İlk gerginlik, Çobanbey’in 200 km doğusundaki Tel Abyad’da patladı. 2015 Haziran’ında YPG’nin IŞİD’den aldığı Akçakale’nin hemen karşısındaki kritik kent burası... Ve bölgedeki Amerikan özel kuvvetleri, bulundukları binalara bayrak astılar. Gizlilik içinde hareket etmeleriyle bilinen özel kuvvet askerleri neden birden Cenevre Sözleşmesi’ne uygun davranıp lokasyonlarını bir bayrakla göstermek istediler bilmiyoruz. Ancak bayrak göndere çekildikten sonra Amerikalıların ifadesiyle askerlere sınırın Türkiye tarafından ateş açıldı. Ateş açanlar o bayrağı asanların Amerikalılar olup olmadığını biliyor muydu, Türk Ordusu ve Amerikan askerleri arasında bir iletişim yaşandı mı açıklık getirmiyorlar. Ancak olay herhangi bir yaralanma olmadan sona erdi.
TEL Abyad’ın sıcaklığı geçmeden hemen ertesi günü ikinci gerginlik yaşandı. Bu sefer Türkiye’nin Çobanbey’de birlikte savaştığı Özgür Suriye Ordusu’ndan bazıları, bölgeye giden Amerikan özel kuvvetlerini protesto etti. Ve atılan sloganlardan sonra Amerikalı askerler de Türkiye tarafına döndü. “Mesele yatıştı” denildi. Hatta Pentagon Sözcüsü Adrian Rankine-Galloway, “Türk kuvvetler ve Suriyeli muhalif gruplarla hareket eden ABD personeli, Suriye’de IŞİD’e karşı savaşan yerel ortaklara sağlanan aynı eğitim, danışmanlık ve yardımı sağlayacaklar” diyerek, işbirliği için olumlu bir değerlendirmede bulundu. Görüştüğüm üst düzey bir Pentagon yetkilisi de Amerikan askerlerinin bölgeye Türkiye’nin talebiyle gittiğini, tüm koordinasyonu Türk askerleriyle yürüttüklerini, ÖSO unsurlarıyla doğrudan bir koordinasyon çabası olmayacağını aktarıp detay verdi. Fakat sonra hem Tel Abyad hem de El Rai’deki gerginliklerle ilgili detaylar ulaştıkça, işlerin hiç de Türkiye ve ABD arasında ilk defa olgunlaşan sahadaki bir işbirliği çerçevesine oturmadığı ortaya çıktı.
NASIL? Amerikalılar, Tel Abyad’da kentin değişik bölgelerine bayrak asmaya devam ettiler. Çobanbey’de savaşan gruplardan birinin komutanı ise cumartesi telefonda konuştuğumuzda Amerikalıları Suriye’de istemediklerini ve bu konuda Türkiye’yle anlaştıklarını söyledi. “Nasıl anlaştınız” dedim. “Suriye’ye geçmeyecekler, Türkiye tarafında kalacaklar, Türk kardeşlerimiz bize söz verdi” dedi. Ve halihazırda yaşanan kriz sonrası, bölgede bulunan iki grubun harekâttan çekildiğini söyledi. Biri El Rai’de 150 silahlı gücü olan Ahrar el Şarkiye. Diğeri ise aynı zamanda MOM birliği (CIA’in desteklediği) olan ve Çobanbey’den 200 savaşçısını alıp ayrılan Sukur El Cebel.
Daha bilmiyoruz. Bu harekât IŞİD’i sınırı kullanmasına ne ölçüde engel olacak göreceğiz. Ancak Amerikalılar da aşağı yukarı 10 km. derinliği olan bu kuşak için artık “tampon bölge” ifadesini kullanmaya başladılar. Tabii bu alan nasıl tutulacak, kim koruyacak henüz o da belli değil. Fakat girişilen operasyonun sonuçlarını ve bundan sonrasını şimdilik elimizde bulunan bilgiler ışığında ele almaya çalışacağım.
*
1- Öncelikle şimdiden sonuçları ağır bir operasyon bu. Türkiye’nin üç hafta olmadan 6 tankı (2’si YPG, 4’ü IŞİD tarafından) tahrip oldu. Daha önemlisi,
o tanklarda 17 günde 7 şehit verdi.
2-
İlk somut işareti geldi. Ve New York Güney Bölge Başsavcısı Preet Bharara’nın Temmuz 2014’te başlattığı soruşturmanın Aralık 2015’te bir iddianameye dönüşmesinin ardından, Reza Zarrab’tan sonra İran yaptırımlarını ihlalden yeni Türk vatandaşları gözaltına alındı. Ancak işin asıl çarpıcı boyutu, 17 Aralık rüşvet soruşturmasında da, “Zarrab liderliğindeki örgütün üyesi” olduğu iddia edilen Nesteren Zarei Deniz ve eşi Bora Deniz, ABD’de değil, Hollanda’da gözaltına alındılar. Kefaletle serbest bırakıldılar. Ve geçen hafta da Türkiye’ye kaçtılar.
*
NESTEREN Zarei’nin adını, ilk kez Şubat 2013’te ABD Kongresi’ndeki bir kaynağımdan duymuştum. Daha ortada Reza Zarrab yok. Ve 17 Aralık operasyonlarının 10 ay öncesi. Washington Yönetimi, İran’a yönelik yaptırımları sıklaştırıcı yeni bir karar almış, Tahran’ın cendereyi altın alımlarıyla aşmasının önüne geçecek bir düzenlemeye gitmişti. Güçlü bir senatörün danışmanı olan kaynağım da, Zarei ve ailesinin bu kararları aşındıran işler yürüttüğünü savunuyordu.
Bunun üzerine 4 Mart 2013’te Nesteren Zarei ile uzun bir telefon konuşması yapmıştık. Ve o dönem yürüttüğüm araştırmada, baba Habibollah Zarei ve ailenin, ABD’nin kara listesindeki İran bankası Bank Mellat’ın Türkiye’deki yöneticileriyle ortak çalıştıklarını bulmuştum. İlk konuşmamızdan sonra bir daha telefonlarıma cevap vermedi Nesteren Zarei. 17 Aralık işi patladığında da, adı bu sefer soruşturma dosyasında karşıma çıktı.
Antakya-İskenderun-Öncüpınar’da (Kilis) Suriyeli muhaliflerle yaptığım görüşmelerin ardından Öncüpınar-Karkamış sınır hattını dolaşıyordum. İzin verirseniz, edindiğim gözlemler ışığında bu işin Türkiye için yaratacağı problemlere değinmek istiyorum.
*
1- Cerablus’ta operasyon sabahı yaşananlar, IŞİD’in yürüttüğü mücadele göz önüne alınırsa bir ilktir. Maruz kaldığı kuşatmalara karşı en büyük silahı siviller olan bir örgüt IŞİD. Suriye’de Menbiç, Irak’ta Felluce’nin alınması örgütün zorla bölgede tuttuğu siviller harekâtı güçleştirdiği için uzadı. Ancak salı gecesi Karkamış’ta konuştuğum köylüler, IŞİD’in o gün Cerablus’ta yaşayan herkesi dışarı çıkarttığını anlattı. Neden? Çünkü taktik değiştiriyorlar. Zira YPG destekli Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Menbiç’i almasından sonra batıdaki El Bab’a ilerleyip alttan bir kuşak oluşturma ihtimali doğunca kuzeydeki 98 km’lik sınır hattında binlerce IŞİD militanı SDG ve Türkiye arasında sıkışacaktı. Bu yüzden, IŞİD önce Öncüpınar’dan Çobanbey’e kadar olan 40 km’lik alanı Suriyeli muhaliflere bıraktı. Operasyona MOM’dan (CIA destekli destek havuzu) silah desteği alan 8 örgüt katıldı. Ve aylardır IŞİD karşısında milim ilerleyemeyen bu gruplar, bir haftada Ar Rai’nin karşısındaki Çobanbey’e kadar geldi. Sonra da aynı şey Cerablus’ta yaşandı. Peki bu IŞİD militanları buharlaşmadığına göre nereye gitti? İşte Türkiye için en büyük risk bu. Belli değil. Ve vahim olan, El Kaide uzantısı Nusra nasıl isim değiştirdiyse şimdi onların da bazı yerlerde aynı şeyi deneyebileceği bilgisi var. Hatta Elbeyli’nin 4 km güneyindeki sınır karakolu Çobanbey’e gittiğinizde bunun şimdiden başladığını fark ediyorsunuz. Sivilleri boşalttıklarından bölgede kimin kim olduğunu bilen insan da kalmayınca kolayca kimlik değiştirebiliyorlar.
*
Son 10 gündür, İzmir, Ankara ve İstanbul’daki görüşmelerimin ışığında, meseleyi üç başlık altında ele almaya çalışacağım.
*
1) KOORDİNASYON: Bir mücadele var. Telaşlı bir temizlik. Ama devlet kendi içinde çok kopuk. İzmir’deki eski Yamanlar Koleji’ni özellikle görmek istedim. Daha önce hiç Gülen okulu gezmemiş biri olarak, ilk başladıkları yeri en şeffaf haliyle dolaşmak için. Nitekim okuldan başka her şeye benziyordu. Dolapların arkasına gizlenmiş özel odalar... Saklı kasalar... Televizyonlarda da çıktı. Sonra İstanbul’da hep duyduğum ve sonunda görebileceğimi düşündüğüm Altunizade’deki meşhur FEM Dersanesi’ne gittim. Türkiye’deki son yıllarında Gülen’in kullandığı ve özel görüşmelerini yaptığı mekân. İki kapısı da kilitliydi. Dışında kimse yok. Ne polis ne güvenlik. Binayı çevreleyen parmaklıkların üzerinde de bir not. “Bu binaya devlet tarafından el konulmuştur. İl Milli Eğitim Müdürlüğü.”
Fethullah Gülen için ABD’de kaldığı dönem nasıl bir öneme sahip?
Gülen bugün 78 yaşında. Ve 28 Şubat döneminde gittiği Amerika’da 17’nci yılını doldurdu. Hem başında olduğu hareketin gücünün doruğuna ulaştığı hem de Türkiye’de inişe geçtiği dönemi ABD’den izledi.
***
Gülen, Pensilvanya’daki yaşantısına hangi yasal gerekçeyle başvurdu?
Gülen, ABD’ye Mart 1999’da uçtu. Giderken gerekçe olarak sağlık sorunlarını gösterdi.
***
Göçmenlik için ilk başvuruyu ne zaman yaptı?
31 Ağustos 2000’de ‘laik devleti yıkmak için kurduğu terör örgütünün başı’ olduğu gerekçesiyle Gülen hakkında 10 yıla kadar ağır hapis cezası istemiyle dava açıldı. ABD makamlarına göçmenlik dilekçesini Türkiye’deki terör davasının ilk duruşmasından altı ay sonra, 30 Nisan 2001’de verdi.
Ve Amerikan Yönetimi, buna nasıl karşılık vereceğini tartışıyordu.
Türk tarafının aslında 2003’den beri bir kızgınlığı vardır CENTCOM’a (Central Command). Irak’ta Türk askerlerinin başına çuval geçiren, Amerika’nın Ortadoğu’dan sorumlu Merkez Ordusu. Hatta son dönem iki ülke arasında Suriye eksenli yaşanan farklılıkların CENTCOM’dan kaynaklandığını söyleyen diplomatlarla da konuşmuştum.
Türkiye’nin Amerika’nın Avrupa’dan sorumlu ordusu EUCOM’un alanına girdiğini, EUCOM’dakilerin Türkiye’yi çok iyi anladıklarını ama CENTCOM’un menfi davrandığını savunuyorlardı.
Ancak CENTCOM Komutanı Orgeneral Joseph Votel’in ABD’deki bir konferansta söylediği sözleri bağlamından kopartıp veren Wall Street Journal’da yayınlanan sözlerine Erdoğan’ın cevabı, bunun ötesinde bir şey. Votel sonra bir açıklama yaptı ve “ABD’nin darbe teşebbüsüyle hiçbir ilgisinin olmadığını” söyledi.