10 Temmuz 2006
İKİ takım da bir Dünya Kupası’na yakışmayacak kadar kötü ve korkak bir futbol oynadı. Sanki birbirlerinden korkup sadece savunmada kalan iki pehlivan gibiydiler. Futbolun güzelliğini, hele finalin heyecanını seyircilere yaşatamadılar. İki takımın teknik direktörü de sanki yenilmek istemez gibi bir tutum içindeydiler. Ve maçın içinde cereyan eden olaylar ve sert futbol hepimizin gözüne batacak kadar çirkindi. Hele Fransız Milli Takımı teknik direktörünün bir İtalyan futbolcusunun sakatlanmasında hakemin oyunu durdurmasını protesto etmesi fair play ile anlatılacak bir olay odeğildi. Yazık oldu. Bu hareket kimse tarafından takip edilmedi.
Maçın önemli bir bölümünde her iki takım da altı kişilik defansı bozmadılar. Bu nedenle de ne Henry ne de İtalya’nın golücüsü Toni önemli bir gol fırsatı yakalayamadılar.
İki kaptan da kötüydü
Oyunun kaderini tayin edeceğini düşündüğümüz iki kaptan da kötüydü. Totti’yi teknik direktörü çıkarttı, Zidane ise rakibine attığı kafayla kendini dışarda buldu. Uzatmada da aynı tempo içinde olan iki takım birbirini yenmek istemez gibi gözüktü. Hele Fransa on kişi kalınca savunması hiç yarı sahasından çıkarmadı. Sonuç olarak dikkatimizi çeken bir konu da Fransız teknik direkörün Henry’yi oyundan almasıydı. Bunu neden yaptığını kimse anlayamadı. Sonuç; Dünya Kupası Finali’ne hiç de yakışmayan bir futbol maçı ile İtalya’nın bir kez daha şampiyon olmasıdır.
Yazının Devamını Oku 9 Temmuz 2006
HEPİMİZİN gözünden kaçan çok önemli bir ayrıntı var. İtalya’yı diğer güçlü ekiplerden farklı kılan, bu ayrıntı... Aslında futbol için çok önemli bir avantaj. İtalyan Milli Takımı’nda yabancı ülke liglerinde oynayan hiçbir futbolcu yok. Bu nedenle kendi zorlu liglerinden çıkan bu kadro, aynı sistem, aynı tempo ve aynı hırsla her maçı bir İtalyan lig müsabakası gibi görüyor. Sistem müşterek olunca, futbolcular birbirleriyle anlaşmada hiç sıkıntı çekmiyor. Arkadaşlarının nerede bulunacağını rahatlıkla biliyorlar. İşte İtalyanları diğer güçlü rakiplerinden farklı kılan ayrıntı. Ancak, çok önemli bir avantaj bu. Bakın Brezilya’ya, Arjantin’e, Portekiz’e. Hepsi çeşitli ülkerde oynayan lejyoner futbolcularla dolu.
Fransa da bu sıkıntıyı çekecek
Bugün Dünya Kupası finalinde Fransa da aynı sıkıntıyı yaşayacak. Çünkü onlarda da yabancı liglerde oynayan futbolcular çoğunlukta. Üstelik forma giydirdiği futbolcuların çoğu da Afrika ve Karayip kökenli. İki türlü uyumsuzluk var Fransa’da. Ancak, Henry gibi mühiş çalım atan ve çabuk driplinglerle rakip ceza sahasına kolay giren bir süper yıldızı var. İtalya’nın ünlü savunmasının bu Henry’yi durdurup durduramayacığını birlikte göreceğiz.
İki 10 numara maçın kilidi olacak
İki takımda da dünya çapında futbol oynayan iki 10 numara var. Birisi Zidane, diğeri ise Totti. Zidane bu kupada Real Madrid ile oynadığı futbolun çok üstünde bir form gösterdi. Takımın kaptanı olarak lider oyuncu görevini de başarı ile yapıyor. Totti ise uzun süren sakatlıktan sonra kendine gelmeye başladı. Çekingenliğini bıraktı, yırtıcı ve mücadeleci karakterini yeniden kazandı. Frikik ve penaltı atışlarında kendine güveni geldi. İşte maçın kilidi ya Zidane, ya da Totti tarafından açılacak
İtalya’nın avantajı motivasyon
İtalya’nın önemli bir avantajı, İtalyan savcılarının Dünya Şampiyonu oldukları taktirde, İtalyan futbolcularına getirecekleri af konusu çok olumlu ve moral verici bulundu İtalyan kampında. Peki ’sonuç ne olur?’ diyeceksiniz. Her zaman olduğu gibi sahada belli olur. Futbolun içinde hata da var, şans da. Bir de hakem faktörü sonucu etkiliyor.
Yazının Devamını Oku 4 Temmuz 2006
FRANSA’nın müthiş tempolu ve baskılı oyunu sonucu Brezilya’yı adeta sürklase etmesi büyük bir sürpriz oldu. Ancak dünyanın en üst düzey golcülerinden olan Henry’nin sonucu tayin etmesi hiçbirimizi şaşırtmadı.
Gelin önce Dünya Kupası’nın mucidinin kim olduğunu bir kez daha hatırlayalım... Fransa’nın en ünlü spor gazetecilerinden Jules Rimet’in buluşu idi Dünya Kupası. İkinci Dünya Harbi’nin başlayacağına dair kötü kokuların alındığı dönemde Jules Rimet, ülkeleri en popüler spor olan futbol ile tıpkı ünlü vatandaşı Olimpiyatların kurucusu Baron Pierre de Coubertin gibi düşünerek bu girişimi yaptı. Bunda da çizme seslerinin bir süre ertelenmesini sağlayarak başarılı oldu diyebiliriz.
Dünya Kupası’nın ilk safhalarında her ne kadar FIFA tarafından önceleri Jules Rimet Kupası adı altında bu müsabakalar yapıldıysa da, her mucidin başına geldiği gibi bu ad unutuldu.
Aynı durum Avrupa Kupası’nın bulucusu gene Fransız Henri Deleunay’ın başına da geldi. İkisinin de adı futbol tarihinin tozlu sayfalarına gömüldü. Yazık, çok yazık...
32 takım kaliteyi düşürdü
Dünya kupaları, 21. Yüzyılın başına kadar önce 16, daha sonra 24 takımla oynandı. Ancak o zamanın FIFA Başkanı Brezilyalı Joao Havelange sadece gelişmiş ülkelerin değil, gelişmekte olan ülkelerin ve özellikle Afrika ve Asya’nın da hakça katılım payı alması hedefiyle kupayı genişletti. Havelange, iyi niyetine rağmen kupanın popülaritesini arttırdı, ancak kalitesi düştü. Peş peşe 11 Dünya Kupası izleyen ve Dünya Spor Yazarları Birliği Başkanı olarak görev yapan bir spor yazarı olarak böyle düşünüyorum. Bu sistemin örneğin 24 takıma düşürülmesi kalitenin yükselmesine neden olur.
Eleme maçları çok yavan ve temposuz oynandı. Seyircinin olması oyunun kalitesini arttırmadı.
Hakem hataları gölge düşürdü
Dünya Kupası’nın dikkati çeken bir diğer yanı da ucuzca yapılan hakem hataları idi. Bunun en büyük nedeni FIFA’nın hakemlerin yaş haddini düşürmesinden kaynaklanmaktadır. Bir futbol hakemi asgari 50 yaşına kadar bu görevi yapabilir. Deneyim ve bilgi, hakem yönetimi için çok önemli iki unsurdur. İlk kez dünya kupalarında bu kadar çok vahim hakem hatası oldu. FIFA’nın bir diğer yanlışlığı da, Dünya Kupası’nda hakemlerin seçilişlerindeki kayırma, yani iltimastır. Büyük ülkeler korundu. Böyle olunca da büyük ülkelerin maçlarını yönetecek hakem kalmadı. Rekabet olmayınca da kalite düştü.
Avrupa 1958’den sonra kupayı bırakmadı
Dünya Kupası, Avrupa ülkeleri için önemli bir prestij unsuru idi. Avrupa dışında bir ülke, yani Brezilya son kez İsveç’te 1958’de oynanan Dünya Kupası’nda şampiyon oldu. Bu tarihten sonra Avrupa kendi topraklarında oynanan Dünya Kupası’nı hep kazandı. Her kupada özellikle Brezilya ve Arjantin’i sert ve biraz da hakemlerin toleranslı yönetimi ile elediler. 1982 Dünya Kupası’nda Barcelona’da oynanan İtalya-Brezilya maçında Fenerbahçe’nin ilgilendiği "Beyaz Pele" adı verilen Zico’nun forması İtalyan Gentile tarafından yırtılmasına rağmen Rumen hakem Raina bunu görmemezliğe geldi. Sonuçta İtalya o maçta Rumen hakemin sertliğe verdiği izin ile Brezilya’yı yenip çeyrek finale kaldı. Sonunda kupayı kazanan ülke oldu.
Kim finale kalır?
Doğrusu zor bir soru bu. Ancak şöyle bir değerlendirme yapabilirim. Yarı finale kalan dört takımdan sadece Portekiz hiç kupa kazanmadı. Almanya, İtalya ve Fransa kupanın sahibi oldular. Deneyimleri fazla. Ancak, Portekiz’in teknik direktörü Scolari de kupayı son kazanan Brezilya’nın hocasıydı. Diğer yandan Almanya ev sahibi ve tahminlerin aksine yarı finale kadar geldi. Bunda da en büyük başarı Klinsmann’ın değil, Fenerbahçe’de de teknik direktörlük yapan Löw’ündür.
En zor maç Almanya-İtalya arasında oynanacak. Ev sahibi Almanya’nın bu maçı kazanma şansı yüksek. Fransa da deneyimi ve son Brezilya maçındaki formu ile öne çıktı.
Öyle ise finali Almaya-Fransa’nın oynaması yüksek ihtimal. Bakalım, göreceğiz...
Yazının Devamını Oku 14 Haziran 2006
FIFA’nın dünya klasmanında 5’incilik ve 12’ncilik arasında tam 6 yıldır önemli bir yer tutan Türk Milli Takımı’nın, Dünya Kupası finallerinde yer alan 32 takımın arasına girememesi, doğrusu kabul edilebilecek bir olay değil. Yazık oldu. Yeteneksiz ve deneyimsiz bir yönetimin çağdışı uygulamaları sonucu Türk milleti şimdi televizyon karşısında üzüntülü bir şekilde bu maçları izliyor. Bunun sorumlusu ise bir avuç ihtiraslı insan. Hala bir kısmı gelecekte gene Futbol Federasyonu içinde yer almak için gizli gizli çalışmalar yapıyorlar.
Aslında Türkiye’yi ve Türk futbolunu dünyaya rezil edenlerin biz cezası olması gerekirdi, neyse... Almanya’da oynanan Dünya Kupası’na işte bu acı ve üzüntü içinde gitmedim. Bugüne kadar peş peşe 11 Dünya Futbol Şampiyonası izlemiş bir kişinin protestosu idi bu.
Antalya’da okçuluk
Türkiye’nin ilk uluslararası federasyon başkanı Prof. Dr. Uğur Erdener başkanlığındaki FITA ile Türkiye Okçuluk Federasyonu Başkanı Abdullah Topaloğlu ve ekibi muhteşem bir uluslararası yarışma organize ettiler. Özellikle Antalya Belediye Başkanı sevgili Menderes Türel’e sonsuz teşekkürler. Hem bu spor organizasyonuna katkı sağladı, hem de Antalya’nın modern bir kent görünümüne kavuşmasını başardı. Ayrıca Antalyaspor’un yeniden Süper Lig’e çıkmasında büyük emeği geçti. Tüm Antalyalıları bu arada kutlarız. Turnuvadaki tek eksiğimiz sporcularımızın başarısız olmasıydı. Hıncal Uluç ile birlikte finalleri izlerken bu da gözümüzden kaçmadı.
Aspendos’ta Aida
Ankara Devlet Opera ve Balesi Aspendos Antik Tiyatrosu’nun sihirli görünümü içinde muhteşem bir Aida operası izlettiler bize. İtalyan şefin yönettiği orkestranın müziği rejisörün müthiş zamanlaması, yüzlerce sanatçının özverili çalışması ve performansı ile büyük bir müzik ve opera şölenini doya doya seyrettik. Aspendos’ta yabancı dostlarımız ile birlikte bu ziyafeti yudumlarken ülkemiz adına onur duyduk. İşte büyük Atatürk bunu istiyordu. Çağdaş, modern ve laik bir Türkiye’de demokrasi, bağımsızlık ve hürriyet içinde yaşayan her türlü spor ve sanat organizasyonunu başarı ile gerçekleştirebilecek bir Türkiye.
Yazının Devamını Oku 26 Nisan 2006
1994’te Amerikan Birleşik Devletleri’nde organize edilen Dünya Kupası’na görevli olarak gittim. Aynı zamanda AIPS’in (Dünya Spor Yazarları Birliği) Başkanı olarak medya ile ilgili konularda Organizasyon Komitesi’nin medya bölümü ile birlikte çalıştım.
Bir gün Giant Stadı’nda oynanan bir maçtan sonra, Dünya Kupası Organizasyonu’nun Medya Komitesi Başkanı telaşla beni yakaladı ve şöyle dedi: "Togay, statta bir Türk spor yazarı tutuklandı. Şimdi gözlem yerinde tutuklu. Hákimle sen konuşursan belki kurtarabilirsin. Beni dinlemiyor." Şaşkın şaşkın yüzüne baktım "Ne mahkemesi, ne tutuklusu" diye sordum. O zaman öğrendim ki, ABD’de oynanan her Dünya Kupası maçında ve diğer lig müsabakalarında stadın içinde bir nöbetçi hákim var, olay çıkınca duruşma yapıyor, ayrıca bir tutuklu odası kurulu. Anında sanık mahkeme ediliyor.
O arkadaşımızın ismini vermeyeceğim. Gittim, hákimle görüştüm, kendimi tanıttım ve o zaman yumuşadı. Onun sadece mahkeme masraflarını (75 Dolar) ödeyerek, benim kontrolümde iki gün içinde Amerika’yı terk etmesi kararını çıkardı. Zaten o arkadaşımız annesi hasta olduğu için hemen Türkiye’ye dönmek istiyordu.
Çağrışım yaptı mı?
Peki, ben bunları neden anlatıyorum? Elbette hepimize bir çağrışım yapmıştır. Bu kadar tribün terörünün olduğu bir ülkede, maç saatlerinde bir spor mahkemesi kurulması ve suçlunun mahkeme edilmesi bence çok pratik ve olumlu sonuç verir. Anında suçun cezası uygulanır. Bunun için de devleti ve sporu çok iyi bildiğine ve sevdiğine inandığım dostum Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in girişimleri ile bu yapılabilir ve o zaman kanun ve nizamın dışına çıkma cesareti bu holiganlarda kırılır.
Sonunda holiganların ülkemizde de spor sahalarında ve salonlarında kendilerini açıkça gösterdiklerini kabul edelim. Holigan sözü ülkemizde bu çirkinlikleri yapanlar için de kullanılabilir. Bakın nereden nereye geldik? Ortalık toz duman. Çok ciddi ve caydırıcı hükümlerle bu şiddet olayının ve holiganların üstüne gitmemiz gerekir. Kulüp başkanları ve ihtiraslı spor kulüp yöneticileri bu konuda taviz vermemeli. Verdikleri taktirde yönetimden atılmalı ve adli ceza takibine uğramalı.
Spor kültürü yöneticilerde olmalı
Evet, önce spor kültürüne yöneticiler gerçekten inanmalı. Taraftarlar için broşürler bastırılmalı. Sporda kazanmanın ve yenilmenin normal bir kural olduğu, sporun dostluk, kardeşlik ve birbirlerini anlama ve tanıma unsurlarını içerdiği bu broşürde anlatılmalı. Küfürün bir ahlaksızlık olduğu açıkça vurgulanmalı. Sporcuların adeta bir gladyatör olmadıkları, sadece spor yapmak için orada oldukları bilinci seyirci ve taraftara öğretilmelidir. Okullarda 8 yaşından itibaren Spor Kültürü dersi okutulmalıdır. Milli Eğitim Bakanlığı, bu konuda çok ciddi çalışmalar yapmak zorundadır. Orta okullarımızda bile bıçakla yaralanmaların olağan hale geldiği bu ülkede, Milli Eğitimimiz’de sadece ceza değil, öğretici olunması ve öğretmen öğrenci diyaloğunun kurulması ve rehber öğretmen sisteminin yaygınlaştırılması gerekir. Terör spor statlarında başladı, okullarda yayılıyor. Bundan hepimiz sorumluyuz.
Yazının Devamını Oku 20 Nisan 2006
YILLAR önce Futbol Federasyonu’nda danışmanlık yaptığım bir süre içinde Başkan Yılmaz Tokatlı ile birlikte MHK’nin üç saygın üyesine şu soruyu sordum "Neden 30 yaş altında hakemlere 1. Lig maçı vermiyoruz." Cevap "Onların daha tecrübe kazanmaları gerekir" şeklinde idi. Bende "Fatih Sultan Mehmet 18 yaşında İstanbul’u fethetti, kimse onun yaşına bakmadı" diye yanıt verdim.
Ve o günden sonra MHK önce yaşı 25’e indirdi ve daha genç hakemlere kısıtlı da olsa görev vermeye başladı.
İşte bu girişimi yapan kişi olarak diyorum ki, Fenerbahçe Galatasaray maçı çok büyük risk taşımakta ve bir genç hakemin kaldıramayacağı kadar zor bir müsabakadır. Ve haklı olarak yetişen gençlerimizin bu şekilde kurban edilmesinin de karşısındayım.
Gençlere öneriler
Genç hakemlerimizin çoğunun uzun zamanlı futbol oynama deneyimi yok. Üstelik 1. Lig’de hiçbirinin belirli süre içinde forma girdiğine rastlamadım. Ancak herhalde kendi otoritelerini kurmak için faullerde aykırı kararlar veriyorlar. Pozisyonları iyi süzemiyorlar, kendilerini bağırarak eleştiren futbolculara kart göstermiyorlar.
Bu da futbolu iyi yorumlayan seyircinin tepkisini çekiyor. Taç atışlarını 4 -5 metre yürüyerek atan futbolcular hakça bunu yapmaması gerektiğine önem vermiyorlar. Oysa Şampiyonlar Ligi’nde oynanyan Milan-Barcelona maçında Fransız hakem bunu harfiyen uyguladı.
Hakem olma fırsatı
Bildiğiniz gibi birçok futbolcumuz ve eski hakemimiz spor eleştirmeni oldular. Ama hakem camiası futbolcuların hakem olmalarına olanak sağlamıyor. Çünkü 30’un üstünde yaşları var.
Ancak deneyimleri, bilgileri bunu çok çabuk kapatmaya yeterli. Bu konuda Futbol Federasyonu’nun bir pilot çalışma yapması gerekir. Eski ve başarılı birçok hakemimiz Hilmi Ok gibi futboldan geldiler.
Neden olmasın? Biraz daha kalıpların dışına çıkalım. Hakem dünyasını evrensel hale getirelim. Genç hakemlere fırsat sağlarken futboldan gelecekleri de düşünelim. Artık futbol hakemliği çok cazip hale geldi. Avrupa standartlarına yakın ücretler veriliyor. Hele Türk parasının değeri arttıkça bu ücretler yükseliyor.
Seyirci de hakemden doğruluk, dürüstlük, tarafsızlık ve üstün yönetme başarısı istiyor.
Yazının Devamını Oku 15 Nisan 2006
ÜZÜLEREK belirtelim ki, sporda ve de özellikle futboldaki şiddet ve küfür olaylarını önlemek için ciddi bir yaklaşım gerekmektedir. İşte son İsviçre maçı sonrası FIFA Ceza Kurulu’nun Türkiye’ye verdiği ağır ve utanılacak cezanın FIFA Temyiz Kurulu tarafından aynen onaylanmasının nedeni açık ve seçik bellidir. FIFA kendi savunmasında diğer kentlerimizde oynanan futbol maçlarındaki çirkin şiddet olaylarının filmlerini ve dökümanlarını Tahkim Kurulu’nun önüne koyunca karar değişmedi.
Futbol Federasyonumuzun ve Şenes Erzik’in bu konuda büyük çaba gösterdiği gerçeğini unutmayalım. Ama ne var ki, ülkede özellikle futboldaki şiddet ve küfür kirlenmesi sonucu hiçbir kuruma derdimizi anlatmak mümkün değil. Korkarım, CAS da aynı görüşte olacak ve sorumsuz kişilerin yaptığı pisliklerin sonucu zararı Türkiye çekecektir.
Ne yapmalı?
Bence Futbol Federasyonu bu konuda neler yapılması gerektiğini Kulüpler Birliği, GSGM, Olimpiyat Komitesi, Merkez Hakem Komitesi, Gözlemciler Komitesi ve birinci lig takımılarının teknik direktör ve kaptanları ile birlikte bir toplantıda tartışılmalıdır. Futbolumuz bu çirkin şiddet ve küfür olayları nedeniyle büyük zarar görmektedir. İleride bu olayın anarşi kaynaklı bir duruma gelme tehlikesi de var.
Bana göre bir tek çözüm yolu var. Bu da ibret verici bir ceza olmalıdır. Bir kulübün taraftarı şiddete başvurduğunda hem kulüp ve hem de taraftar cezalandırılmalıdır. Suçu işleyen kulüp ilk maçını bulunduğu kentten asgari 300-400 km uzakta bir sahada oynamalıdır. Ceza gören kulübün taraftarı ise maça alınmamalıdır. Yoksa sadece kulübe verilen para cezası ile bu gün geçtikçe büyüyen çirkin görünümü durdurmak mümkün değil. Mutlaka bu konuda kararlı ve uygulayıcı olmak gerekir.
Evet yoksa ne olur? Çok kısa bir süre sonra Türkiye Ligleri feshedilir. Sponsorlar küfür ve şiddet çöplüğü haline gelen stadyumlardan reklam ve görüntülerini çekerler. Kimse malının böyle rezil ortamlarda görünmesini istemez. Maç yayını iptal olur. Çünkü yayıncı kuruluş reklam bulamaz.
Şiddeti ve küfürü, ellerini bağırlarına bağlayarak önemsemez bir şekilde teşvik edenlerin hem cakası ve hem de kişiliği çizgi alır. Şiddet ve küfür sadece birkaç kulübün değil, tüm toplumun sorunu. Azerbaycan’da bir milli futbolcuya rakip kulüp taraftarlarınca küfür edilmesi önümüze büyüyerek çıkacak çok önemli tehlikedir. Acaba diğer futbolcular o anda bir tepkide bulundu mu?
Biraz da sitem
Basını renkdaşlıkla suçlayan bazı yazarların aynaya bakmadan yazdıkları ise şiddet ve küfürü teşvik etmekte ve makyavelist bir zihniyetle "Ben yoksam futbol da olmasın" yorumunu görüntülemektedir. Yazıktır, ayıptır. Bu ülkenin böyle kirletilmesine hepimizin karşı çıkması ve bunu teşvik yerine kınaması gerekir.
Onun için Futbol Federasyonu şemsiyesi altında birleşelim ve çirkin, utanç verici bu durumu düzeltmek için çareler arayalım. Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi ilköğretim 4. ve 5. sınıf öğrencileri için interaktif bir sistemle sporu, spor kültürünü, Olimpizmi ve Fair Play’i öğretiyor.
Bugüne kadar 8000 öğrenciye ders verildi. Amaç, ülkede şiddet ve küfürü engellemek. Bunun ülke çapında duyulması ve teşvik görmesi hepimize faydalı. Ne var ki, bazı basın ve yayın organları hala spor kültürünü futbolcu ayağına bağlı olarak görüyorlar. Ne yapalım biz de Olimpiyatlar geldiğinde akreditasyon isteyenlerden, IOC’nin talimatı gereği Olimpizme ve amatör spora önem verenleri tercih edeceğiz. Olimpizme ve amatör sporlara ilgi göstermeyenlerin, Olimpiyatlarda ne işi var. IOC haklı değil mi?
Yazının Devamını Oku 22 Mart 2006
TÜRK Sporu’nun yönetiminde önümüzdeki günlerde çok önemli değişiklikler olacak. Hazırlanan kanun tasarısı gelecek hafta Büyük Millet Meclisi’ne verilecek ve bu nedenle bu kanun tasarısını dünyadaki örnekleri ile karşılaştırarak bir değerlendirme yapmayı düşündük. Bu kanun, Türk Sporunun geleceğini etkileyeceği için medyada tartışılması gerekmektedir.
Türk Spor kurumunun görevlerini etüd ettiğimizde en önemli konu federasyonları egemen bırakılması ve onlara maddi açıdan organizasyon yapmada yardımcı olunmasıdır.
Bu konuda eleştirilecek ve değiştirilmesi istenecek hiçbir madde yok. Ancak federasyonların genel kurulları bağımsız olmalı. Kanunda, federasyonların genel kurullarının teşkilinde hiçbir açıklık bulunmamaktadır. Genel kurullar elbette kulüplerden ve sporla ilgili birimlerden oluşacak. Bu nedenle bağımsız kalabilmeleri, özerk yönetimlerin kontrolü altında kalmamaları için açıklık getirilmesi gerekir. Federasyon bağımsız bir genel kurul tarafından seçilmelidir. Kurulun görev süresi tıpkı Federasyonlar gibi dört yıl olmalıdır. Bu dünyada kullanılan usuldür.
Spor düzenleme kurulu
Spor Düzenleme Kurulu’nun başkanı ve iki başkan yardımcısının Bakanlar Kurulu tarafından atanması, yapacağı görevler açısından doğru bir düşüncedir. Üstelik kurum başkanına daha önemli bir nitelik vermektedir. Kurul, 11 üyeden oluşmakta ve kurulda Milli Olimpiyat Komitesi, Paralimpik Komitesi, Türkiye Amatör Kulüpler Konfederasyonu ve federasyonların seçeceği iki federasyon temsilcisinin bulunması önemli bir değişimdir. Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı, Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı, Yüksek Eğitim Kurumu’nun Spordan Sorumlu Üyesi Kurulda temsil edilmektedir.
Federasyonlar özellikle Belediyelerin kuracağı kulüplerin yönlendirmesi ile seçilmediği gibi takdirde bağımsız olacaklarını ifade edebiliriz. Bu kanun belediyelere çok önemli yetkiler vereceği için bu konuya dikkat çekmek gereğini duyduk.
Sponsorluk konusunda kulüpler yer almakta ama Türkiye Amatör Spor Kulüpleri Konfederasyonu’n da ilave edilmesi hakça bir yaklaşım olur. Spor tesisleri yapımı için ücretsiz verilen arsalarda kurulan tesislerde tüm lisanslı sporcuların çalışma yapması zorunluluğu anlaşmalara konulmalıdır. Belediyeleri yüzde yirmi bir beden eğitimi ve spor yüksek okulu mezunlarını çalıştırma zorunluluğu getirilmesi bence çok olumlu ve kutlanacak bir yaklaşımdır.
AİPS’ten bir tarih daha uçtu
Üzülerek belirteyim ki, bu ay her yazımda, AIPS (Dünya Spor Yazarları Birliği) den değerli bir spor adamının ölüm haberini verdim. Şimdi de eski genel sekreter Massimo Della Pergola’yı kaybettik. Massimo, İtalya için çok önemli bir kişiydi. Mussolini tarafından hapse atıldı. Hücresinde Spor Toto’yu icat etti. İtalyan Olimpiyat Komitesi (CONI) bu buluşla dünyanın en güçlü komitesi oldu. Pergola’ya bir hisse verildi. Pergola sadece İtalyan Olimpiyat Komitesini değil AIPS’in de çağdaş bir şekilde yönlenmesinde çok önemli rol oynadı. Ona’da toprağı bol olsun diyeceğiz. Umarım bir kez daha içinde ölüm olan bir yazı yazmam.
Yazının Devamını Oku