15 Ekim 2005
EĞER grubumuzdan ikinci çıkamasaydık bugüne gelemezdik. Bu nedenle Futbol Federasyonu’nu, Teknik Direktör Fatih Terim’i ve futbolcularımızı candan kutlarız. Ancak asıl hedef şimdi başlıyor. Görüyoruz ki Teknik Direktör Fatih Terim de aynı görüşte. Daha Arnavutluk maçı sırasında yardımcılarını muhtemel rakiplerimizin maçlarına gönderdi. Ve artık İsviçre ile oynayacağımız Play-off’ta dönüşü ve mazereti olmayan bir yoldayız.
Sorumluluk sadece Federasyon, teknik heyet ve futbolcularda değil. Başta medya olmak üzere hepimizde. Hepimizin haberlerine, yazılarına ve sözlerine dikkat etmesi gerekir. Hepimizin bu hedefe kilitlenmesi şart.
İşte gördünüz, yanlış haberler, yanlış demeçler ahengi olmayan bir yönetim, sorumlu antrenör ve sporcular yüzünden Olimpiyatlarda en başarılı sporumuzu öldürdük. Yazık değil mi?
Bunun sorumluluğunu bilerek veya bilmeyerek ve de bildiğiniz ve gördüğünüz yanlışları zamanında ifade etmeyerek hepimiz taşıyoruz. Eleştiri, haber, yazı ve söz elbette olacak. Ama yerinde ve zamanında.
Kıbrıs’taki izolasyon insan haklarına aykırı
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Spor Bakanımız Sayın Özkan Yorgancıoğlu’nun davetlisi olarak Lefkoşa’da organize edilen 9.Kıbrıs Spor Şurası’na katıldım. Daha sonra Olimpiyat Komitesi Başkanı Hasan Ali Bıçak ve meslektaşlarım olarak onur duyduğum Hasan Hastüre ile Cumhurbaşkanı Sayın Mehmet Ali Talat ile görüştüm.
Olimpizme ve spora inanan insanlarla aynı adayı paylaştıkları gençlerin spor yapmasını önlemek kadar talihsiz bir girişim olamaz. Bu izolasyon insan haklarına aykırıdır. Uluslararası Spor Federasyonları’nın bu konuda duyarsız kalmaları kabul edilecek bir olay değil. Ancak bence Kıbrıslı Türk Federasyonları Türkiye’den değil, çözümü kendi emekleri ve gayretleri ile bulmalı. Türkiye’de yeni değişen federasyon başkanları bu konuda nasıl suskun kalıyorlar anlayamıyorum.
İşte bu nedenle kendi işini kendin gör deyişiyle harekete geçmek gerekir. Aslında bu izolasyonun nedeni Rumların birleşmeyi kabul etmemesidir. Artık bu gerçeği Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Spor Federasyonları anlamalı. Kıbrıslı Rumlar, Türkler ile birlikte yaşamayı istemiyorlarsa, o zaman sporda bağımsızlık, Kıbrıslı Türk gençlerimizin en doğal hakkıdır.
Türk donanmasını iyi tanıyor musunuz?
Birkaç hafta önce Donanma Günü nedeniyle Olimpiyat Komitemizin Yönetim Kurulu Üyesi, eski milli basketbolcu Koramiral Ekmel Tokrakan girişimiyle, komite arkadaşlarımız ile Türk Donanması’nı ziyaret ettik. Başta Donanma Komutanı Oramiral Sayın Metin Ataç olmak üzere, yakınlık ve ilgi bir yana böyle bir donanmamız olduğu için hepimizin Türk ulusu olarak onur duyması gerekir.
Ama önce gelin donanmamızdan neden gurur duyacağımızı anlatayım. Bir defa Türk Donanması Kuzey Akdeniz ve Karadeniz’in en güçlü filosuna sahip. Yani bir deniz savunmasında gerekli harp gemisi çeşitlerinin en ideal birleşimi var. Tam bir donanma. Peki Gemlik Tersanesi’nde denizaltı, firkateyn gibi harp gemilerini Türk Donanması’nın inşa ettiğini biliyor muyuz? Alman lisansı ile bu gemiler Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Türk mühendisleri, Türk usta ve işçileri tarafından yapılmakta. Dahası var, bir subayın gemi komutanı oluncaya kadar gerekli kurs ve eğitimlerinin üç doktora çalışmasından fazla olduğunu ifade edersek, verilecek emeğin değerini belki anlatabilirim.
Deniz Kuvvetleri’nin ve diğer Silahlı Kuvvetler’in birçok spor tesisi var. Buralarda öğretim gören öğrencilerden ve de spor tesislerinden bütün federasyonların istifade etmesi gerekir. Bu konuda bir işbirliği düzenlemekle ülke sporu büyük ivme kazanacaktır.
Kısaca, donanmamız ve Türk Silahlı Kuvvetleri ile gurur duyalım. Çevremizde savaş ve kargaşanın devam ettiği bir ülkede yaşadığımızı da aklımızdan çıkartmayalım.
Yazının Devamını Oku 9 Ekim 2005
<B>TÜRK</B> Milli Takımı Almanya’yı yenmekle büyük bir başarı elde etti. Her maç oyun kalitemize pozitif katkılar yapıyoruz. Almanya ile oynamak kolay değil. Kartvizitinde Dünya Şampiyonu yazan bir takımı yabana atamazsınız.
Hele hele Almanya oynamadı demek, gülünç olur. Çünkü Almanlar her maça en ciddi ve en konsantre bir şekilde hazırlanır. Karşılaşmayı kazanmak onlar için amaçtır. İşte böyle bir takım karşısında ilk yarıda oyunun kontrolünü tamamen elimizde tuttuk. Tek bir boşluk bırakmadan sahanın her yerine bastık ve baskı kurduk. Çabuk oynadık. Boş alanlara kaçarak, Alman panzerinin ağır savunmasını dağıttık. Çok fırsat yakaladık. Ama şutlarımız isabetsizdi. Son hamlede hem şanssız, hem de beceriksizdik. Gene <B>Tümer</B>’in direkte patlayan şutu geri dönünce, <B>Halil Altıntop</B> 25. dakikada ilk golümüzü attı. Sonra ilk yarı boyunca oyunun kontrolünü elimizde tuttuk. Ama rakip sahada telaşlı ve dikkatsiz oynayarak, bu baskıdan gol üretemedik.
<B>Konsantrasyon bozukluğu
</B>Türk futbolcusunun en büyük eksikliği konsantrasyon bozukluğudur. Öne geçtiğimiz zaman sanki maçı bitirmiş gibi bir düşünceye sahip oluyoruz. Laubali hareketler. Fantazi ve gereksiz şovmenlik, hep bize pahalıya mal oluyor. Takım yoruluyor ve geç adam değiştiriyoruz. Ve hayrettir hemen oyundan düşüyoruz. Almanlar oyunun ikinci kısmının büyük bir bölümünde oyunu kontrollerinde tuttular. Ama galip geldik, bundan dolayı mutluyuz.
<B>Nuri’nin tapusu tescil oldu
</B>86. dakikada <B>Selçuk</B>’un yerine genç <B>Nuri</B> oyuna alarak, başka bir ülkenin formasını giyme riskinden kurtulduk. <B>Nuri</B>’nin Türk Milli Takımı’nda oynaması tescil edildi. FIFA kuralına göre bir futbolcu A Milli Takım’da oynamazsa ülke değiştirme hakkına sahiptir. İşte <B>Nuri</B>’yi A Milli maçta oynatarak tapusunu aldık. Ve o genç <B>Nuri</B> de Milli Takımımızın, 2. golünü atarak gerçekten küçük, fakat dev bir oyuncu olduğunu gösterdi.
Konsantrasyon eksikliğinden kaynaklanan bir gol yememize karşın, galip gelmesini bildik. Başta da söylediğimiz gibi Almanya’yı yenmek kolay bir olay değil, ama futbolcularımızın da gol attıktan sonra çok dikkatli olmaları ve havaya girip oyundan düşmemeleri gerek. Bu maçın kendilerine iyi bir ders olduğu görüşündeyim.
Yazının Devamını Oku 29 Eylül 2005
<B>ŞU</B> bir gerçek ki, <B>Christoph Daum’</B>un yönetiminde F.Bahçe, PSV Eindhoven karşısında çok iyi bir hazırlık ve maç planı yapmıştı. Taktik olarak rakibin nereden ve nasıl geleceğini, futbolcular adeta ezbere biliyorlardı. Guss Hiddink, ayağa pas yaparak, orta sahada top çevirip zaman kazanmayı ve ani derinlemesine toplarla, kenarlardan kontra ataklarla F.Bahçe’yi yıkmayı planlamıştı. Oyunun başlarında PSV Eindhoven’in sarı lacivertlilere karşı daha iyi top çevirdiğini, daha akıllı hareketler yaptığını gördük. Ancak bu, sonuca giden değil, zaman kazandırmaya amaçlayan hareketlerdi.
40. dakikada Alex’in penaltı golü geldi. 45’te penaltıyı yaptıran Vannegor of Hesselink’in ikinci sarı karttan kırmızı kart görmesi F.Bahçe’yi daha da rahatlattı.
İkinci yarı başladı F.Bahçe muhteşem bir futbol ziyafeti sundu. Özellikle defansta Önder ve Serkan, orta da Appiah ve ilerde Anelka muhteşem bir oyun oynadı. Ancak haksızlık yapmayalım. Bütün takım iyiydi. Hepsi görevini yaptı. Anelka’nın pasıyla Alex’in attığı ikinci gol, sahanın her tarafına ayak basmadık yer bırakmayan Appiah’ın attığı 3. gol, F.Bahçe’yi bu maçta galip çıkardı. Bu 3 gol Şampiyonlar Ligi’nde büyük avantaj. Evet, F.Bahçe, Milan yenilgisini çok anlamlı bir şekilde geriye attı.
Yazının Devamını Oku 4 Eylül 2005
<B>BUNUN </B>adı sadece şanssızlık değil. Oyunun 81. dakikasında <B>Tümer</B>’in frikikten attığı muhteşem golle durumu 2-1 yaptık. Doğrusu ya buna sahadaki oyuna bakarak hiçbirimizin inanası dahi gelmiyordu. Ama Milli Takım bir hava yakalamıştı ve 9 dakika kalmıştı oyunun bitmesine. Fakat Fatih Terim, belki de çok pişman olabileceği bir hata yaptı. Bulgar maçındaki formsuz futbolcu Tolga’yı oyuna alıp, golün sahibi Tümer’i dışarı çıkardı. İşte bu andan sonra takımımızın hücum gücü ortadan kalktı.
Sanki savunma yapmak gerekliymiş gibi, sadece Hakan’ı ileride bırakıp, 9 futbolcumuz artı kalecimizle kendi yarı sahamızı korumaya başladık. Bu çağdışı bir futboldu. Belki Fatih Terim, bunu istemedi. Ama orta saha ustasını çıkartırsanız, psikolojikman ekibinizi etkiler. Yoksa kendi yarı sahamıza çekilmesek, Danimarka’nın gol atacak morali kalmamıştı. Kısaca yazık oldu.
Hatalar ve doğrular
Hakan’ın ilk yarıda kaçırdığı gol, olacak bir olay değildi. Hakan, sağda solda kim var diye dursa, biraz toparlasa ki bu kadar zamanı vardı. Kaleci kalesine çekilmişti. Ama Hakan nasıl oldu anlamadık, topu dışarı vurdu. Dakika 41’de yediğimiz gol ise bizi mutsuz etti. Okan’ın girmesi doğruydu. Fatih Terim’in hatalarını söylerken doğrularını da ifade etmemiz gerekir. Okan’ın Yıldırıy’la değiştirilmesi doğru bir görüştü. Nitekim Okan daha 2. yarıda 3 dakika dolarken takımımıza hiç yoktan bir gol kazandırdı. Sonra ilk yarıda olduğu gibi ikinci yarıda da iki ekip birbirinden çekinerek, ayağa top yaparak ve kendi yarı sahasında top çevirerek ‘Hadi maçı bitirelim’ dercesine top oynadı.
Önümüzde uzun ince bir yol var
Başta da söylediğimiz gibi bu kez ortaya, o dakikaya kadar pek de iyi oynamayan Tümer çıktı. Tümer’e faul yapıldı, o müthiş bir şutla inanılmayacak bir şut attı. Hikayenin sonrasını daha önce anlattık.
Herkesin merak ettiği bir konu var. ‘Şimdi ne olacak?’ İşimiz zor. Uzun ince bir yol var diye düşünüyoruz. Ve bu yolda karşımızda güçlü rakipler var. Hele bizi kendi sahamızda yenen Ukrayna öyle hafif bir ekip değil.Şimdi düşünmek gerek. Almanya sevdası artık bir mucize. Herhalde kendi ligimize döneceğiz tekrar.
Yazının Devamını Oku 2 Eylül 2005
<B>DANİMARKA</B> ile oynayacağımız Dünya Kupası eleme müsabakası Türkiye’nin Almanya-2006 kapısını açmak için kilit maçı olacaktır. Şanssız sakatlıklar ve İnönü Stadı’nda geçen hafta yaşanan olaylar kuşkusuz hepimiz için endişe kaynağı oldu. Şimdi de öğreniyoruz ki, Danimarka hükümeti, dost ve müttefiki Türkiye’yi arkadan hançerleyecek girişimler içinde. Bunlar bir devlete yakışmayacak olaylardır. Her ne kadar Danimarka hükümeti bu konuda bir açıklama yaptıysa da, bu bizce tatmin edici değil.
Lejyonerler ordusu
Danimarka tam 25 yıldır lejyonerler takımı olarak bilinmektedir. Bu küçük İskandinav ülkesinin en büyük başarısı Yugoslavya’nın çekilmesi sonucu sonradan katıldığı İsveç’te oynanan Avrupa Futbol Şampiyonası’nda kupayı kazanmasıdır. Tam bir ekip oyunu içinde disiplinli futbol yapısına sahiptir. Kanatları kullanacak ve son zamanlarda yıldızları parlayan Tomasson ve Grönkjaer ile gol yollarında etkili olacaklardır. Gravesen ise orta sahanın en önemli adamıdır. Dünya kupalarında defalarca yer alan Danimarka bu kupada ilk üçe giremedi.
Seyircimiz dikkatli olmalı
Beşiktaş İnönü Stadı yerine bu kadar kritik bir aşamada maçın Atatürk Olimpiyat Stadı’nda oynanması daha akıllıca bir seçim olabilirdi. Ancak karar önceden verildiği için bu konuda şu anda yapılacak bir şey yok. Seyircimiz elbette vargücü ile takımımızı destekleyecek. Burada tribün liderlerinin yönlendirmelerine ihtiyaç var. Çünkü seyirci lig maçı izleyicisi değil. Bu konuda Futbol Federasyonu’nun sponsor izleyicisinin yanı sıra desteği tam anlamıyla yapacak, fanatik olmayan gerçek maç seyircisine ihtiyaç var. Bu nasıl olacak, derseniz cevabını vermek çok zor...
Nasıl kazanırız?
Danimarka çok iyi takım. Ama bizi kesinlikle ürkütmemeli. Savunmamızın, kademe anlayışını bozmadan çok dikkatli ve uyum içinde olması gerekir. Kanat savunmacılarımızın çabuk ve akıllı oynayarak rakiplerine fırsat tanımamaları ve yakın markaj yapmaları şarttır. Orta sahada hem topu iyi kullanan ve hem de savunmada kademeye girecek çabuk adamlar oynamalı. İlerde ise istatistiklere bakılarak yerden ve havadan gol atma yüzdesi yüksek futbolculara şans verilmelidir.
Bizimki bir iyi niyetli bir paylaşma. Ancak yılların deneyimli hocası Fatih Terim’e işini öğretmek gibi bir amacımız yok. Biliyoruz ki, eksikler başını ağrıtıyor. Gene de en iyi onbiri sahaya sürecek ve başarılı olacaktır.
Seyircimizden en önemli isteğimiz son dakikaya kadar sabırlı olmalarıdır. Doksan ve sonrasında da gol atabiliriz. Futbolcuyu lütfen maç sırasında eleştirmeyelim, protesto etmeyelim. Bu, onların moralini bozar.
Yazının Devamını Oku 26 Ağustos 2005
<B>ÖNCE</B> Universiade’ın ve sonra da Formula 1’in ağustos ayında spor gündemine oturacağını belirtmiştik. Medyamız ve ilgililer her zaman olduğu gibi bunların önemini tren kaçarken anladılar. Futboldan kurtulup bu gibi çok önemli organizasyonlara geniş yer ve zaman ayırmalarına yine de çok şükür diyoruz. Ancak olayın büyüklüğünü ve yapılan organizasyonların perde gerisinin muazzam bir planlama ve hacim gerektirdiğini kimsenin söylediğine veya yazdığına rastlamadık.
Günde 30 bin kişiye yemek
Universiade gibi oyunlarda organizasyon çok önemli bir yer tutar. En hassas olanlar ise yemeklerin ve müsabakaların zamanında yapılabilmesidir. Kahvaltı da dahil olmak üzere her gün Universiade’da 30-35 bin kişiye yemek verildiğini tahmin ediyorum. Bunların bir kısmı köyde, diğer bölümü ise lunch box olarak sporculara, hakemlere, organizasyon sorumlularına ve gönüllülere değişik yerlerde dağıtıldı. Ayrıca yaklaşık 11 bin kişinin İzmir Havaalanı’na inip hemen kapanış töreninden sonra ülkelerine hiçbir problemle karşılaşmadan döndüğünü belirtirsek, ülke olarak nasıl başarılı bir organizasyon yaptığımızı anlayabiliriz. Yemek işini yapan Bilintur’dan aldığım bilgiye göre her gün yenen yumurta 15 bin adet, ekmek 20 bin. Tüketilen meyve miktarı ise 10 ton. Bunlar kolay işler değil. Dileriz organizasyon komitesi bu gibi istatistikleri hazırlayıp dağıtır ve Türkiye yapılan organizasyonun hacmini anlayabilir.
Valilikler müthiş çalıştı
Aynı durum Formula 1’de de yaşandı. Ancak bu kez yaklaşık 50 bin otomobil meraklısı İstanbul’a geldi ve havaalanından hiçbir izdiham yaşamadan ülkelerine döndü. Anımsamanız için yazıyorum; Şampiyonlar Ligi finalinde de geliş ve dönüşlerde önemli bir kargaşa yaşanmadı.
Bunların hepsi uzun zaman içinde önceden yapılan planların sonucudur. Güvenlik açısından da hem İzmir ve hem de İstanbul’da hiçbir sorun yaşanmadı. İzmir ve İstanbul Valiliği bu konuda müthiş bir çalışma yaptılar. Emeği geçen herkesi kutlarız.
Formula 1’de yarış alanına girişte ve çıkışta uzun zaman kaybedilmesi aynı Atatürk Olimpiyat Stadı’nda olduğu gibi haksız eleştiriye uğradı. Formula 1 bizim anlı şanlı futbol üstatları tarafından takip edilmediği için, eleştiri normal ölçülerde gerçekleşti. Ancak her zaman söylediğimiz gibi 80-100 bin kişi tarafından izlenen bir spor organizasyonuna Mecidiyeköy’deki evinizden çıkarak gidemezsiniz. Ayrıca sinema veya tiyatro değil, spor arenalarına onbinlerce insan geliyor. Bu gibi spor tesislerini şehir içinde tutmak ise tam bir şehircilik faciasıdır. Şehir içi trafiği saatlerce atıl kalır. En az iki veya üç saat önce yola çıkılır. İşte bunu anlayacak evrensel yapıya sahip olmayan kişiler, Atatürk Olimpiyat Stadı’nı ve Formula 1 yarış alanını eleştirir.
Dünyadaki örneklere bakın
Spor bir sevgi ve tutkudur. Bu tutkuyu büyük bir arenada onbinlerce insanla yaşamak çok daha heyecan verici bir olaydır. Yapılan tesisleri eleştirmeden önce, dünyada mevcut emsallerine bakalım ne olur.
Çok başarılı bir şekilde organize edilen Universiade ve Türkiye Formula 1 yarışından sonra Türkiye’nin gözü olimpiyata döndü. Kuşkusuz çoğumuzun içinde bir olimpiyat ateşi yanıyor. Ancak olimpiyatları almanın Universiade ve Formula 1’i almak kadar kolay olmadığını bilmeliyiz.
Ciddi çalışmak gerek
Bunun için ciddi bir çalışma gerekli. İstanbul Ticaret Odası Başkanı’nın heyecanına katılıyorum, sözlerini destekliyorum. Bu müthiş ilginin sözde kalmaması gerekir. Biraz da bilgi sahibi olmak şarttır. Doğru bilgilere ulaşmadan yanlış beyanlar vermek kişilerin inandırıcılığına kuşku düşürür.
Formula 1, yarış pisti olarak 300 milyon dolara mal oldu. Tabii belediyenin çalışmaları ve yeni yapılacak ağaçlandırma hariç. Atatürk Olimpiyat Stadı kredi kullanıldığı için 140 milyon dolara inşa edildi. Yani yapılan yollar ve park düzenlemesi hariç, İstanbul Olimpiyat Oyunları Hazırlık ve Düzenleme Kurulu’nun toplam harcaması ise 324 milyon dolar. Bunun yüzde 90’ı yani 290 milyon dolar spor tesislerine harcandı. Ayrıca yüzde 5 de ülkemizde yapılan spor organizasyonlarına ve olimpiyatlara gidecek sporculara ve federasyonlara destek olarak kullanıldı. Bu kaynak ciddi bir yapılanma getirdi. Belediye ve devlet zaten bu organizasyonun içinde. Şimdi İstanbul Ticaret Odası gibi özel kurumları bekliyoruz.
Yazının Devamını Oku 19 Ağustos 2005
<B>YAKLAŞIK </B>onbeş gün sonra Danimarka ile Dünya Kupası elemeleri için İstanbul’da karşılaşacağız. Bu nedenle Bulgaristan ile Sofya’da bir hazırlık maçı yaptık. Peki neden Soyfa’da? Hazırlıksa, bunun İstanbul’da oynanması gerekir. Bulgaristan gelmiyorsa başka bir ekip bulunur. Türkiye Futbol Federasyonu’nun bunu yapacak gücü var.
Söz Futbol Federasyonu’ndan açılmışken yaptıkları acemiliği belirtmemiz gerekir. Neden böyle bir kritik maç öncesi hem de Sofya’da müşterek bahis ve şike olayını gündeme alıyorsunuz. Bunun takımın konsatrasyonunu bozacağını hiç düşünmediniz mi? Maçtan sonra İstanbul’a dönünce toplantıyı yaparsınız. Hele suçlamalarınızda Milli Takım’da oynayan Gökdeniz’in de bulunmasının bütün futbolcuları etkileyeceği aklınıza gelmedi mi? ‘Bu sadece bir hazırlık maçı, önemli değil’ şeklinde düşünüyorsanız, büyük yanılgı içindesiniz. Bu skor Milli Takımı’n moralini sıfıra indirdi.
Savunma yok
Futbol sadece hücum ederek oynanmaz. Savunma, futbol oyununun başlangıç noktasıdır. Sorumsuzca, paldır küldür ileri çıkan savunma adamları, asıl görevlerinin kendi kalelerini korumak olduğunu bilmeli. Eğer böyle çıkışlar olacaksa, orta sahada bir futbolcu savunmayı takviye etmeli. Ümit Özat’a maç boyunca sadece çok az pas verildi. Her ne kadar Ümit bunları kullanmadıysa da sol kanat daha fazla çalışmalıydı. Bulgaristan’ın attığı üç golde de savunma hataları vardı. Beş oyuncumuzun arasından iki Bulgar gelip golleri sıraladı. Ve bir türlü ders alamadık. Bulgaristan’ın nüfusu 5 milyon. Türkiye’nin ise 70 milyon.
Uyum sıfır
Takımda uyum sıfır. Teknik direktör Fatih Terim herhalde bu ekibin uyum anlayışının sıfır olduğunu gördü. Pas hatası çok fazla. Hepsinin aklı Futbol Federasyonu’nun yaptığı açıklamadaydı. Önümüzde çok kısa bir süre var. Danimarka’yı geçmemiz için bence bir mucize gerekli. Olamaz mı? Niçin olmasın, yeter ki bu iki haftayı iyi değerlendirelim. Testi kırılmadan Terim’in durumu görüp gerekli önlemleri alacağına inanıyorum. Hepimizin de hocaya ve Milli Takım’a moral vermesi, destek olması gerekir. Tabii başta Futbol Federasyonu yönetiminin. En önemlisi gölge etmemeli, yani maç öncesi toplanıp yine Milli Takımı’n motivasyonunu sıfıra indirmemeli, bu tip açıklamalardan sakınmalılar.
Yazının Devamını Oku 17 Ağustos 2005
<B>İZMİR</B>’de organize edilen Universiade’in açılış töreninde, <B>‘Güneşin Doğduğu Yer Anadolu’</B> teması altında yapılan gösteride, Anadolu’da yaşayan çeşitli medeniyetler tanıtıldıktan sonra, önce Osmanlı İmparatorluğu, Piri Reis, Mehter takımı ve bir padişahın sırtında uzun bir kaftanla yürüyüş sergilendi. Cumhuriyet öncesi Anadolu’nun tarihinden kesimler gösterilmesinden sonra açılışın bir kısmı bitti.
Bir gün sonra, ‘Neden Atatürk yok, neden Cumhuriyet tarihimiz işlenmedi?’ şeklinde eleştiriler geldi. Ben bu senaryoyu Hazırlık Düzenleme ve Organizasyon Komitesi’nin yaptığı toplantılara katılamadığım için bilmiyordum. Senaryo muhakkak ki daha önce organizasyon komitesi tarafından onaylandı. Aksi düşünülemez. Çünkü senaryo kabul edilmeden işe başlamak mümkün değil.
Saptırdılar
Ancak Universiade’ın açılışından 9 gün önce yapılan son toplantıya katıldım. Burada senaryo bize açıklanmadı ve gösterilmedi. Ben senaryoyu sadece açılışta gördüm. Daha önceden de öğrenmek istedim. Gizli olduğu ifade edilerek bulunduğum 2 Ağustos’taki toplantıda bu konuda bilgi sahibi olamadım.
Ben de, ‘Bu gibi organizasyonlarda açılış törenlerinde aşırı milliyetçilik olmamalı’ diye bir uyarıda bulundum. Bu uyarı söz konusu senaryoyu bilmemekten kaynaklanıyordu. Eğer Anadolu’daki medeniyetleri tanıtıyorsanız, o zaman Atatürk ile birlikte Cumhuriyet tarihini de anlatan bir bölüme yer vermek hiçbir zaman yanlış bir olay değildir.
Benim bu sözlerim değiştirildi ve ‘Atatürk’ü istemediğim’ yorumuna dönüştürüldü. Oysa senaryoyu ben önceden görmedim, onaylamadım. Bu senaryoyu kim görüp, aylar önce onayladıysa o ortaya çıkmalı ve sorumluluğu üzerine almalı. Kaldı ki, ortada bir ihmal varsa bunu kapanış töreninde telafi etmek mümkün. Bu da dile getirdim. Eğer bu kadar kısa zamanda değişiklik yapamıyoruz diyorsanız, niçin açılıştan 9 gün önce yapılan toplantıdaki sözlerimi saptırıyorsunuz.
Çözüm basit
Aslında çözümü basit olan bir olayın bu kadar büyütülmesine neden olanlara biraz kendimizi tanıtmamız gerekir. Ben babası milli eğitim müfettişi, annesi öğretmen olan bir ailenin ilk evladıyım. Kendimi bildim bileli Atatürk sevgisi ile büyüdüm. Annem ve babam 10.yıl Marşı çalındığında ağlarlardı. Van’dan Köyceğiz’e kadar Anadolu’nun her yerinde hizmet verdiler. Atatürk adına yaptığım konuşmalar 100’ü aşmıştır.
Kendisini öven bir insan değilim. Bunu hiç de sevmem. Ama insan yapılan haksızlıklara isyan ediyor. Sayın Ahmet Piriştina rahmetli olduktan sonra, Universiade hazırlıkları durdu. FISU (Uluslararası Üniversiteler Spor Federasyonu) Genel Sekreteri ve iyi dostum Campana beni Belçika’dan aradı ve yardımcı olmamı istedi. Söz verdim. Araştırma ve girişimlere başladım. Fakat, ortalık toz dumandı. Kurulan organizasyon komitesi içinde büyük anlaşmazlık vardı. Oysa bu oyunlar yapılmazsa Türkiye değil Olimpiyatı herhangi bir spor dalında yapılacak Dünya ve Avrupa Şampiyonalarını alamaz duruma gelirdi. Dünyaya rezil olurduk.
Bayatlı olmasa
Campana ile temaslara devam ettim. Ve Atina Olimpiyat Oyunları’nda FISU Başkanı Killian ile görüştüm. Bu arada konuyu Spordan Sorumlu Başbakan Yardımcısı sayın Mehmet Ali Şahin’e ve Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay’a anlattım. Her ikisi de bana güvence verdi.
FISU ilgilileri ile görüştükten sonra Atina’da hem bakanımıza hem de genel müdüre durumu anlattım. Ve Atina’da sefirimizin de katılımıyla Olimpiyat Köyü’nde bir toplantı yaptık. Bu arada daha önceden mukavele yapmamış olmasına rağmen bilgi işlem firmasına da güvence verdik. Toplantı sonrası Sayın Şahin’in girişimleri ile İstanbul’da hazırlık ve düzenleme kurulu’na benzer kanunu İzmir içinde çıkardılar ve sıkı bir takip sonucu bugünlere gelindi.
FISU Başkanı George Killian, FISU’nun Universiade’ın açılışından önceki Genel Kurulu’nda, ‘Bu Universiade Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi ve AIPS Başkanı Togay Bayatlı olmasaydı yapılamayacaktı’ dedi.
Artık söyleyecek söz bulamıyorum. İnsanların kendi hatalarını bazılarının üzerine atması yerine hatayı kabul edip, bir an önce düzeltmesi doğru olmaz mı?
Yazının Devamını Oku