaseti nerede çöktü? Bu sonuç 3.5 yıllık bir süreç içinde oluştu aslında. Bu bu süre zarfında da üç büyük kırılma yaşandı:

 

1- 12 Aralık 2012: Amerikalılar El Nusra Cephesi’ni terör listesine aldı. Neydi mesaj? Washington Nusra’yla çalışan Ankara’ya “Biz radikaller konusunda seninle aynı düşünmüyoruz” dedi. Nitekim Obama, bunu beş ay sonra Washington’a gelen Erdoğan’ın yüzüne de söyledi.

 

Yazının Devamını Oku

Türkiye ve terör finansmanı

18 Haziran 2016
GEÇEN hafta Orlando’da yaşanan katliam, ABD’nin IŞİD’le mücadelesini hızlandıracak ve bu durum Türkiye’ye çeşitli açılardan yansıyacaktır.

Nasıl? Sınır güvenliğinden istihbarat paylaşımına kadar birçok konu diplomatik alanda Ankara’nın önüne daha çok çıkarılacaktır. Ancak özellikle bir tanesi var ki, onu bundan sonra daha fazla duyacağımızdan emin olabilirsiniz: Terör finansmanı. Ve Türkiye’nin terör finansmanını önlemedeki kaynak ve mevzuat eksikliği. İşte Orlando saldırısından iki gün sonra California’da Kuzey Bölge Federal Mahkemesi’ne sunulan bir şikâyet dilekçesi de bu açıdan çok daha önemli bir hale gelecektir.

 

*

 

DİLEKÇEDE şikâyetçi olarak gözüken St. Francis Assisi adlı bir sivil toplum örgütü. Şikâyet edilenler ise Kuveyt Türk Katılım Bankası (KTKB) ve Kuveyt Finans Evi ile 2014 Ağustos’unda Birleşmiş Milletler tarafından terör listesine alınan Hajjaj al-Ajmi adlı 28 yaşında Kuveytli bir zengin.

 

Dilekçe, titizlikle hazırlanmış bir savcılık iddianamesi gibi. Zira ilgili hesap numaralarına kadar detay verilerek KTKB’nin El Nusra Cephesi ve IŞİD gibi terör örgütü ilan edilen gruplara finansal destek sağlanmasına yardımcı olduğu öne sürülüyor. İddiaya göre al-Ajmi, sosyal medya üzerinden bağış çağrısı yapıyor. Türkiye’deki çeşitli dernekler adına KTKB’de açılan hesaplara para gönderilmesini istiyor. Bu dernekler de sonra bu paraları, Suriye’de faaliyet gösteren terör örgütlerine aktarıyor. Peki niye önemli bu dava?

 

Yazının Devamını Oku

Louisville vakası

12 Haziran 2016
TARİHİ bir geziydi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Muhammed Ali’nin cenazesine katılmak için gittiği Louisville’de yaşananlar, sanırım Türkiye’nin dünyadaki yerine dair süren tartışmalar açısından fikir verici nitelikteydi.

Hikâyeyi ve sonuçlarını maddeler halinde ele almaya çalışacağım.

 

1- Erdoğan, Ali’nin geçen haftaki ölüm haberinin ardından cenaze törenine katılmaya karar verince, hemen törende konuşma yapacak kişiler arasına alındı. Ama haftabaşı birden işler tersine döndü. Önce konuşmacı listesinden çıkarıldı. Sonra da perşembe günü vardığı Louisville’de hiç de beklendiği gibi karşılanmadı. Ali’nin cenaze namazı sırasında tabutla arasına polis kordonu çekilmesi... Tabutun üzerine Kabe örtüsünden parça koymak istediği halde reddedilmesi... Aileye vermek için getirdiği hediyeleri kimseye verememesi... Hava olduğu gibi dönmüştü.


2- Durum anlaşılınca cenaze namazı sonrası kentten erken ayrılmaya karar verdi tabii. Ve akşam katıldığı bir iftar sırasında önümde yaşanan, Ali’nin törenini organize eden ve tabutunu taşıyanlardan bir aile dostunun, Cumhurbaşkanlığı yetkilisinden özür dilemesi esnasında, işin sorumlusunun Ali’nin isim haklarını alan şirket olduğu anlaşıldı.


3- Muhammed Ali’nin ailesi, Ali’nin isim haklarının yüzde 80’ini bundan 10 yıl önce 50 milyon dolara CKX şirketine satmıştı. CKX de, 2.5 yıl önce elindeki lisans haklarını Authentic Brands Group’a devretti. Adına çıkarılan ürünlerin satışından elde edilecek gelirle ilişkili bir anlaşma bu. Şirket, konuyla ilgili yorum yapmıyor. Ancak o özür konuşmasından sonra da teyit ettiğim gibi, şirket, ticari çıkarlarını düşünerek cenazede Erdoğan’ın resme girmesini istemedi.

 

Yazının Devamını Oku

Cassius’un Ali olma öyküsü

11 Haziran 2016
“Benim ailem bile” dedi adam, “Başta Muhammed Ali’yi yadırgadı.

Beyazlara hakaret ediyordu. Vietnam Savaşı’na karşı çıkıyordu. Bunlar çok tartışmalı şeyler. İstemedik. Sahiplenmedik. Ama ne zaman ki başardı, biz de onu kucakladık.” Louisville’de taksicilik yapan 60’larında siyah bir Müslüman erkeğin sözleri bunlar. Muhammed Ali’nin doğduğu evin biraz ötesindeki bir barakada kızarmış tavuk satan Big Mama’s dükkânının önündeki sohbetimizden.

 

***

 

Durumu o kadar iyi anlatıyor ki aslında... Dünyayı değiştiren insanların başta yaşadıkları yalnızlığı... Çizginin dışına çıktıklarında kendi çevrelerinden bile destek görmelerinin zorluğunu öyle güzel özetliyor ki...

 

İşte Ali’nin iki günlük cenaze törenini takip etmek için Kentucky Louisville’e indiğimde ben de hep bu çelişkiyi kavramaya çalıştım. Bu 250 bin kişilik tutucu güney kasabası nasıl bir yer ki, içinden böyle bir devrimci çıkardı? Louisville’de ne vardı da, Ali’yi yetiştirdi?

 

Yazının Devamını Oku